Yaşam hoştur, ölüm rahat ve huzurludur. Zor olan geçiştir. -Asimov |
|
||||||||||
|
Beden yaşımızı yıllarla ölçebiliyoruz, aynalarda görebiliyoruz. Üstümüzden geçen saatler,günler,haftalar,aylar,yıllar yıpratıyor bedenimizi...Her geçen gün değişiyoruz.Belimiz biraz daha bükülüyor,yüzümüzdeki çizgiler çoğalıp derinleşiyor, saçlarımız ağarıyor ve azalıyor; hatta uzaması bile duruyor.Yer çekimli dünyanın kuvvetine karşı koyamadan, toprağa doğru kayıp gidiyoruz durmadan...Sonunda iflas edip ölüyoruz. Kimimiz cennete, kimimiz cehenneme gidecek sonra (!). İşte burada bana ters gelen bir şey var. Cennet ve cehennem olgusunu düşününce kafam karışıyor..Öldüğüm zaman benim gidebileceğim bir yer var da; neden otların, ağaçların, kuşların, çiçeklercehennemleri yok!? Oysa onu yaratanla beni yaratan varlık aynı...Salt aklımızın ve dilimizin oluşu mu neden oldu, cennet ile cehennemi icat etmemize acaba diyorum. Bir otu düşünüyorum bu bağlamda. Sıcak bir iklimde (çölde örneğin) yeşermiş, sonunda ölmüşse yağmursuzluktan; yaşadığı hayat cehennem midir?Bence evet!..İnsan da böyledir kanısına varıyorum, çöldeki otla eşitleyince hayatı..Yokluk, sefalet, dert içinde ömür geçiren kişi zaten yaşamıştır cehennemini...Aksini düşünmek mantığım dışında kalıyor. Onlar için bir başka cehennemi düşünmek insafsızlık olacaktır. Diğer taraftan refah ve bolluk içinde yaşayan, mutlu olan insanların cennette olduğunu var saymak olanak dışı olamaz kanısına varıyorum.. Sonuçta insan cennete de, cehenneme de yaşarken tanık olmakta; iki mekandan geçerek toprağa akmaktadır. Otların hayat bulması bir başka baharla; insanların hayata dönmesi bir bebeğin doğuşuyla yenilenmektedir. Ve gönül yaşımız! Bunu ölçecek ne metremiz var, ne terazimiz, ne takvimimiz..O bizim tutulmaz yanımız... Bakışımıza yansıyan hüzünlerle, ışıltılarla, buğularla, sorularla, yumuşaklık ve kızgınlıklarla,bedenimize verdiği emirlerle, sevgi ve aşklarla ortaya koyar kendini...Bir de içgüdülerimizle..Ama hiç değişmez gönül yaşımız. Bebekler ve çocuklar aşkı bilmez diyeceksiniz şimdi; yanılıyorsunuz!..Bebeğin aşkı annesidir. Bu aşk zamanla yön değiştirerek kız çocuklarında babayı, erkek çocuklarında öğretmenini hedef seçer kendine...Masumane bir duygudur şimdilik...İçinde seks olgusu uyandığında ise karşı cinstir artık kişinin gideceği yer. Bir bakıma içgüdüsel yanımızdır seks eylemi. Güdümlü yada güdümsüz uygulanışı ise aldığımız eğitim, dinsel kültürel algılarımız, tatmin duygumuzun ne kadar bastırıldığının göstergesi şeklinde ortaya çıkacaktırYani ayıplar,yasaklar, günahlar devreye girer bu bağlamda. Bunlara uygun bir aşk yaşıyorsa kişi(evlilik adı altında olanı, tescillisi yani), toplumsal beğeni kazanır; değilse dışlanır.Niye?! Gönül yaşımız değişmez demiştim. Şöyle bir olay anlatsam hak vereceksiniz bana. Ben ellisini arkalarda bırakmış bir bayanım. Geçenlerde eşim yüzüme bakıp “seni emekliye ayıracağım” dedi. Bir nedeni olmadan dedi üstelik. Yaşlandığımı, işe yaramadığımı ima ediyor olmalı herhalde diye düşündüm yüzüne alık alık bakarak... Oysa yemeğini yapıp önüne koyan, bulaşığını çamaşırını yıkayan, ütüleyen, evi temizleyen bendim hala...Pazara, markete alış-verişe giden de ben!...Her gün içtiği üç paket sigaranın dumanıyla zehirlenen de ben! Gene de işe yaramıyordum demek!...Zaten bu ülkede ne zaman kadının adı oldu ki!...Hiçbir zaman!..Duygu Asena haklıydı, hem de çok haklı!...Oanda adımın Ahmet,Mehmet,Hasan, Hüseyin,Onur ... olmasını istedim.Onur!..En iyisi buydu işte!..Yaptığım savaşa en uygun olan addı bu! Nüfus cüzdanımı bulup adımı karaladım, üstüne ‘Onur’ yazıp koydum önüne eşimin. ”Bana bundan sonra Onur Bey diyeceksin, tamam mı? Adım bundan sonra bu !..” dedim. Bu kez alık alık bakma sırası ondaydı. Bu kadarla kalsam iyi bildiniz! Sen misin emekliye ayrılmak istenen?!..Bir şimşek çaktı kafamda; bir sevgili bulduğu kararına vardım. Benden genç olmalıydı garanti. ”Kaç yaşında!?...” diye bağırdım. ”Kim?” dedi. “Kim olduğunu iyi bilirsin, boşuna saklama !..” diye karşılık verdim. Bir bakıma kıskandığımı ortaya koyduğum için bu davranışımla, aslında kızdım kendime. Gene de bu duygunun esiri olarak koştum aynanın önüne. Çekmeceyi açtım tokaları biriktirdiğim çantayı çıkardım. Ne kadar toka varsa taktım saçlarıma...Boncuklular,taşlılar, sakızlar...Bir iki de örgü attım orasına burasına, uçlarına kordelalar bağladım. Kaküllerimi maşalayıp düşürdüm kaşlarımın üstüne..Gözlerimi sürmeledim, kirpiklerimi rimelledim.Yanaklarımı alladım en kırmızı allıkla...Dudaklarım derseniz ateş parçası!...Göz kapaklarım iki yeşil yaprak!...Birde ‘ ben’ kondurdum yanağıma simsiyah...Tam bir kiraz ağacına dönmüştüm işte!..Mevsim kıştı ama ben bahardaydım..Hem de kiraz zamanında..Top top kirazlar sarkıyordu dallarımdan..Beni sepetine toplayanın,en çok para ödeyenin olacaktım işte! Kararlıydım..Beni emekliye ayırmak gibi bir gafa düştüğüne pişman edecektim onu. Lakin insafım tuttu, vazgeçtim..Kirazlarımı kargalara kaptırmamak için insana dönmem gerekiyordu bir an önce. Bikinimi giydim, çantamı taktım koluma.Ayaklarımda mavi sandaletler!..Denize gidercesine, biraz da kıvırtarak gelip dikildim eşimin karşısınaJ))))Halime bakıp gülecek sanmıştım, nerdeee!..Yüzünü ekşitip, alt dudağını sarkıttı.Ben: “Bundan sonra sırayla yıkayacağız bulaşıkları, çamaşırları..Bir gün sen, bir gün ben!..Yemekleri de öyle!..Hatta çocuk doğururken bile bozulmayacak bu sıra “ diye bağırdım. İyice şaşırmıştı. Yüzüme garip bir şekilde bakıyordu ama ben biliyordum aklından geçenleri...”Çok geç kaldın kızım; çünkü sen artık çocuk mocuk doğuramazsın!..Ama bunları sakın sevgilime söyleme..”der gibiydi. Bana öyle gelmişti belki de kim bilir.!!Pes etmek olmazdı ama,direttim bende..”Demek doğru bir sevgilin olduğu! “ dedim.Yok mok dedi ama ben inanır mıyım hiç! Çünkü beraber gezip tozduğu,i çki masasına oturduğu, onun yaşındaki arkadaşlarının birer sevgilisi vardı. Onların sevgilisi olup da eşimin sevgilisi olmaması mümkün değildi. Mümkün olması iyice deli ederdi beni yoksa! Onlardan nesi eksikti eşimin değil mi ya?! Boyu posu yerindeydi; yakışıklıydı; saçlarının bir bölümü maktaya uğramıştı ama kel değildi henüz. Ütülediğim takımları da giyince üstüne; ”dışı forma içini sorma” biri olmuştu yani. "Ayının türküsü armut üzerineymiş" ya, benim türküm de eşitlik üzerineydi bir kez. İllaki birilerini birilerine eşitleyecektim.. Erkekleri erkeklere; kendimi erkeklere; erkekleri kendime..Hatta kendimi erkeklerin genç sevgililerine...Gönül benimdi!..Bu yürek de benim!..Tutulmayan tek yanımdı o!..İster baharda, ister hazanda kışta yaşatırdım onu; ister yakına, ister uzağa atardım...Uyurken bile düşlere salardım..Bazen melek olurdum kanatlı; cennete giderdim yar yanına; yatardım!..Bazen su olur; akardım...Bazen de esiri olurdum dört duvarımın; ağlardım... Demek istediğim; insanlar cennet ve cehennemi duygularıyla ve bu dünyada var oldukları süre içinde yaşarlar. Beden tutulan, görülen, yaşlanan yanımız; ruh görülmeyen , tutulmayan ama hep genç kalan diğer yarımızdır. Siz de aynı kanıda mısınız? Öyle ise takın saçlarınıza tokalarınızı, geçin karşısına eşinizin.. Hatta ona inat bir sevgili bile bulun kendinize; genç kalın genç!.....
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Tayyibe Atay, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |