Yaşamın tanımı yoktur. -Halikarnas Balıkçısı |
|
||||||||||
|
Sorgulanmayan hayat, yaşamaya değmez... Sokrat Yirminci yüzyılın son yirmi yılı ile yeni bin yılın başları, yerküremizde “değişim yılları” olarak anıldı; anılıyor. Bu dönemde yazılan popüler (=popülist) kitapları, dergileri, şarkıları incelediğimizde, aynı söz (daha doğrusu slogan) öbeği ile karşılaşıyoruz. “Küresel Tek Tipçi”lerin (1) temel öncüllerini oluşturan bu sloganları sorgulamanın “ufuk açıcı” olacağını düşünüyoruz. Üstelik, “küreselleşme karşıtları”nın, “iyi ve olumlu” (?) anlamlar vererek olsa bile, aynı kavramları kullandığını görmekteyiz. Bu sloganların “en birincisi” ile başlayalım: değişmeyen tek şey; değişimdir... Değişmenin erdeminden (?), yenilenmenin sayılamayacak kadar çok yararına (?) değin yazılanları anımsamak zor olmasa gerek. Tabii, “tarihin sonu” ifadesiyle çelişen bir yanı da var: bir yandan değişmeye vurgu yapıp, öte yandan “güneşin altında yeni bir şey yok”, diyebilmek, o denli kolay olmasa gerek. (2) Birilerinin, bu birbiriyle çelişen yorumlar yapabilme serbestisine, bu genellemeci sığlığa alışamama, hatta karşı çıkma hakkı olmalı!.. Bu eski hakkı, burada ve şimdi kullanmak istiyoruz!.. “Bir ırmak’ta iki defa yıkanılamayacağını” biliyoruz, elbet. Irmağın yanına her gelişimizde, “hep yeni sular akmaktadır”; ancak, farkında olmamız gereken nokta şu ki: “sular hep akmaktadır”!.. (Sular akar, post-modernler bakar...) “Değişmeyen tek şey değişimdir”; ama “akış durumu mutlaklaştırılarak”, değişimin içindeki sürekliliği görmemiz engellenmemelidir. Hayatı anlamak için “anahtar bir ifade”nin, “bugün kara dediğine, yarın ak” diyebilenlerin savunu aracı olması önlenmelidir!.. İnsan’ın çevresine merak ve hayret ile bakmaya başladığı o ilk günden bu yana, yanıtını aradığı, doğruluğunu (gerçekliğini ve geçerliliğini) sınadığı soruların peşinden gitmeyi öneriyoruz. Soruyu doğru sormak, doğru yanıta ulaşmamızı sağlayacaktır. Bu yüzden soru sorma, sorgulama önemlidir. Altını kalınca çizmemiz gerekir ki, soru amaç değil, araçtır!.. Amaç, gerçekliği yansıtan (doğru) yanıta ulaşmaktır!.. Soylu bir ölüm gibi sunulsa da, soru iminin çengelinde asılmaya niyetlenmeyelim... Bu farkındalıkla yaşadığımız günler, değişimin içindeki sürekliliğe vurgu yapmayı gerektiriyor. Bu yüzden de felsefe (yalnızca bu yüzden olmamakla birlikte), “yeniden gündemdedir”!.. Kelime anlamı Bilgi Sevgisi demek olan Felsefe’nin, kavram olarak anlamını araştırdığımızda karşımıza şu ifadeler çıkıyor: 1) Varlık, evren, insan ve bilgiyle ilgili düşüncelerin bütünü: “nedir” sorusunun sorulması, “soyut veya kurgusal düşünme”, ardından “eleştirel düşüncenin doğuşu”... 2) Bir bilimin ve/veya bilgi alanının temelini oluşturan ilkeler bütünü: “tarih felsefesi”. 3) Bir filozofun, bir felsefe okulunun, bir çağın öğretisi: “Sokrat felsefesi”. 4) Evreni, dünyayı, yaşamı yorumlama biçimi, dünya görüşü, ideoloji: “Marksist felsefe”. Demek ki, öncelikle varlık ve bilgi (akıl, düşünme ve soyutlama gücü) ilişkisinin çözümlenmesi sağlanmalı; ardından da “varlığın bilinmesi = bilginin varlık ile örtüşmesi”... Söz ettiğimiz Felsefe, “geyik muhabbeti” ya da “laf ebeliği” değildir; Sofist’lerin ekmek kapısı ise hiç değildir!.. (3) Soru sormaktan çekinmemektir; cevabın peşini bırakmamaktır. Hayat’tan damıtılan varlık bilgisi’dir... Yinelemekte fayda var. Amacı, “doğru yanıtı bulmak” olan sorudan söz ediyoruz. Sorularla “geviş getirmeyi” değil!... Düşünmeden, düşünce üretmeden yaşamak olanaklı olsa da, bu “yaşanan şey”in yaşam olduğu tartışmalı... (Bu konu cidden tartışılmalı!..) Peki, bu tartışmayı (soyutlama sürecini) nasıl yapacağız? Sorunun yanıtı (üstelik binlerce yıl önce) verilmiş; “mantık’lı düşünmenin ilkeleri”ni bilerek... 1) Özdeşlik ilkesi: Her kavram kendi kendisiyle özdeştir. Bir kavramın anlamı bilinir olmalı ve birden çok (hele hele farklı) anlama gelmemeli!.. Bakınız: “kültür’ün başına gelenler”... 2) Çelişmezlik ilkesi: Birbiri karşısına konmuş iki çelişik yargı aynı zamanda doğru olamaz. Birinin yanlış olması gerekir. Bakınız: “zevkler, renkler tartışılmaz”... 3) Üçüncünün olamazlığı ilkesi: Birbiri karşısına konmuş iki çelişik yargı aynı zamanda yanlış olamaz. Birinin doğru olması gerekir. Bakınız: “vicdan’ın başına gelenler”... 4) Yeterli neden ilkesi: Her yargının yeterli bir nedeni olması gerekir. Bakınız: “sevgi anlaşmak değildir; nedensiz de sevilir”... Bu ilkeleri dışlayan bir zihnin mutlu olması (?) kolaydır; anlamlı olması ise olanaksız... Anlam olmadan, yaşam olası mı? (4) Felsefe kavramlarla yani “dil” ile üretilir. Dile getirmeden gerçekliği anlamak, üzerinde düşünmek olanaklı değil!.. Bu yorumda nedense (!) aşırıya giden Wittgenstein, “tüm felsefesini dünyayı resimleme işlevi gören dil” üzerine kurmuştu. Aşırı uçlarda gezinmekten zarar gelmese de, gerçeklikten kopmanın yararı görülmemiştir!.. Diyebiliriz ki, (pireye kızarak) “dil çözümlemesi”nin verebileceği ipuçlarını yadsımak yanlıştır; ama “dil çözümlemesi”ni felsefenin biricik işlevi (yorganın tamamı) olarak görmek de yanlıştır... (5) Bu yaklaşımın minik bir yansıması olarak, toplumsal yaşamımızdaki akıl ve düşünce ile ilgili “popüler sözler” üzerine düşünmek yararlı olacaktır: 1) “akıl akıl, gel ardıma takıl”, 2) “düşün düşün, zordur işin” (bu iki ifadeyi yeniden düzenleyerek aktarmayı uygun gördüm), 3) “efkârım birikmiş, sığmaz içime” (düşünceler anlamına gelen efkâr sözcüğünün, tasa ya da kaygı anlamına gelmesi “dikkat çekici”)... (6) Uzatmayalım, yukarıdaki ifadelerden yola çıkarsak, geleceğimiz yer bellidir; ve bugün “o yerden doğrulmanın” yollarını aramaya başlamamız gerekmektedir!.. İlk soruyla başlayalım isterseniz... Hayatımız yaşamaya değer mi? (1) Global sözcüğünün üç temel anlamı bulunuyor: 1)toptan ya da toplam; 2)geniş çaplı, ayrıntılı; 3)dünya çapında, küresel. Kelimenin ardındaki asıl anlamın görülebilmesi için “küresel tek tipçilik” kavramını kullanmayı yeğliyoruz. (2) Kolay değil, demek; yapılmıyor, demek değil. Şu bizim küresel balık hafızası durumu... (3) Sofistler: Malûmatfuruşlar... Bunlar kent kent gezerek parayla ders veriyorlardı; güzel konuşmayı (hitabet), mahkemelerde savunmayı, politik yaşamda başarılı olmayı öğretiyorlardı. Yunan Site Demokrasinin yeni bir yönetim biçimi olarak ortaya çıktığı o zamanki dünyada inandırma zanâatı (?) çok önemliydi. (Hoş günümüz dünyasında da bu konu çok önemli... Bu işi –ekmek kapısı olarak- çok yetkin (?!) bir biçimde yapan yazarlarımız bulunmakta.) Onlara göre, herkesin kabul etmesi gereken doğrular yoktu; doğru dediğimiz şey tek tek insanlara göre değişen bir şeydi. Daha da ileri giderek; iyilik, kötülük, adalet ve namus gibi değerlerin tek tek insanlara göre olduğunu, insandan insana ve toplumdan topluma değiştiğini savundular. Günümüzde yaşasalardı, “yalısından köşe yazan” olabilirlerdi... (4) “Mantıksız mutluluk” olur mu hiç, diyen okurlarımıza, “biz evleniyoruz” show’unu (?!) izlemelerini öneriyoruz. (5) Geleneksel ifrat–tefrit dengesi’nin felsefe ile hiçbir bağı olmadığını sanmayınız. (6) Geleneksel kudret, servet, şöhret üçgenin merkezinde, ham maddeci değer’in bulunduğunu anımsamak yararlı olacaktır.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © alidem, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |