|
Anasayfa |
Son
Eklenenler |
Forumlar |
Üyelik |
Yazar
Katılımı |
Yazar Kütüphaneleri |
|
|
12 Aralık 2003
Creamfıelds
Yudum ŞAŞMAZ
Benim için ise bu gece tam bir kumardı; ya Placebo’da tatmin, ya Timo Maas’ta teslim edecektim ruhumu! |
|
Türkiye’deki ilk Creamfields, kendi tarihinde de bir ilk yaşadı ve ana sahnenin headliner’ını, vay be, Placebo olarak belirledi. İlkler gerçekten unutulmaz mı? Yoksa deneyimsizliğin yarattığı sakarlık büyüyü bozar mı? Brian Molko’nun “Bunun bir dans festivali olduğunu sanıyordum. Öyleyse benim burada ne işim var? Sizin burada ne işiniz var?” serzenişi kaçırılmaması gereken ayrıntılarındandı. Benim için ise bu gece tam bir kumardı; ya Placebo’da tatmin, ya Timo Maas’ta teslim edecektim ruhumu! İkisinin karışımı ise şizofrenlere deva iddialı bir reçete gibi. 13 Eylül 2003’ün yükseleni kesinlikle ‘ikizler’di...
Creamfields festivalinin evveliyatı pek eski değil. James Barton’un, o kim bilmiyorum, Liverpool’daki kulübü Cream büyük ilgiye mahzar olup, mekanın sınırlarını zorlamaya başlayınca, 1998’de ilki düzenlenen ve Creamfields adı verilen organizasyonla müşterinin haz eşiği yükseltildi. Kısa zaman sonra Cream, rakipsiz bir marka, Creamfields ise pek çok dergi (DJ Magazine, Mix Mag falan filan..) tarafından her yıl ödüllere boğulan bir festival haline geldi. Diğer büyük festivaller gibi Creamfields’in de İngiltere doğumlu olması nasıl bir tesadüf değilse, şanına yakışır bir şekilde club müziğinin kaymak tabakasını bir araya getirmesi de kaçınılmazdı. Arjantin, Meksika, Polonya ve Çek Cumhuriyeti’nden sonra Creamfields 5. yılında İstanbul Park Orman’da sahne aldı... Hep durumu sakat ülkelerde düzenlenmesi de ayrı bir hikaye.
Garbage’ı da bir çamur deryasında izlemiştik. Doğal ortam iyi hoş da, sevdiğin müziği, hem de canlı, izlerken dış etkenlere dikkat etmek neyin nesi. İnsan güzele kontrolsüz bakar kardeşim, mümkünse elindekileri yere düşürür. Yağmur mu yağdı, yoksa sabah havuzdaki denyoların taşırdığı su mu buladı mekanı bilemiyoruz, neticede bir yere menzilendik, festivalin dans karargahları arasında gönlümüzce gezemedik...
Bu arada bir iki tehlikeli görüntüyü de belirtelim. Park Orman’ın havuzu rekor büyüklükte, Allah daha büyüğünü versin gözümüz yok ama (yine!) kablolar birbirine karışarak suya gire çıka ilerliyor. Bir gün bir yer açık olacak, partiyi komple elektronik yapacaksınız. Buna dikkat derim.
Bir de tuvaletler... Mekanı çevreleyen ormanın yarattığı tevekkül duygusundan mıdır nedir, koca işletme iki tuvaletle sınırlandırılmış. Bu da her iki tarafta acıklı kuyruklara sebebiyet veriyor. Öyle ki, bir çok partide buraya da portatif dj ortamı kurulur, sıradakilerin zihin açıklığı muhafaza altına alınırdı. Creamfields’ta bunu aşmak üzere geçici tuvalet firmasıyla anlaşmışlar. Aklı sıra büyük bir yenilik. İşte nereye istersen gelip on dakikada kuruyorlar. İçi de bayağı işlevsel. Pedala basıyorsun su geliyor, sıvı sabunu, aynası tastamam. Fakat tuvalet kisvesi altında bir çukurla muhatapsın. Meselenin bundan sonrasını anlatıp sayfadan uzaklaştırmak istemem ama, Trainspotting’de “İskoçya’nın en kötü tuvaleti” iltifatını alanın ikizi olduğunu söyleyelim. Tuvalet sorunu böyle çözülmez, o yüzyılın buluşu olarak lanse edilen portatif tuvaletler de, nasıl TSE almış, yoksa almamış mı? Ortada bir “terslik” var.
Gecenin başına dönelim; Tarabya’dan İstinye’ye indiğimizde karşılaştığımız sağlı sollu park etmiş arabalar meğer bize bir şeyler anlatmak istermiş. Ama grubun sorunlu insanı olan bendenizin hava muhalefetine karşı sürdürdüğüm savaşın yansıması olarak hırkamı arabada bırakmaya yönelik direnişim, ve fakat arabayı da mümkün olduğunca yakına çekme ısrarlarım nedeniyle attığımız şeref turları sonunda, en yakın ( Park Orman’a 3km) ara sokağın da seyyar park görevlilerince işgal edildiği komedyası ile karşılaştık. Daha da sevimlisi bu üç kilometrelik mesafeyi yürümek istemeyen müzikseverlere yolun başından 10 dakika aralarla ‘korsan’ taksiler kaldırılıyordu, adam başı 1 milyon. Park Orman’da park yeri yok, oh ne güzel iş be...
İçeri girdiğimizde saat 23 sularıydı, Placebo’nun, boğulma ihtimali yüksek, derinliğine açılmıştık. Uzun zamandır görmediğim kadar büyük kalabalığa karıştığımda, mecazın mübalağa yeteneğine saygı duymayı öngöremeyecek yaşta hayranların yoğunluğu beni bunalttı.
Placebo gelmeden, rüzgarı geldi; son bir haftadır basın, bunun heyecanından mıdır bilinmez, ardışık hatalar yapmıştı. Gerek Vatan’ın Rock’n Coke ve Barışarock haberinde The Cardigans yerine basılan resmi ile gerek Hürriyet’in Cumartesi ekinde verilen festival programında altı saat sahnede kalacaklarına dair iddia ile. Bir de konser sonrası, Haşmet Babaoğlu’nun ‘Without you, i’m nothing’i çalmadıklarına dair sitemini yansıtan satırların şaşkınlığı var... Adam çalmadan önce 4 dakika 44 saniyelik yavaşlama için izin bile istedi, daha ne yapsın? Ama bilemiyoruz tabi, aşk insanın aklını başından alıyor, hele defter de eskilerden, kendinden etiketli bir örnekse, kaldırıp atmak kolay olmuyor demek... Malum, şimdi defterler kiloyla satılıyor, beğenmediğin sayfayı da yırtıyorsun.
Festivalin ücra mekanı olarak kurulmuş Switch pistine girerken tanıtım afişine takıldı gözümüz. “Switch, the mecca of music” diyor, yani ‘müziğin mekke’si. Eh be kardeşim, AKP iktidarı bu kadar mı etkili? Bir de bünyenizdeki dj’lerin sakalına bıyığına verin terbiyeyi, tam olsun memleket. Adın niye Switch ki, o zaman? Ayarla ona da arapça bir şeyler... Ağaçların arasında, inceden bir ışık, tuhaf bir ortam oluşturmuşlar. Piknik masaları falan, dişimizin kovuğunu dolduracak bir ritme rastlamasak da, sükunet iyi geldi. Festival öncesi duyumlarına göre John Creamer da bu sahneye sürülmüştü. Flyer ve afişlerde adamın adını küçük ve silik yazdığınız yetmiyormuş gibi müziğine de saygı duymazsanız, son anda yapacağınız sahne değişikliği de işe yaramaz, yaramadı da nitekim!
Anfi tiyatroda kurulan “Dance&Techno” sahnesinin ağır topu Timo Maas’tı. Yapılan transferle John Creamer, Maas’tan hemen önce aynı sahnede çıkacak ve ortamı hazırlayacaktı, olmadı. Belli ki duygusal çocukmuş Creamer, içine atmış, susmuş. Hayır, olan bize oldu. Çokça küskünlükten kaynaklanan, bilinçli kötü performansın seyirciye yansıması ise, tam bir ayaklanmaydı! Yüzlerce insan ıslık eşliğinde duruma isyan ederken, Creamer istifini hiç bozmadı, setini başladığı kadar kötü bitirdi. Sonrasında çıkan Maas, düşen kafaları ve asılan suratları toparlayabildi mi, tartışılır...
Bu arada ana sahnede Way Out West ile olsun, Hybrid ile olsun kıyamet kopuyordu ama dans festivalinin amacını aşan soğuğa göğüs gerip dışarı çıkmak her baba yiğidin harcı değildi. Vücut ısısını düşürmemek, club raconunun şanındandır, bilen bilir.
Gecenin sonunda burnumuzu çeke çeke, paçalarımızda kuruyan çamurları da yanımıza alarak çıktık ormandan, karıştık şehre. Boğazımıza takılan gecenin faturası ise; tüketilen su stokları...
Söyleyeceklerim var!
Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?
Yazıları
yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz
ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız,
yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.
Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.
|
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
|
bir denek gibiyim, hissediyorum. fakat kendini de bu lanet deneye, böylesine kaptıran var mıdır, merak ediyorum.
ne ulaşmam gereken bir beyaz peynir sevdiklerim, ne de bir sarkacın peşinde gözlerim . .
bu arada bir çift can sıkıntısı diliyorum; her gün başka bir ihtimalin kıyısında deliriyorum . .
|
|
bu
yazının yer aldığı
kütüphaneler |
|
|
|