..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
İnsan özgür doğar, ama her yanı zincire vurulmuştur. -Rouesseau
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > Deneme > Anılar > Hıdır Çam




10 Mart 2004
Bir Dağ Anısı  
Hıdır Çam
kirlenmiş kentleri kirlenmeden terketmek. kaçmak! ... ama kime? nereye? niye? ne zamana kadar... küçük bir anı


:BEGE:
YOLDA

Onları, dağın tepesinde ilk karşılayan yaşlı ardıçların arasında saklambaç oynarcasına, bir görünüp, bir kaybolan dolunay olmuştu. Her şey o kadar büyüleyici, o kadar güzeldi ki. Söylenecek çok şey vardı bu geceye, bu yolculuğa dair. Ama herkes, her şeyi çoktan unutmuş, herkes susmuş, herkes, kendisini gecenin kucağına terk etmişti.
     Uzun kıvrımlardan sonra arabalar inişe başlamıştı ki “Bir su içelim mi? “ dedi içlerinden en genç olanı.
     Çeşme, yolun sağındaydı. Üç arabanın durmasıyla birlikte, içlerinin boşalması da bir oldu.
     Onlar, kent kaçkını toplam on dört kişiydi. Sanki su, bir bahaneydi. En gençleri dahil arabadan inenler, suyu çoktan unutmuşlardı. Önlerinde yılan gibi uzanan asfalt yoldan başka terk ettikleri kentlere ait hiçbir iz kalmamıştı dünyalarında. Hedeflerini ve nedenlerini bilmeden garip sesler çıkartarak, inadına ve çıldırasıya bağırıyordu ikisi. Hangi dilden, hangi yöne, kimeydi öfkeleri? Ya da sevinçleri? O da belli değildi.
     Ay tepelerine yaklaşmış, belirli, belirsiz Elmalı’nın ışıkları göz kırpıyordu uzak yıldızlar gibi aşağıdaki ovada.     
     Yeden bir taş alıp fırlattı hedefini bilemeden ve de göremeden içlerinden bir diğeri. Kim bilir belki de hedef, bir taş atımından çok daha uzaklardaydı.
     Biri, insanlara inat, ya da dostluklara hasretçesine, dolunayı çağırıyordu boş kollarını göklere açarak.
     Gözler, geceye bir radar gibi kilitlenmişti; Kiminin ki karlı dağlara, kiminin ki yaşlı ardıç ağaçlarına.     Beyinler ve yürekler, kirli bir yaşamdan kaçarcasına, hep daha öteleri düşlüyordu.
     Nedense dakikalardan sonra içlerinden biri niye durduklarını sordu.
     Sahi neden durmuşlardı ki? Gece çoktan yarılanmış, daha önlerinde en az iki saatlik yolları vardı.



                         KAMPDA

     Niye erkenden uyumuşlardı ki sanki. Çoğu, hemen yanlarında akan dereyi bile görememiş, bir yudum suyunu bile içememişti.
     Yanına bir şişe şarap alarak, çadırlardan uzaklaştı içlerinden biri. Ardından iki kişi O nu izledi. Üç çift gözle, Gömbe’ye bir kartal gibi tepeden bakıyorlardı.
     Uçar Suyun sesi, gece sessizliğini yırtıp onlara kadar ulaşıyordu. Ay, ardıç ağaçlarından kurtulmuş, Akdağ’ın karlı yamaçlarına yenik düşmek üzereydi.
     “Gelin, bu kayanın altı rüzgar almaz” dedi içlerinden biri. Diğeri soğuğa inat, ya da hasretcesine, kayanın karşısına oturup yönünü rüzgara verdi.
     İki yudum şarapla, kendi dünyasına daldı içlerinden biri. Neden uyumuştu ki diğerleri? Düşlerinde tadabilecekler miydi bu güzellikleri? Düşler yetebilecek miydi soğuk gecelerini ısıtmaya.
     Ayın altında nasıl da parlıyordu karşı yamaçlarda tipilerden arda kalan kar yığınları. Nazım’ın bir şiiri geldi aklına, Kuvayi Milliye Destanı’ndan. Ardından da Orhan Velinin “Boyuna da yoksulluktan söz edilmez ya…” dizesini anımsadı. Sustu.
     Gecenin çılgını Uçarsu’yun susacağı yoktu. Ne güzel can veriyordu kar suları Elmalı Ovası’na. İnsan ömrü de su gibi miydi acaba? Bir gözeden, bir ovaya, ya da göle, denize mi ulaşıyordu? Kimi gün köpüklü, kimi gün durgun.
     Şarap şişesi, çoktan yarılanmıştı. Diller pek konuşmayı sevmiyordu.
     İçlerinden biri erken yenik düştü soğuk geceye. “Ben gidiyorum” demesiyle gözden kaybolması da bir oldu.
     Onunla gelen bayan arkadaşı da takıldı arkasına. Doğrusu da buydu. Bir erkek ve bir bayan; ikisinin baş başa kalması uygun olmazdı gecenin bu saatinde, hem de bu dağlar başında.
     Önce O da onayladı bu gerekçeyi, iyi geceler diledi her ikisine de. Şarabın etkisinde kalmış olacak ki sonradan kafasına takıldı dev gibi çelişkiler. Sahi doğru olan bu muydu? Neydi bu insanları kentlerden bu dağlara savuran özlemler ya da ortak yön? İnsanlar bu cinsiyet farklılıklarını ve kendilerinden ağır kimliklerini fırlatıp atamazlar mıydı terk ettikleri kentlerin çöplüklerine?
     Dünyada ki üç milyar insan, hep kuşkuyla mı bakacaktı kendisinden olmayan diğer cinsten üç milyar insana? Ya da altı milyarda bir olsun güvenebilecekleri, sığınabilecekleri, duvarların ötesinde buluşa bilecekleri kimseler olmayacak mıydı hiç?
     Bir kaç öksürük sesi duyuldu ötedeki çadırlarda. Kimdi acaba? Neden gidip soramıyordu? Fazla tulumu vardı yanında, onu verebilirdi. Ama nasıl yapabilecekti bunu, ya öksüren bayan birisiyse? Nasıl varacaktı o çadıra gecenin bu saatinde, nasıl çalacaktı kapısını, nasıl yorumlayacaktı görenler, duyanlar...
     Şarap etkisini göstermiş gibiydi, kafası karışıktı. Bir kağıt kalem çıkardı cebinden. Bir şeyler karalamak istedi. Daha ilk cümlelerinde dolunay, Akdağ’ın ardına gizlenerek son noktayı koydu bile. Artık her yanı umutları gibi, Akdağ’ın karanlıkları sarmıştı. Bol dağlı bir Urfa türküsü mırıldanarak çadırının yoluna koyuldu.



                    ZİRVEDE

     Tam sekiz saat olmuştu yollara koyulalı. Karlı dağları aşıp da gelmişlerdi üç binli rakımlara. Zaman zaman zorlandıkları da oldu, dik ve karlı yamaçlarda. Ama başarmışlardı. Artık her şey onlara uzak ve tatlı bir anıydı. On dört kişiyle, üç binli zirvedeydiler.
     Biri yaklaşık dört yıl öncesini anımsadı. Farklı bir yerden çıkmıştı aynı tepeye. Yanındakiler kimdi? Çoğunun ismini bile bilmiyordu o zamanlar. Nasıl da yakındı onlara; Komşu tepeler gibi. Rakımlar besliyor olmalı dedi dostlukları. Boş yere yakılmamış bu kadar yanık ve güzel türküler dağlar üzerine.
     Hızını alamamıştı gençlerden biri. Zirveye ilk çıkmayı planlamıştı günler öncesinde. Her gördüğü tepeye ilk ulaşan O olmuş, fakat görünen hiç bir tepenin zirve olmadığını çok geçmeden O da anlamıştı. Herkes yadırgamış ve yargılamıştı Onu. O da biliyordu yaptığı yanlışı, ama gel gör ki Şairin, “Ya bir yanıma ben beni anlatamıyorum, ya da bir yanım beni anlamıyor” demesi gibi bir şeydi bu özlem.
     En gençleri öğrenciydi henüz. İlk fırsatta arkadaşlarına anlatacaktı; ama nasıl? Bazı şeyler vardır anlatılmaz, yaşanır sadece. Bu da onun gibi bir şeydi. Gecenin üçü, ay ışığı, coşkun sular, zorlu ve karlı dağlar….
     Karanlık sokaklarda bile ürken, adressiz ve numarasız hiç bir hedefe ulaşamayan yüreklere ve beyinlere nasıl anlatacaktı bunu? Ya da onlar nasıl anlayacaktı.
     Bir diğeri, kendini ve bedenini yeni tanıyordu. Demek ki diyordu bunun ötesi de olabilir. Evet gitmeliyim daha uzaklara, daha yükseklere gitmeliyim.
     Yemeklerin tadı da bir başkaydı o rakımlarda. Dost sofrasıydı ortaya kurulan. “ Zeytini, üzümü hep beraber yiyebilmek…” dediği gibi bir şeydi Koca Ozanın.
     “Dönelim mi arkadaşlar” dedi görevli.
     . Diller sustu. Kimse içten bir sesle dönelim diyemiyordu. Kimse kendine biçilen rolü oynamak istemiyordu köhnemiş kentlerde. Ne güzeldi insanın kendisini dinlemesi, kendisini tanıması bu dağların sessizliğinde. Ne güzeldi bir zeytin tanesini paylaşmak bir dostun elinden.
     Diller sustu. Lodos poyraza döndü. Güneş kayboldu, Kara bir bulut bürüdü gökyüzünü.
     Görevli tekrar seslendi “dönelim arkadaşlar, hava bozuyor”
     Birinin boğazında düğümlendi sözler, ama hiçbir şey diyemedi. Aşağıdaki ovaya çevirdi yüzünü, bir Su çıkan yayla’sına, bir de dağlara. Aradığı neydi bu karlı dağlar başında? Yanındakiler kimdi? Aşağılara indikçe dostluklar, duygular kar gibi eriyecek miydi? Bir hüzün çöktü yüreğine, bir türkü mırıldandı sessizce
     “ Şehirler bana bir tuzak / İnsan sohbetleri yasak / Uzak durun, benden uzak / Benim meskenim dağlardır, dağlar…”



                    



Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.


 


İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.


Yazarın diğer ana kümelerde yazmış olduğu yazılar...
Rakımlar Güzelim... [Şiir]
Ya da Gel Uyut [Şiir]
Babama... [Şiir]
Ayperim [Şiir]
Mihriban In Cevabı [Şiir]
Sofu [Şiir]
Hasan Ali [Şiir]
Dün Gece Sırılsıklamdın [Şiir]


Hıdır Çam kimdir?

kendi halinde. . . . . . . . . .

Etkilendiği Yazarlar:
gerçekci şairler ve halk ozanları


yazardan son gelenler

bu yazının yer aldığı
kütüphaneler


 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2024 | © Hıdır Çam, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.