Cumhuriyet fikir serbestliği taraftarıdır. Samimi ve meşru olmak şartıyla her fikre saygı duyarız. -Atatürk |
|
||||||||||
|
Herkes çılgınca dans edip ezgiler söylüyor, gençler birbirlerine sarılıp kucaklaşıyor, oyunlar oynuyordu. Kimileri çoktan sarhoş olup bir taraflara sızıp kalmış, kimileri şarap küplerinin dibine tünemiş içmeye devam ediyordu. Her yıl bugünlerde böyle olurdu buralar. Şarap kokusu havaya karışır, gökyüzünde uçan kuşlara bile hoş bir sarhoşluk verirdi. İpek sesli kadınların söylediği şarkılar, çalınan arpların eşliğinde büyülercesine güzelleşerek rüzgarla ötelere gider, gençlerin coşku dolu dans ve oyunları Olimpos Tanrıları’nı bile kıskandırırdı. Bu kutlamalar birkaç gün sürerdi ancak ağızlarda bıraktığı tat bir sonraki kutlamaya kadar devam ederdi. Halihazırdaki kutlamanın ağızlarda bıraktığı tat, tatminsizlik dolu bir unutuluşa gebeydi ve bir sonraki kutlamanın gelip çatması arzulanır olmuştu. İnsanlar, kalan tadı paylaşmanın oburluğundayken hiç beklenmeyen bir olay çıkıverdi ortaya: Thebai Kralı Amphion’un karısı Niobe, sazı sözü susturup, oyunu dansı durdurup yüksek sesle konuşmaya başladı: “- Benim babam tanrılar şölenine davet edilme şerefine sahip tek insan Tantalos, annemse Pleidların kardeşidir. Bir büyükbabam dünyayı omzunda taşıyan Atlas, diğer büyükbabam da tanrılar tanrısı Zeus’tur. Üstelik tanrılar tanrısı aynı zamanda kayınbabam da olur. Bütün bunlara, birbirinden güzel altı kızımı ve birbirinden yiğit altı oğlumu da ekleyince benden başka gururlanacak kim olur ki. Şu halde uğruna saçılar saçıp, adaklar adadığınız, tapınaklar yapıp, şenlikler düzenlediğiniz kişinin hükmü mü olurmuş? Ama gelin görün ki, kasım kasım kasılıyormuş Leto. Gelsin benim çocuklarımı görsün de anlar döl bereketi neymiş, çocuklarıyla övünmek nasıl olurmuş.” Herkes dinledi sessizce, bu kendini beğenmiş, haddini bilmez kadını.bazıları korktu onun adına, bazıları “deli” deyip geçti, bazıları anlamadı, bazıları duymadı bile... Ne var ki, hiç kimse anlamasa, hiç kimse takmasa, hiç kimse duymasa bile Niobe’nin söylediklerini, öyle biri vardı ki duyan, anlayan ve aşağılanmışlığının üzüntüsüyle kahrolan: Tanrısal ikizler Apollon ve Artemis’in annesi Leto’ydu bu kişi. Leto, öylesine üzüldü, öylesine dert etti ki Niobe’nin söylediklerini, günlerce başka hiçbir şey düşünmedi, yemeden içmeden kesildi. Sonunda çocuklarına anlatıp öcünü almalarını istedi. Her ikisi de okçu olan Apollon ve Artemis, silahlarını kuşanıp Lidya ülkesine doğru yola çıktılar. Göz açıp kapayıncaya kadar vardılar Magnesia’ya. İlk önce gezindiler bir süre. Bu arada anneleri Leto’nun yaşadığı üzüntüyü düşündükçe her ikisinin de yüreği kabardı, öfkesi arttı, gözlerini kin ve intikam bürüdü. Yürüyüp Spylos’a çıktılar yavaş yavaş. Her taraf ot, her taraf yeşil, her taraf çiçek, böcek, ağaç... Öylesine güzeldi ki Spylos, Olimpos’un güzelliği bile yetersiz kalırdı bu güzellik karşısında. Cennet, olsa olsa burası olurdu. Öyle ya, ağaçsız, otsuz, sarı topraklı, kurak Magnesia’nın hemen yanı başında böylesi bir yer, ancak cennet olurdu. İlerlediler yukarıya doğru. Böyle bir yerin varlığından habersiz olmalarının şaşkınlığındaydı her ikisi de. Gezinen, koşup oynaşan, uyuklayan hatta sevişen insanlara rastladılar. İnsanlar tanımadı onları. Bazıları benzetti ama hiç kimse ihtimal vermedi tanrı olabileceğine bu iki yabancının. O günün ikindi vaktine kadar tek tek öldürdüler Niobe’nin on iki çocuğunu da kimi at sürerken, kimi güreş tutarken, kimi koşup oynarken, kimi çiçek toplarken, kimi gülüp eğlenirken hedef oldu, tanrısal ikizlerin intikam kiniyle belenmiş ölüm kusan oklarına... Hava kararmış olmasına rağmen eve dönmeyen çocuklarını merak eden Niobe, çıkıp aradı bir süre. Çaresizce eve döndüğünde, içindeki merak korkuyla yer değişir olmuştu. Saatler geçti gün oldu, günler haftaya ulaştı. Günlerce aradı çocuklarını ve sonunda yalnızca cansız bedenlerini görebildi Niobe. Onları bulduğunda her biri ayrı yerinden hedef olmuştu tanrısal ikizlerin intikam dolu, ölüm saçan oklarına. Ağladı Niobe, üzüldü, kahroldu... yüreği soğumadı yine de... haddini bilmezliğinin bedelini öylesine ağır ödemişti ki, taş olmayı, sonsuza kadar ağlamayı diledi. Ve bir akşamüstü, tanrılar kabul etti dileğini... Niobe’ye zar oldu Sipil... LOKMAN ZOR
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © LOKMAN ZOR, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |