Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür / Ve bir orman gibi kardeşçesine... |
|
||||||||||
|
‘Çınaraltını geçince, az ilerde olacağım’ Bilmiyordum bu şehri, sokaklarına yabancı hissediyordum kendimi. Okula kaydolmuş, yurt işini halletmiştim. Can sıkıcı bir şey olmaması için dua ediyordum. Kimsenin yanına yaklaşmıyor, kimseden yardım beklemiyordum. Bilmediğim şehrin sokaklarında kaybolmak için kaçıncı adımımdı bu? Çınaraltını geçince... Bilmiyorum gülüm ben bu diyarları. Ardından koşmam gerekiyor her sokak tabelasının. Herkesler ben sormadan söylemeliydi nereye gittiğimi. Çünkü benim soracak gücüm yoktu, hiç olmamıştı da. Sırf birisine sormamak için çok kere yetişmem gereken yerlere yetişememiştim. Giden trenlerin ardından bakıyor, içimden gitmezsen para yok diyordum. Bazen de yanlış otobüslere biniyor, şehrin varoşlarında turluyor, geri adım atmamak için direnerek dolaşıyordum. Sanki bir yüz arıyordum. Bana yabancı gelmeyen benim yüzüme yabancı bakmayan bir yüz. Telefon ettiğinde bu kadar çabuk kaldığım yerin telefon numarasını bulabildiğine şaşırmıştım. Anonsu yapan arkadaş mütereddit bir ifadeyle ismimi söylüyordu. Belli ki tanımadığı için yurtta kaldığıma inanmıyordu. Elinden telefonu aldım ve ilk cümlemden sonra sustum. Aranmıştım işte. Bu şehre gelen her gencin peşinden koştuğu leyla peşimdeydi işte. Mecnun olmamı kim engelleyebilirdi. Sokak tabelalarını takip ederek çıktım Çınaraltına. “Bekletmeye pek meraklısın, üçüncü çayı içiyorum” Ben ve beklenmek. Kulağa hoş gelen sözler bunlar! Mütemadiyen konuşuyordu. Sesimi kontrol edip birkaç şey söylemeye yelteniyor ama susmak zorunda kalıyordum. “Hep böyle çekinik misin?” Değildim aslında. İlk kez başıma bir şey geldiğinde gerginliğimi atamıyorum üstümden. Sanki az sonra terkedileceğim, kendimden geçeceğim, sıkıntıdan sigaraya sığınacağım. Oysaki mutluyum şu anda. Onun yanındayım. Gözlerimi kaçırıyorum gözlerinden, farkediliyorum. Dikkatlice bakılıyor gözlerime. Fotoğraf makinesini çıkarıyor ve bana uzatıyor. Çekmeliyim. Çekeceğim. “Güllerin yanında olsun”, “Nasılım” İyisin, iyi olmak zorundasın. Sığınağını buldun, inan bana. “İnanıyorum” İstanbul’un her tarafından acılı bir anım geçti benim. Sultanahmette, Taksim’de. Bir başına mı? Cevapsız kalan bir soru. Acını paylaşabileceğin kimsen yok muydu yanında? İşte cevapsız kalan bir soru daha. “Yürüyelim” Yürüdük, açılmak, biraz rahatlamak için. Gözlerinde dalgınlığın rüzgarı sırtıma vuruyor, boğazım düğümleniyor, yutkunamıyorum. “Gel” Gezebilmiş miydim İstanbul’u. Elbette. Derslere başlamış mıyım? Hı hı... En çok neyi sevdin İstanbul’da? Neyi mi, soru mu şimdi bu? Sınıyor musun beni? Sesimi yükselttim galiba. İçimden konuşmalıyım. Ya alınırsa. “Güvercinleri sevdim. Benim gibi yabancılık çekiyorlar sanki. Bir ayak sesi duyduklarında kanatlarını çırpıyorlar, omuzlarını yaslayabilecekleri.... Sustum nedense. Anlamış gibi karşılıksız bıraktı suskunluğumu. Yüzündeki hüzün dağılmaya başlamıştı, gülüyordu, gözlerinin içi de gülüyordu. İlk defa farkettim gözlerini. İstanbul’a döndüm yüzümü. İstanbul’un anlamasını bekledim bakışlarımda gizlediğim cümleyi. Evine bırakıyordum onu. Evine giderken bir türbenin yanı başından geçiyoruz her gün. Yeşil ve sıcak bir yer gibi geliyor bana. Kapısı kapalı. Ya açık olsa, sabahlar mıydım acaba, onu beklemek için türbenin huzur veren halıları üzerinde. Gün geçtikçe hayallerinin kucağıma düştüğünü fark ediyorum. Eğilip bükülmeden yuvarlanıp geliyorlar başucuma. Öncesini anlatıyor, benden öncesini. Tahammülümü ölçüyor, kendimi kaybetmek istemiyorum. İçimde hiç bu kadar bahar yaşamamıştım, bu hazan niye? Tutunacak bir dal arıyorum, yok. Oysa onun için sağlam bir dalım ben. Teskin etmek için kurduğum cümleleri ikinci kez tekrarlamaktan korkuyordum içimde. Korku büyüyor, sevgi korkunçlaşıyor, sevda uçuşuyor içimde... Kim bilir kaçıncı soru cümlesi bu. Duygularımı açığa vurmamı istiyor. Suskun kalmamdan nefret etmeye başlıyor. Erkek adamın gözyaşlarına şahit olmak için yapmayacağı delilik yok. Şiir gibi cümleler sıkıştırıyor kızgınlığının arasına. Dalgalara dalmış gitmişim. Vapurun ardından koşan martıları seyre dalmışım. Cigaraya alışmışım ve farkında olmadan tutmuşum elini. “Utandın mı” Bana ait olmayan şeylerde olmamalı gözüm. “Simit yer misin?” Yemem mi? Yolculardan biri sigarasını atıyor denize. “Cık..Cık..” seslerine aldırmıyor, seviyorum bu aldırmaz tavrı. Tebrik ediyorum içimden. Mücadele edebilecek gücüm bile yok. Hani benim bu şehirden demir alan gemilerim olacaktı. Liman liman gezecektim ve onu bulacaktım. Bu o muydu? Sahi sen o musun? Acılarını anlatıyor bana, sen biliyor musun acılarımı? Hayır anlatamam sana. Denizin türküsünü dinle. Dalgalar fısıldarsa bil ki o benim hikayem. Var mıydı gerçekten anlatacak bir anım. Ben var mıydım ve bu vapurda baygınlık geçiren ben miyim? Kimler toplanmış başıma, kimin kollarındayım, bilmiyorum. Yurda gittiğimde defterimi aradım hemen. Kara kaplı ve darmadağın bir defter. İtinayla yazdım ilk ve son cümlemi: “Bu şehir ilk yenilgimi tattırdı bana. Yoksa beni önceden tanıyor muydu? Dalgaların fısıldadığını duymuş muydu sahiden.” Artık anons edilmiyordu adım. Ayrılık yaman kelime!
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © nihat, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |