Bu kitap çok gerekli bir açığı dolduruyor. -Moses Hadas |
|
||||||||||
|
“ Saat kaç?...Bu soruyu belki de son yarım saattir on kez sordum kendime. Zaman ilerlemiyor sanki, saniye kadranı ne kadar da yavaş gidiyor. Şu üç saat nasıl geçecek. Üç saat geçecek ve benim hayatım belki de daha anlamlı olacak artık.” Bu düşünceler içinde tekrar saate baktı. Evet iki saat elli dakika kalmıştı. İki saat elli dakika sonra hayatı boyunca yapamadığını yapacak, sevdiği insana duygularını dökecek, mutluluğa bir ucundan takılacaktı. Kalbi son hızla çarpıyordu, bir sigara yaktı. Elindeki kumanda aletindeki tuşları anlamsızca geziniyordu, ekranda bazı görüntüler çıkıyordu ama o hiçbirini göremiyordu, aklı yine başka yerdeydi. Ama bu seferki çok farklıydı. Zaten onun da kendisine olan ilgisini farketmese böyle bir işe hiç girişmezdi bile. Hayattan kopuk bir vaziyette, kendi dünyasında yaşarken, bu kez kendi dünyası içinde onu sevebilen, ona aşkı hatırlatan bir insana rastlamıştı. Saat yavaş ilerlemeye devam ediyordu. Sigarasını söndürdü. Bugün de amma çok içtim diye düşündü. Başı çok ağrıyordu. Doğruldu, buzdolabının üstündeki ilaç kutusundan bir ağrı kesici almak için mutfağa doğru ilerlemek istedi. Ama yapamadı. Bir an başı döndü ve tekrar koltuğa düştü. Zaten üç gündür hastalıkla boğuşuyordu, bir soğukalgınlığı salgını alıp yürümüş, o da bundan nasibini almıştı. Son bir hamleyle doğruldu. Şimdi daha iyiydi ve gitti ilacı aldı, yarım bardak da su...Mutfakta akşamüzeri yaptığı güzel yemekler gözüne çarptı. Son birkaç yıldır aşçılığım mükemmelleşti diye düşündü. Birinin kenarından ufak bir parça yedi. Neyse, şu mükemmel görüntüyü bozmadan uzaklaşmalıydı mutfaktan. Tekrar odaya geldi, koltuğa oturdu ve rutin hareketini yaptı; saatle tekrar bakıştı, daha iki saat vardı. Birazdan gelecek olan güzel insanla tanıştığı günlere döndü, onunla oturduğu ilk çay bahçesini yaşadı bir an; bardağı düşürüp kırdığı anı yaşadı. Hatta unutup mutfaktan getirip bardağı da düşürüyordu az daha. Son anda tuttu, sehpaya koydu. Şu an o çay bahçesindeydiler. O, masmavi gözlerin derinliklerindeydi ve başka hiçbirşey görmüyordu. Etrafında onlarca insan uğultu içinde konuşuyor, gülüşüyor; o ise hiçbirini duymuyordu. O anlamsız kalabalıkta yalnız iki kişiydiler. Masmavi bir çift göz... Bu gözlerin onun hayatının anlamı olacağını içinden bir ses o gün de söylemişti. Aradan aylar geçti ve bugün beklediği gündü. Sevdiğine haykıra haykıra seni seviyorum diyecekti. Otuziki yıldır böyle bir insana neden rastlamadım? Y da rastlanılanların hiçbiri nasıl oluyor da bu insanın yanından bile geçemiyordu? Gerçek aşkı bulmuştu işte. Kalktı; kasetçalara bir kaset koydu. Klasik müziği hep sevmişti ve şimdi şimdi de tıpkı kendisi gibi klasik müzik seven birisiyle beraber yiyeceği akşam yemeğinin öncesinde; onun heyecanlı bekleyişindeydi. Başının ağrısı hala hafiflememişti. Bir sigara daha yaktı. Bazen ters etki yapıp, aldığı nikotin bu gibi durumlarda ağrıyı hafifletirdi. Belki yine öyle olur diye düşündü. Daha bir buçuk saat vardı. Saat, sanki onunla inatlaşıyordu. Mümkün olan en yavaş hızda ilerliyordu. Klasik müziğin havasına kapılıp yine hayallere daldı. Elele tutuştukları ilk günü hatırladı. Sinemaya gittikleri o gün, çıkışta bir anda – bu bir an onun için hayatının en heyecanlı anlarından biriydi belki de – eline sarılmış, küçücük eliyle elini tutmuştu. Hiçbirşey demedi ama heyecanını da gizleyemedi. Zaten kız da birşey dememişti. Herşey bir anda olmuştu. Öylece kaldırımları arşınladılar, evinin önüne gelince vedalaştılar. Artık tek başına yürüyordu ama hala elindeki sıcaklığı hissedebiliyordu. Bu kadar heyecanı kaldırabilecek miyim diye düşündü. Yok canım sadece elini tutmuştu... Saçmalama dedi kendi kendine, kız seni seviyor ve sen de onu. Öyleyse bu anlamsız bekleyişin sebebi ne? Bu anlamsız bekleyişe son vermek için en uygun zamanı seçmeliydi. Bir taksi durdurup bindi. Hala ondan kopamamış; hala onu yaşıyordu. Biraz sonra “artık söylesen abi nereye gideceğini” diyen bir sesle irkildi. Taksici dikiz aynasından sert bir ifadeyle ona bakıyordu. Muhtemelen soruyu üç-dört kez daha sormuş ve o, geçici sağırlık dönemindeyken bunları duymamıştı. Gideceği yeri söyledi, hafifçe gülümsedi. Adam, taksicilerin kendine has hareketiyle vitesi attı. O günü bir kez daha yaşamıştı. Bu düşüncelerle zaman biraz daha geçmişti. Ama nedense çok az... Artık bir saat kalmıştı... Evet, altmış dakika ya da üçbinaltıyüz saniye... Tek tek saniyeleri saymaya bile razıydı biraz sonrası için. Başladı üçbinaltıyüz...üçbinbeşyüzdoksandokuz...üçbinbeşyüzdoksansekiz...üçbin.......Yine saçmalıyordu. Ama ne yaptığını bilemiyordu. Başağrısı da amma şiddetlenmişti yine. Düşüncelerle yorulmuştu tabi. Gidip bir ağrı kesici daha aldı. Tekrar odaya geldi, kasedin diğer yüzünü çevirdi. Şimdiki müzik kasetteki en sevdiğiydi. Hafifçe melodiyi mırıldanarak kanepeye uzandı. Çok az kalmıştı. Biraz sonra sevdiği insan yanında olacaktı ve ona, hayatı boyunca hep yapmak istediği ama o insanı bulamadığı için bir türlü yapamadığını yapacak; sevgisini söyleyecekti. Hayır...Haykıracaktı hatta abartıp bağırsa mıydı?...Mutluluğu ve heyecanı biraz daha arttı. Bu düşünceler içinde uzandığı kanepede uyuyakaldı................................................................. Kapı dakikalardır çalınıyordu; ama açan yoktu. Kız iyice kuşulanmıştı. Işıklar açık, içeriden müzik sesi geliyor ama kapı açılmıyordu. Karşı komşunun kapısını çaldı. Akşam eve geldiğini gördüğünü ve evde olduğunu söyledi. Kız daha bir garipleşti zile uzun uzun basmaya devam etti. Neden sonra bir koku farketti. Komşu kapıdan ona bakıyordu ve kokuyu o da almıştı. Adam kapıyı kırmay önerdi. Kız önce buna razı olmadı. Ama koku sanki onu da bu yola sürüklüyordu. Sonunda kabul etti... İçerideki manzara ve koku daha da kötüydü. Genç adam doğalgazdan zehirlenmiş, kanepede uyuyakalmıştı. Bir daha da hiç uyanmadı; uyandıramadılar. Tam gerçek sevgiye ulaştım diye düşündüğü an, onu yakalayamadan uyumuştu işte. Kızın çığlıkları inletti apartmanı. Bu kadar heyecanı ve mutluluğu gerçekten kaldıramamıştı genç adam. Yüzündeki mutlu ifadeyi ise hala kaybetmemişti; ölürken bile.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Hüseyin Günşat Kılınçarslan, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |