Gene gel gel gel. / Ne olursan ol. / ... / Umutsuzluk kapısı değil bu kapı. / Nasılsan öyle gel. -Mevlânâ |
|
||||||||||
|
Fakat bir fikri çalışma için imla asgariden bir durum iken, bir makale için tüm hücceti ile belirecek bir imla o makale için asıl olan hedef değildir. Hiçbir makale, tüm belirimiyle imla becerisini göstermek için yazılmaz. Ancak bir makale, asgari imla koşulunu yansıtmalıdır. En az imla koşulu makale yazacak yeterliliğe gelmiş kişilerde, illa aranır bir durum değildir. Makale deyince ciddi, konusuna hâkim, akılcı, bilimsel, tarihsel, eğitimsel bilgi süreçli, zihin kontrol takipleri oluşturulabilir, geri beslenmeli, kolektif akılcı bir bek raundu olmanın ileri süreç açılımını veren süre durumları ile beraber, konjonktür el düzeydeki o alana dek asgari bir bilgi ile ancak bir çalışma olur. Bu cümle bile özellikle uzun cümleler de anlama güçlüğü çeken kişiler için imla kuralına uygun değil ya neyse! İçeriklerin de hikâyeye kaçan, masala dönüşen, iyi huy, güzel ahlak, alim düşüncesi, dini söylem, inanç gibi ön yargıları belirten bilim dışılıklardan uzak olmak, bir makale içinin olmazsa olmazlarıdırlar. Olmamalılar da. Edebiyat sitelerine bakın; hobi giderme, karalama, deneme, inceleme türü olabilecek yazılar, makale etiketiyle sunulmaktadır. Bir alimin sözü kolektif düşünce değildir. Üstelik bir alimin sözü de kendisine, kolektif düşünceyi değil de doğma olan düşünceleri esas alır. Alim ya da ulema sözü üreten, inşacı bir mantık olmadığı gibi hiçbir alimin sözel düşüncesinden ne bir buluş yapılmış ne de insanlığın yararı ve mutluluğu olan bir kullanım ve hayat ortaya konmuştur. Fitne, fesat olan kan ve gözyaşı akıtmak dışında. Makale kulaktan dolma, öğütçü fikirlerle yazılmayacağı gibi falanın söylediği sözü geliştirmek için ön yargılara değil; "kolektif akla" hitapla yazılır. Kolektif akıl sizin dışınızdadır. Bu nedenle makale sokaktaki adama göre de yazılamaz. Nasıl bir makale asgari imlayla olmak zorundaysa; asgari kolektif akıl ile olmayan sokaktaki adam da asgari bir kolektif bilinçle olmak zorundadır. Ne yazık ki sokaktaki adam kolektif akıldan yoksun bireysel kişi aklı içinde ön yargılarıyla baş başa kılınmakla ve alimin düşüncelerinin yatıştırıcılığının etkisinde olmakla ÇOĞUNLUKTURLARSA. İşte çoğunluk yanılmaz, çoğunluk haklıdır denen önyargı da budur. Çoğunluk ittifakının özü ve çoğunluk ittifakının doğru ve yanılmaz olma demokrasi hukuku, bu yanıltmayı hukuk sayan burjuva hukukuyla olası. Bakınız bir örnek vereyim. Antik çağda yani M.Ö.ki yedinci yüzyıldan, milattan önceki iki yüz yılına kadar olan beş yüz yıllık aralığa antik çağ denen dönem içinde Yahudi hukukunda bir mahkemede jüri ittifakla bir idama karar verdiğinde yargıç o idamlık kişiyi serbest bırakırmış. Neden biliyor musunuz? Kişiler ancak aynı ön yargılar üzerinde ittifak ederlermiş. İşte jüri delilden, gerçek verilerden, kuşkudan değil de ön yargılarını oluşan düşünceler de ittifak ettiler, bunda bir hata var diye zanlının en azında suçsuzluğuna karar verirmiş. Antik çağda Yahudi ve Roma, Yunan hukuku bu gerçeği biliyor ama bugün önyargılarından oluşan cehaletin ittifakıyla iktidara gelenlerin bunu bilmeleri bir yana "millet ne derse o olur" diyorlardı. Yani ön yargıları üzerindeki cehalette ittifak etmiş olanlarla millet söylemi altında "cehalet ne derse o olur" diyorlardı. Ki cehaletin ön yargı üzerinde ittifakla yaptığı seçimlere de millet seçti; deniyordu. Hâlbuki ki bu millet söylemi de bir ön yargıydı. Seçme ve seçilme işinde milletin tamamı değil milletin çoğunluk olan bir kesimi o seçimde o gerçekleşmeyi tercih etmişti. Bu söylem de ayrı bir garabettir. Böylece önyargılı olmanın ittifakını körüklüyorlardı. Ön yargı üzerine bir örnek daha söyleyip konuyu bırakıyorum. Hamurabi Babil'inde kısasa kısas vardı. Yani birinin gözünü çıkaranın da gözü çıkarılırdı. Birinin dışını kıranın da dişi kırılıyordu. Hamurabi'den tamı tamına 2320 sene sonraki kesikli sürekli olmanın uygulamaları içinde olan bu hukuki süreç kimi semavi dinlerin de benzer şekilde, kutsal kuralı olmuştu. Hırsızlık yapanın eli kesiliyor. Zina yapan recmediliyordu vs. Dinler akılca değil, inanç esaslı olduklarından; sorgulamadan kişilerin en temel önyargılarını oluşurlar. Kişisi aklın ön yargılarının temeli dinlerdir. İnançlardır. Gelenekleri içindeki o aileye özgü tutumlardır. Yani önyargılarıyla donanan kişiler de bu pek pek kolektif akıl yoktur. Olan kolektif aklıda yorumlayamaz. Kolektif akıl da tıpkı Bekçi Murtaza romanındaki Murtaza karakteri gibi bay paslı Murtaza cümlelerinde oluşurlar. Hırsızlık yapan neden hırsızlık yapıyor? Gerçekten de hırsızlık ya da zina yaptı mı, iftira mı? sorgulamasını bu kişiler akılları içinde baypas ederler. Baypas etmenin içindeki kişisi aklın referansı şudur; " Hırsızın eli kesilir. Zina eden taşlanır" Ki bu zina eden erkeğe değil de kadına uygulanan recim olmakla, işin bir başka garabetini oluşmaktaki kişisi bir önyargıdır. Bu kirşlerin jüri üyesi olduğu mahkeme de elbette hırsız diye karşılarına çıkarılacak olanlara bu kişilerin verecekleri oy tek cümle ile bunun lamı cimi yok, hırsızın eli kesilir abi" olacaktır. Çünkü otomatiğe bağlanmıştır. "Zinacıysa recmedilir" demekle bu ön yargıları üzerindeki jüri "hırsızın eli kesilir" inanmalı otomatiğe bağlanmış ön yargıları oluşan hükümler içinde ittifak ederler. Üstelik ön yargılar kutsalı içeren olmakla değiştirilemezdir. Buradaki "Hırsızsa" denen sözdeki şek ve şüphe kutsalın hükmü olmakla bu hükme istinaden kişinin etraflıca anlamasına gerek olmadan etraflıca olanın baypas edilecek olmasından, karşı taraftaki kişinin bilinç altına hırsız demeye getiren bir mesaj gönderir." Bu biat ise evet biat ediyoruz" sözü gibi bir önyargıdır. Yani "hırsız değilse karşımıza hırsız diye niye getirilmiş" demeye getirilir. Karşısına getirilmiş se hırsızdır. Düz ve bay paslı mantık budur. Oysa kapitalist bile olsa "kolektif akıl, hırsızını topluma kazanır". Bilir ki hırsız kendisinindir. Bilir ki hırsız kendi işleyişinin eseridir. Hiç kimse anasından hırsız doğmazdı. Kolektif akıl şunu iyi bilir. Kolektif süreçte yapılan her iyi ve kötü edim sel davranışlar bumerang gibi gelir yine kolektif yapıyı, yani yapı içindeki sizi vururdu. Kapitalist yapı da neden ikide bir, devlet buhrana giriyor ki? Özelleştirme olarak yapılan bumerang atışı kolektifçe sizi vuran vergilere, enflasyona vs. dönüşüyordu. Biz de kişisi önyargılı zekâ ile çok akıllıyız ya. Devlet garantili taahhütler içindeki özelleştirme adı altındaki tuzak gerçekleşmelerin halkın sırtında karşılanması için olacak zam, vergi ve cezalar karşısında, hatta işsizlik olacak durumda bu kişilerle biz hemen savunmaya geçiyorduk. "Ben de kışın kalorifer yakmam. Battaniye ile otururum!" diyorduk. Oysa bu söylem tahsilcilerin hiç umurunda olmaz. Kişi öyle ön yargılar içindedir ki sınıf bilinci olmamakla devlet baba dediği siyasi sistemin kendisini soyma üzerine de kurulmuş olabileceği bir haramiler saltanatı olma, şüphesini bile duymaz! Çünkü önyargı, tarihi verilerde yoksundu. Halkın sırtına bir maliyet yüklemek ve yüklememek hayli izafi bir kavram. İnşanın temeli kolektif harekettir. Bir sistem kendi üzerine, kendi etkisi nedenle ve o inşanın sürdürülebilir olması için kendi varlığı için kendisine enerji tüketir. Ya da bir sistem yeniden çevrime başlayabilmek için başlangıç hareketi için kullanacağı bir depo enerji ile kendisini amorti etmek ister. Bu halka yükse, zaten olması gereken zorunlu bir durumdur. Bir kişi de o sistemin öznel eylemli kolektif akıllı bilinç ile sistemin etkin unsuru ve kurallara uygun etkin inşacı düzenleyicisidir. Kişideki etkin inşacı düzenleyicilik, kişinin kendisi değildi. Kolektif aklın oluştuğu kolektif bilinçle, kolektif yetenekli ortak akıl donanımıdır. Yani sistem kişisi ne olursa olsun, kişisine enerji harcar. Zaten sistemin kuruluş özü de budur. Sistem harcadığı enerjiyi kolektif güç içinde karşılar. Bu tür enerji sarfı ister istemez kişinin çalışması ile kişinin tüketeceğinin biraz fazlasını çalışmak oluyordu. Kolektifin kendisine harcadığı enerjiyi bu biraz fazla olan çalışmalar karşılar. Bu halka yükse, zorunlu bir yüktür. Böyle bir ülkede ön yargılara seslenen yetkililer ne diyor? Bir bakalım. Bir sistemin kolektif özneli ve kolektif eylemli varlığı olan emeklileri geçmişte yaptıkları kadarla, gelecekteki yapamayacakları ile o sistemin içinde sistemin amortisman çevrimi kapsamındadırlar. Tarihin derinliğinden beri bu böyledir. Geçmiş tarihin emeklileri yoktu. Ama geçmiş tarihin kolektif inşası içinde çaresiz, güçsüzleri vardı. Bir talanda, bir hastalıkta, bir düşman kırımında, kimin ayakta kalacağı belli olmaz türünden bir yaklaşımla soylarının sürdürülmesi için; belki de hayatlarında hiç olmayacak bu tür bir hedef için kolektif, o güçsüz, yaşlı, bir işe yaramazını korumayı göze alır. Kaldı ki şimdiki emekliler şimdiki genç olmakla çalışan nüfusun çalışmasını ve gelecek ortamı hazırlayanlardır. Günümüzde erken emeklilikte yaşa takılanların sorunu vardır. Ben bura ile ilgili değilim. Ben bir oturumda konuşup avuçları patlatana kadar alkış alan yetkilinin, yapmacıklık kokan ön yargılı söylemiyle ilgiliyim. Erken emeklinin sorunları için yetkili ne diyor? "Ben erken emeklilerin yükünü halkın sırtına saramam" burada bir alkış alıyor k aklınız durur. Bakanlar, kravatlı, kelli felli anlı şanlı üst kaymak sınıf bir alkışlıyor ki sanırsınız bina yıkılacak. Ve bu söz yüzeysel ön yargı kodlarınıza seslenmeyi içermekle bu söze önyargı içinde baktığınızda da bu söz o kadar doğru ki, olursa bir söz ancak böyle doğru olurdu! Tıpkı dinler gibi sahte siyasetçiler de sizde hem önyargıları oluşurlar, hem de önyargılarınızı hep aktif ederler. Bu söz karşısında kendi kendime kapsamlı düşünüşle acı acı güldüm. Bunlar neyi alkışlıyorlardı? Beş gün evvel de biz hiç para harcamadan halkın kasasından beş kuruş çıkmadan oto yolar, köprüler, hastanenler, hava alanı vs. yaptırdık diyordu, bunlar bunu da alkışlıyorlardı. İlk bakışta her iki alkış ta "halkın sırtına maliyet getirmeyen" durumu alkış yapmak gibi olmakla, söylemin çözümlemesi yapıldığında kökten yanlıştı. Bir yapı içinde halka (kolektife) maliyet getirilmez diye bir mantık, anlayış ve inşa kuralı yoktur. İkincisi de "halka bir maliyet vardır" diye kapitalist ortamda halkın malı "yağma Hasan'ın böreğine" çevrilmemeliydi. Yağma Hasan'ın böreğine çevirmekle sömüren sürecin sürdürülebilir olması da ister istemez "sırtına yük sarmam" dediğiniz halkın vergileriyle inşa olan zenginlik kaynaklarını özelleştirme ve hazineden kredi verme adı altında yağma kılmaktan geçecekti. Halbuki kolektif sistem kolektif öznenin tümü için halkın cebinden beş kuruş çıkması üzerine varlığını sürdüren bir sistemdi. Toplumunda kişi dışında organları vardı. Kurum ve kurallar, yol, su, araç gerç, fabrikalar gibi sistem içinin sistem bağıntıları toplumu sürdürmek için kişinin harcayacağı enerji ve çalışmadan biraz daha fazlasını ister. Bu gerçekleri gözden saklayan yapmacık eylem ve söylemler, halkın cebinden beş kuruş çıkmadı diye önyargıya seslenen söylemleri içinde talanı gizli ediyordular. Talanı gizleme yapması ile alkış alan söylem, daha dün kullanılmayan ama "sende şu kadar metre küp doğal gaz alacağım" diye sözü verilen doğal gazın bedel karşılığı zam olarak karşımıza çıkıp sırtımıza sarılmıştı. Yani kişiler tüketmediği halde belki hiç te alınmadığı halde parası ödenen gazın maliyetini, doğal gaza %30 zam ile bu yıl doğal gaza %50 zam oranı ile halkın sırtına sarıldı. Bu yük sarılırken halkın sırtı sırt, yük te yük değil miydi? Geçilmeyen köprü ve kullanılmayan tünele yılda şu kadar araç garantisi veren yetkili; o garanti sayıyı doldurmayan araç sayısı kadar karşılık para ile ödemelerini devletin kasasında, yani halkın sırtında ödüyordu. Yapılan yol, köprü, hava alanı, hastane gibi kimi özelleştirilen projelerin ihalesi gibi finansmanını da devlet veriyordu. Evel evelden beri geri ödemesi dönmeyen, dönmeyeceği belli olan kredinin devlet bankalarındaki açığını görev zararı diye halkın sırtına sarıyorlardı. Öyle ya kamu yararı (kolektifin yararı) oluşurken gözetilen yapmacık tavırda halkın sırtı sırt, yükü de yüktü. Bu nedenle kamu yararını oluşan sürece olabildiğince izin verilmesin ki, özelleştirmelerle kaynak sömürüye aktarılsındı. Bu sistem El anlayışından beri böyleydi. Nasıl el keyfi mülk dağıtımıyla işsiz muhtaçlar ortaya çıkarıp inanırlarının muhtaçlıklarını sömürüyorsa; kolektif olmayan sistemlerde muhtaçlıkları yaratıp, muhtaçlıkları garip greba, tüyü bitmemiş yetim, kör kuruşun hesabı; sırtınayük sarmam diye istismar edecekti. Fabrikalar, hazine, vergi, kolektif emek gibi kolektif kaynaklar sömürü için halkın sırtın sarılırken; ne yük, yüktü. Ne de sırt, sırttı. Tutturulamayan kota nedenle verilen garantiden ötürü devletin kesesinde, geçmeyen araçların geçmiş gibi hava alanın da taşınmayan yolcuların taşınmış gibi tedavisi yapılmayan hastanın o kadar kişiye tedavisi yapılmış gibi parası milletin sırtında karşılanıyordu. Kullanılmadığı halde kullanılmış gibi satın alınmadıysa da satın alınmış gibi parası ödenen doğal gazın maliyeti de doğal gaza %50 zam ile halkın sırtına sarılıyordu vs. Şimdi sormak lazım. Emeklilikte yaşa takılanların maliyetini halkın sırtına sarmam diye aslan kesilen yetkililerin; "kâr ve zarar birbirinin kardeşi" denen kapitalizm de efendinin zarar etmemesi için halkın yoksulluk ve sefaleti pahasına, hiç nedeni yokken; garanti verip halkın sırtına garanti parasını sarması neyin nesiydi? Yoksa bu halkın sırtına sarmak değil miydi? Cehaletteki önyargı içinde birleşilen yerde, bunlar normaldi. Üstelik yine gereği yokken ihale edilenin finansmanını dahi sanki kamu yatırım finansmanını karşılar gibi karşılama da devlet zorunluluğu yokken dönmeyen devlet kredisini efendilere verip, batık krediyi halkın sırtına görev zararını karşılamak diye zamlarla sarmak ta neyin nesiydi? Zammın kendisi, halkın sırtına sarılma olan bir sömürü enstrümanıdır. Dahası aynı işi devlet yaptığında iki birim paraya mal edeceği bir yatırımı, ihale ile neden on katına mal edilip, farkı halkın sırtına sarıyordular? Yani bunlarla açık değil miydi zaten sistemin senin soyulman üzerine kurulmuş olması? Yine sormak lazım. Emeklilerin maliyetini halkın sırtına sarmam diyen yapmacık Roben Huud'ları alkışlayanlar, diğer yanda halkın sırtına sarılanları "sıfır maliyetsiz projeler yürüttük" diye alkışlamaları nedendi? Sömürüsüz sıfır maliyet olmaz, ki sömürü bile bir maliyettir. Halkın sırtına sarmamı da alkışlayanla halkın sırtına sarılanı da alkış kılan aynı önyargı üzerinde ittifaklı olan güruhtu. Bırakın yalakalığı, yaranma yapan bu alkışı; kişilerin bu tavrı aynı önyargının cehaleti içinde birleşmekten başka hiçbir şey değildi. İşte buna gülüyordum.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Bayram Kaya, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |