Mutlu insanlar tatlı şeylerden söz ederler. -Goethe |
|
||||||||||
|
Nefret ettiklerin kadar kötü… Ne renk olursa olsun kaşın gözün Karşındakinin gördüğüdür rengin.. Can Yücel Bir uzaylı dünya televizyonlarını izlese, orada yalnızca kötü şeylerin, keza dünyalılar Türk televizyonlarını izlese bu ülkede hem kötü hem de abuk sabuk olayların, Türkler ise yalnızca TV ve basından Konya’ya ilişkin haberlere göre bir değerlendirme yapmaya kalksa, bu kentte yalnızca akıl almaz işlerin olup bittiği düşüncesine kaptırabilir kendini. Internet’te yayınlanan Ekşi Sözlük’te bu şöyle dile getirilmiş: “turklere sorulan salak sorular gibi salak salak sorulara maruz kalan sehirdir. sanki burası afrikada bir bir sömürge devleti turkiyenin, uzak bir yer oldugu için gelemiyorlar ve göremiyorlar. aslında turkiyenin tum dunyadaki imajı ile aynı. turkiyedeki konyanın.!” (http://sozluk.sourtimes.org/) Konya (herkes öyle bilir! [?]) özellikle ramazan ayında en çok içki tüketilen bir yerdir (?), şırıngalı sapıklar sokaklarda dolaşır (?) (www.milliyet.com.tr/2003/09/10/yasam/yas01.html), erkekleri porno düşkünüdür (?) (bkz. http://sozluk.sourtimes.org/konya), etli ekmek kafalıdır (?), yobazdır (?), dinci partinin kalesidir, ramazanda yolunuz düşmüş ise aç kalırsınız, sokakta bön bön bakan insanlar dolaşır, sizi bir dövmedikleri kalır vs. vs. Buna benzer daha birçok basma kalıp önyargı, şayet söz Konya’ya gelmişse, hemen ısıtılıp sohbetin garnitürü olarak dillendirilir (daha fazlası için yukarda anılan sözlüğü tıklamak yeterli). Neden böyle? Tıpkı olumsuz olayların haber değeri olduğu gibi, Konya için de olumsuzlukların piyasası vardır. Saydığımız tüm olumsuz özellikler aslında, Konya’nın temsil ettiği yaşam tarzının panoraması önünde kontrast oluşturur ve daha dikkat çeker. Eğer Konya’nın bir yüzünü sevmiyorsanız, onu eleştirmek için bu karşıtlıklar hazır malzeme sunar Size ve kıyasıya verip veriştirirsiniz: Dindar Konya’da “en fazla içki tüketilsin”, “sokaklarda sapık dolaşsın”, “porno düşkünlüğü” olsun, olacak şey değildir. Konya/Konyalı imgesinin en önemli belirleyicileri işte bu abartılı önyargılardır. Peki bunlarda hiç gerçek payı yok mudur? Elbette, Türkiye’nin diğer kentlerinde ne kadar varsa bu olumsuzluklar, Konya’da da vardır. Ama belki daha azı söz konusudur. Yalnızca Konya’nın adı önünde bunlar daha büyük görünür o kadar. Yenilerde bu yapay görüntüden duyulan rahatsızlığın, Konyalıları önlem alma konusunda harekete geçirdiğini gözlemliyoruz (http://www.selcuklu-bld.gov.tr/basin/2003/subat03_25.htm). Ahmet Sefa Odabaşı’nın yazılarından oluşan ve Konya Ticaret Odası tarafından yayımlanan Konya İmajı (Konya 2003) kitabını da genelde bu bağlamda değerlendirmek olası. Ancak yazarını yıllardır tanıyan biri olarak, özelde öyle değil. Konyalı tipini biz çoğunlukla bir eski başkentin sakini olarak değerlendirmeyi göz ardı ederiz. Konyalı kendinden öyle emindir ki, tıpkı eskiden bir Osmanlı ya da günümüz Amerikalısı gibi ekstra zahmete girip kendini tanıtmak için çaba göstermez. Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Beş Şehir yapıtında çizdiği Konyalı imgesinin verdiği ilk soğuk izlenimin ardında bu gerçek vardır. Bir başka yerde (1) vurguladığım gibi, Konyalının her şeyinde, eski bir başkentin yerlisi olmak gururu dışarı yansır. Bu nedenle Konyalı için nasıl göründüğünden çok, kendini nasıl gördüğü daha önemlidir. Sanatta, edebiyatta ve hatta pazarlamacılıkta imgeler çok önemli rol oynarlar. Hedef kitlenin kafasında var olan imgelere uygun resimler, ona olması ve olmaması gerekenleri duyumsatan, anımsatan, bilinçaltındakileri canlandıran reklamlar genellikle başarılı olur. Bu imgeleri somutlaştırıp, pazara süren firmalar, reklam spotlarında sık sık yinelenen telkinlerin bu etkisini ve imgelerin oluşturulan bir şey olduğunu bilirler. İmge (imaj) sözcüğü dilimize dışardan gelmiş (İng. image = resim), basın ve yayın araçları sayesinde oldukça da yaygınlaşmıştır. Somut olarak resim anlamına geldiği gibi, soyut olarak kafamızda belli bir şeyle ilgili resmi de ifade eder. Her sözcük her ne kadar ortak bir dil hazinesini oluşturuyorsa da, her birinin, o dili konuşan insanların kafasındaki izdüşümü aynı değildir. Anne, baba, ekmek, su gibi en temel sözcüklerin bile değişik çağrışımları vardır. İmgeler bu anlamda toplumda ortak çağrışımları olan sözcük ve kavramlarla ilgilidir. Kitlesel etkiyi düşünürsek, kullanılan imgenin insanların kafasında önceden mevcut bir takım düşünce, kategori ve yargılarla örtüşen, onları destekleyen ya da bilinçaltı dürtülerini çağrıştıran bir şey olması gerekir. İmgenin tam olarak ne olduğu hususunda net bir fikir oluşmuş değildir. Kimine göre insanın ya da toplumun kendini sunuş, kimine göre ise o kişinin/ toplumun algılanış biçimidir. Eğer kendimizi sunarken biraz stilize ettiğimizden, yani poz verdiğimizden yola çıkarsak, imgenin gerçeği biraz aştığını baştan kabul edebiliriz. Öncelikle hepimizin kendimiz hakkında bir fikri olduğu bir gerçektir; buna “öz imge” (ben, biz) diyoruz. Başkaları hakkındaki görüşlerimiz ise “öteki” imgesini oluşturur. Bu iki (çoğunlukla karşıt) imgeden, “ben” genellikle olumlu, “öteki” olumsuzdur. Kendimizin olumlu olduğu düşüncesi, her konuda en güzeli ve en doğruyu temsil ettiğimiz, her şeyin en güzeline layık olduğumuz ve en doğru kararı verdiğimiz önyargısından kaynaklanır; bu olumlu önyargıya “autostereotyp” diyoruz. Başkasının bu düşünceye göre daha az olumlu, eksik, eleştiriye açık, ikinci derece, gerekirse feda edilebilir bir konumda değerlendirilmesi ise “heterostereotyp”tir ki, başkaları hakkındaki olumsuz önyargılarımızı ifade eder (2). Önyargılar (peşin hükümler) genellikle adından da anlaşılacağı gibi, bizim bedava, yani zahmetsizce edindiğimiz yargılardır. Ne kendimizi, ne de başkalarını yeterince ve nesnel olarak tanıma zahmetine katlanmadan, yine üçüncü kişilerin referansıyla basmakalıp düşünceler ve değerlendirmelerle, birçok ayrıntıyı göz ardı ederek, bir çırpıda insanları bir kategoriye dahil etme rahatlığı ya da sorumsuzluğudur. Birisi hakkında fikrimizin olması için, onu bizzat tanımamız gerekirken, başkasının deneyimi ya da önyargısına güveniyoruz. Bu kategorik düşünce sınırlı ve dolayısıyla eksik bir bakış açısının sonucudur. Çünkü kategorize etme olayı nesnel bir gözleme ve deneyime dayanmaz; hiyerarşinin en tepesinde “ben” vardır ve diğerleri “ben”e yakınlığı oranında sıralanırlar. Önyargılarının esiri olmuş bir bakış açısı, daha sonra kendini haklı çıkaracak kanıtlar bulmakta gecikmez, çünkü (nasıl oluyorsa?) “bunun böyle olacağı bellidir (!)” (3). O halde ister sunuş isterse algılanış biçimi olsun, imgede bir amaç ve yönlendiriliş vardır. Neyi, niçin sunuyorsak, imgemizi ona göre kurarız. Ya da ötekini nasıl görüyorsak, onu öyle resmederiz. Amaç aracı belirler. İşte bu noktada imgenin belirtmemiz gereken bir başka yönü de şudur: Yabancı imgenin yaratılması, öz imgenin yaratılması olayının önemli bir parçasıdır. Gerek üst gerekse alt kimliklerin oluşumu esnasında aldığımız olumlu referanslar kadar, olumsuz referansların da önemli payı vardır. Yani bu anlamda örn. eleştirilen Konyalı imgesi yapıcı bir işlev görür. Nasıl ya da kim gibi olmalı sorusu kadar, kim gibi olmamalı sorusuna verilecek yanıt ta önemlidir. Var olan Konyalı imgesine bakacak olursak; sarhoş (içki tükettiği için), sapık (sokakta kadınları taciz edip, porno düşkünü olduğu için), geri kafalı (dindar ya da dinci olduğu için) ve etli ekmek kafalı (çok yediği için) bir resim ortaya çıkar. Konya’ya gittiğinizde göremeyeceğiniz bu hayali (imge), olunmaması gereken öteki imgesidir Günümüze dek süregelen bu Konya imgesinin elbette geçmişten beslendiği damarlar yok değildir. Odabaşı’nın alıntıladığı Naci Fikret Baştak’ın 1938 tarihli o dönemde var olan bazı gruplara ilişkin şu satırları ilginç değil midir? “1. Müttekiler (inananlar): Bunlar şarap, rakı ve daha bilmem ne gibi şeyleri içmek değil, böyle bir şeyi hatırlarına bile getirmezler. 2. Yaraş grubu (cahil toplum): Bunlar ya hiç tahsil görmemiş veyahut pek az tahsil görmüş 15-20 yaşını bulunca kendilerinden evvelki anaçların delâlet (öncülüğü) ve rehberliğiyle hovardalık ve itlik âlemine girmeği bais-i gurur (gurur sebebi) ve iftihar bir şey addeden (sayan) hergele makulesi (takımı) idi. Bunlar akşam yemeğinden sonra o gece nerede ‘oturak’ varsa oraya giderler, içerler, saz dinler ve çalarlar, karı oynatırlar, her halde bir çıngar (olay) bir bela çıkararak eve dönerlerdi. 3. İşte bizim bu mahalde kendilerinden bahsetmek istediğimiz zümre demkeşler zümresi (içki içenler grubu) Bu zümreye mensup olanlar bir çok menbalardan gelirler. Medreseye müntesip iken sonradan alakayı kesmiş olanlar, bir tekkeye ikrar (karar) vermiş iken çilleyi kırmış olanlar, ilk mektebi bitirdikten sonra devair (daireler) ve aklâm-ı hükümete (hükümet kalemlerine) intisap etmiş ve mamafih hiç yaraşlar zümresine iltihak etmeksizin (katılmaksızın), otuz beş yaş, kırk yaşlarını bulmuş olanlar vesaire vesaire.” (4) Geçmişten gelen bu imgeleri resimlerle örnekleyen A. Sefa Odabaşı, kitabını şu bölümlerden kurmuş: İmaj Yazıları (s. 17-36), İmaj ve Kültür (s. 37-42), Mekanlar (s. 43-58), İnsanlar (s. 59-78) ve Sonsöz (s. 79 vd). Yazar öncelikle düne ait Konyalı kadın, erkek, genç, kaynana, kişizade, hacı, hacı emmi, hovarda, evlatlık ve gelin imgelerini ortaya koyuyor. Daha sonra adeta okurun elinden tutularak geçmişte insanların yaşadığı ve Konya kültür yaşamına damgasını vuran mekânlara bir yolculuk yapması sağlanıyor: Konya sofrası, çamaşır temizliği, düğünler, lokantalar, sinemalar, ulaşım araçları, polis okulu, kızlar mektebi bunlardan. Konya’nın eski seyyar satıcıları, attarları, hamal ve boyacıları, bahçıvanları, Romanları gibi üst başlıkta toplayabileceğimiz grupların yanında, Mehmet Ruhi Dede, antikacı N. Rüştü Büngül, Arnavut Arif ve Aşık Ali Rıza gibi kendine özgü tekil kişilikler de konulaştırılmıştır. Aslında günümüz Konya imgesine önemli/olumlu katkı veren insanlarla bu dizi devam ettirile bilinir (Mehmet Ali Uz’un Konya Kültürüne Hizmet Edenler (Konya 2003) başlıklı kitabı bu boşluğu doldurmaktadır). İster şu ister bu gruba dâhil olsun, Konya’da hala geçerliliğini koruyan asalet düşüncesi, “Asil azmaz, bal kokmaz, kokarsa yağ kokar onun da aslı ayrandır” sözünde dile gelir. “Konya’da asaletin diğer bir söyleniş şekli de ‘Kişizade’liktir. Bu deyim salt Konya’ya özgü bir deyimdir. Erkek olsun, hanım olsun bu sıfatı hak eden herkese söylenir.” (s. 27) Üst başlık olarak bu kitapta yer verilmeyen bir grup da Konya’nın hovardalarıdır. Mehmet Tahir Sakman’ın Dünden Bugüne Konya Oturakları (İstanbul 2001) kitabına konu olan bu geleneğin de kendine özgü ve Konya kimliği ile imgesine önemli ölçüde etki eden kuralları vardır. Hovardalar arasında bile uyulması gereken normlar söz konusudur. Odabaşı bunu bir başka kitabında anlatır: “Oturaklarda oturak kurallarına uymayan veya çizgiden çıkan bazı kimselere yapılan işin uygunsuz olduğunu hatırlatmak veya bir daha tekrar etmemesi için ihtar mahiyetinde olarak kulağı kesilirdi. Bu işlem o kişinin canlı bir sabıka kaydı olarak suratına işlenmiş olurdu.” (5) Konya’da hovarda türküleri dikkat çekmesi de yukarıda anılan nedenlerdendir, çünkü Konya’nın sosyal yapısına tezat oluşturmaktalar. Tutucu, dindar ve kapalı bir sosyal yaşamın hüküm sürdüğü inancı, Konya türkülerinin bu doğrultuda olacağı beklentisini doğurur. Hâlbuki bu karşıtlık ters orantılı bir gerçeği yaratır, eşyanın tabiatı böyledir. Ne kadar bastırırsanız, o ölçüde diğer yandan patlar. Çapkınlık, içki kullanımı, metres tutma vb. gibi konuların türkülere girmesi, toplumun bu hususlardaki duyarlılığının bir sonucudur. Diyelim aile baskısı sonucu istemediği biriyle evlendirilen erkeğin gözü dışarıda olacak, yukarıda bahsettiğimiz gibi, türkünün koruması altında, bilinçli ya da bilinçaltı isteklerini dolaylı dile getirecektir. Konya türkü repertuarında bulunan “Kazım”, “Alime”, “Cemile”, “Meram Bağları”, “Eşmekaya”, “Sille” türküleri böyledir (6). Odabaşı, kitabının sonsözünde, Konya’ya ilişkin imgelerin kaynaklandığı alanları özetler: “Toplumların tarihine bakıldığında değişmesi zor olan imaj öğesi, sağlam olan dini inançlarıdır. Dini inançlar insanların imajlarının değişmesine büyük oranda engel oluşturur. Bütün dinlerde bu böyledir. İnsanların bazı konularda düşüncelerine kayıt koyarak evrenselleşmeyi geciktirir. Savaşlar ve yönetimdeki siyasi gruplar da kentlerin imajına etki ederler. Anadolu Selçuklu Devleti’nin yıkılmasından sonra bir Karaman ülkesi olan Konya 700 yıl Osmanlılar’ın Karamanoğulları ile olan zıtlaşmasının kurbanı oldu. Büyük bir imparatorluk başkenti olan Konya’nın yüzyıllar boyunca ihmal edilerek kapalı bir kent olmasına neden oldu. Bununla birlikte bu kentte yaşayan bireyler hem kendilerinin hem de kentin imajını hiçbir etkenin baskısı olmadan (?; AOÖ) oluşturdular. (...) Kentin imajında ise, tarih içinde büyük boyutlarda bir değişme yoktur. ‘Dindar şehir’ olarak ortaya çıkmıştır.” (s. 79) Bozkurt Güvenç, imgeniz kimliğinizin bir parçasıdır der. Bunu ben, “nasıl göründüğümüz ve algılandığımızdan kendimiz sorumluyuz, o halde kimliğimizi, kendimizi nasıl algıladığımız (öz imge) kadar, nasıl göründüğümüz gerçeği de belirler” biçiminde yorumlamak istiyorum. Kimlik (içinde taşıdığı soru bağlamında), tanım gerektiren bir olgudur ve o tanım başkaları tarafından yapılınca görece daha nesnel olur. O nedenle kendimizi anlattığımız/ anlatabildiğimiz ölçüde daha nesnel olarak resmedileceğimiz düşüncesiyle, A. Sefa Odabaşı’nın bu kitabını selamlıyorum. Son dönemde (bir bölümüne yazımız bağlamında değinebildiğimiz) yayımlanan Konya kitapları, gerçekten gereksinim duyulan bu çabalara yanıt verecek ve diğer kentlerimize örnek olacak yoğunluktadır. Odabaşı’nın yayımladığı kitabın, Konya’nın öz imgesini ortaya koyma çabası olarak önemli bir işlev göreceğini düşünüyorum. *) A.Sefa Odabaşı: Konya İmajı. Mekanlar – İnsanlar, Konya Ticaret Odası Kültür ve Eğitim Yayınları No: 28, Konya 2003, 80. s. Resimli. Kaynakça 1) Öztürk, A.O.: „Konya Türkülerinin ‚Kimlik Tanımı Bağlamında’ Sosyal İşlevi“. Folklor/ Edebiyat, Sayı: 32, 2002/4 s. 267-274 2) Bkz. Kocadoru, Y.: “Avrupa ve Türk İmajı”, İmaj Yazıları. Yay. Haz. A.O. Öztürk, Konya 1997, s. 8 vd. 3) Bkz. Ann Helene Skjelbred: “Norveç’te Türk İmajı. Söylentiler ya da Tarihsel Açıdan Stereotipler”. (Çev. A.O. Öztürk) Tarih ve Toplum, Sayı: 130, s. 22-25. 4) Ekekon Gazetesi, 11. Kânun 1938’den Odabaşı, A. S., s. 21. 5) Dünden Bugüne Konya Türküleri, İl Kültür Müdürlüğü Yayınları, Konya 1999, s. 90. 6) Malkoç, Özlem (Söyleşi). “Konya Türküleri İlginç Bir Yapıya Sahip”, Selçuk İletişim Gazetesi, Eylül 2003, s. 6. A. SEFA ODABAŞI, 1929 yılında Konya'da doğdu. Dedeleri Kafkasya kökenli olup, Dağıstan’da hakimiyet kurmuş Odabaşı Hanlığı'na mensuptur. Rus zulmünden dolayı dedeleri Dağıstan’dan göçerek Van'ın Başkale Kazası'nda 100-150 yıla yakın bir süre ikamet ettikten sonra, tekrar göçe mecbur kalmışlar, evvela Musul'a, sonra Adana'ya ve daha sonra Konya'ya gelerek bu kutsal şehre yerleşmişlerdir. A. Sefa Odabaşı, ilk ve orta tahsilini bitirdikten sonra Konya Lisesi'ne devam etmiş, 1949-1950 yılında Edebiyat Şubesi'nden pekiyi derece ile mezun oldu. Yüksek tahsil için gittiği İstanbul'da 5 yıl kalarak, sanat etkinliklerini izlemiş ve dönemin ünlü edebiyatçılarıyla buluşmuştur. 1958 yılında SSK'ya memur olarak girmiş, 1982 yılında emekli olmuştur. Kültür Bakanlığı'nca tescilli sikke ve etnografik eserler koleksiyonu bulunmaktadır. Evli ve iki çocuk babası olan A. Sefa Odabaşı'nın kitaba karşı olan merakı nedeniyle Konya ile ilgili olarak derlediği fotoğraf, belge ve periyodik yayınlardan oluşturduğu zengin bir kütüphanesi bulunmaktadır. Başlıca kitapları; Fotoğraflarla Geçmişten Konya, Konya'da Geçmiş Zaman, Eski Kartpostallarda Konya, 20. Yüzyıl Başlarında Konya'nın Görünümü, Dünden Bugüne Konya Türküleri, Geçmişten Günümüze Konya Kültürü, Konya Mutfak Kültürü ve Konya İmajı'dır. Ayrıca Konya sanat ve kültürü ile ilgili yayımlanmış; 500'e yakın makalesi bulunmaktadır. (bkz. www.merhabagazetesi.com.tr/arsiv/2003/11/03/g1.htm)
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Ali Osman Öztürk, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |