İnsan kendini bilmeli. Gerçeği keşfetmeye yaramasa da, yaşamayı öğretiyor. Ve bundan daha güzel birşey yok. -Pascal |
|
||||||||||
|
Karanlık bir vakitte bir telefon geliyor; ardından adım koridorların duvarlarına çarpıyor, acımasızca yankılanıyor. Yatağımdan isteksizce kalkıp iğrenç bir bakışın elinden alıyorum ahizeyi. Birden binlerce kilometre uzağa firar ediyor aklım. Yarim, konuşuyor, konuştukça konuşuyor, o konuştukça saydamlaşıyor her şey. Kulağıma martılar eğiliyor, burnumu Marmara'nın o nemli ve tuzlu kokusu yakıyor, Eminönü'ndeki balıkçılardan balık alıyorum, iskeledeki koyu tenli çocuklara bozuk paralarımı dağıtıyorum, hepsi birden bacaklarıma sarılıyorlar. Çayımı yudumluyorum vapurun kıçında. Kayboluyorum Kadıköyün ara sokaklarında, Bomonti'de bir çay içiyorum... O konuştukça yüzüm gülüyor, o konuştukça her şey düzeliyor. An geliyor seni seviyorumlar, seni çok özledimler bitiyor. Ahizeyi iğrenç bakış alıyor elimden, yerine koyuyor. Önce İstanbul'un mavisi birden karamsar bir griye dönüşüyor, ardından yüzümün tüm mimiklerine felç iniyor. Farkediyorum ki sevdiğim aslında yüzlerce, binlerce trafik ışığı uzakta, kalbim ise sayfalarca imge geride. Kirpiklerimden bir kaç damla intihar ediyor. Derin bir nefes alıp damlaların toplu bir eyleme dönüşmesini faşizan bir tavırla engellemeye çalışıyorum. Koşar adımlarla gecenin mavi karanlığının en kör duvar dibine atıyorum kendimi, görmesinler ıslak kirpiklerimi... Yüzümü dökecek bir dost yok buralarda ya da bir omuz verecek. Herkes kendi halinde, herkes içe dönük, herkesin suratında birer hiçlik. Sabahları işkenceden farksız. Belli ki bütün gece kapanmakla kapanmamak arasında kararsız kalan gözlerim, tüm gece okuduğum kitabın paragrafların herhangi birinin boşluğundan faydalanarak, sabaha karşı ani bir saldırıya uğramış ve gafil avlanarak kapanmış. İğrenç bir ses başucumda iki kez "Koğuş Kalk!" diye bağırdıktan sonra devam ediyor, "Kalkın Ulan Pezevenkler!". Eğer hemen kalkmazsan, karın boşluğunda kocaman ve kirli bir botun tüm ağırlığını hissedebilirsin. Fırlıyorum yataktan, avına atılan vahşi bir hayvan gibi kükrüyor "Size kalkın demedim mi lan yavşaklar! Ani bir hareketle yanımdaki ranzada yatanın üzerine atılıyor yakapaça yataktan çıkartıp karşıki demir dolaplara yapıştırıyor yüzünü kaşının biri açılıyor gözlerinden akan uyku ile sıcak kan kokusu havaya karışıyor. Yarı açık gözlerle acele ile üzerimi giyinirken uzaklardan kimliksiz bir güneş yeni doğmakta. Mosmor gözlerim karanlıktan uyanmamaya kararlı. Yılgın hareketlerle tuvaletlere iniyorum. Sular yine akmıyor, dışarıdaki musluğun önünde 30 kişilik sıra her birinin elinde birer ibrik yüzünü yıkamak ve traş olmak için bekliyor. Sırada beklersem ayakta uyuyacağım biliyorum. Yemekhaneye giriyorum. Bir tabak içinde 3 dilim bayat ekmek, 5 tane zeytini boğazımdan geçmesinde yardımcı olmak için imamın abdest suyu gibi renksiz, kişiliksiz bir bardak çayı uzatan el "Bok ye!" dercesine bakış fırlatıyor. Bakışa aldırmadan hatta cevap bile vermeden uzatılan tabağı alıp boş bir masada oturup kazınan miğdemi oyalıyorum. Yüzümü dökecek bir dost yok buralarda ya da bir omuz verecek. Herkes kendi halinde, herkes içe dönük, herkesin suratında birer hiçlik. Burada tek tanrı, tek aşk var o da "şafak". Herkes, heryere, "Ş:bilmem kaç" yazıyor. Şafak adamlığının, sözünün geçmesinin yani saygının tek nedeni. Biri ters birşey söylerse ya da birşeylere birinlere muhalafet ederse "Şafağın kadar konuş ulan!" lafı yapışıyor yüzüne. Her güneş doğduğunda sessiz sedasız bayram sürüyor. Akşamlar karanlık, soğuk. lanetli... Sanırım 3 ay sonra ilk defa silah aldım. Ne dediysem dinletemedim. Ağzımdan bir laf çıkmasını ya da karşıcı bir hareketimi bekleyen surat zorla tutuşturdu elime silahı. Namlusuna ilk dokunduğum an ilk atışım geldi aklıma. Kulaklarım tıkandı, gözümü kapattım, soğuk namlı elimi yaktı. Kalbim hıçkırıklandı, dilim kurudu, konuşamadım. Yutkundum, tüfeği omzuma astım, tam kapıdan çıkarken bir böğürtü enseme saldırdı "Baldızını da al ulan götveren!" Anlamsızca baktım sesin geldiği yere deponun en karanlık köşesinden bir karaltı fırattı üzerime. Kafamın ortasına kasatura patladı ardından acımasız bir kahkaha...
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Tuğushan Özdener, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |