..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
Yaşamak için topu toplam altı haftam kalsaydı ne mi yapardım? Tuşlara daha hızlı basmaya bakardım. -Isaac Asimov
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > Roman > Tarihsel Roman > Tuna M. Yaşar




27 Mart 2019
Çok Eskiden 1  
Ana Tanrıçanın İnsanları

Tuna M. Yaşar


1. “Çok Eskiden” adlı kitabın konusu: Çatalhöyük’ün neolitik çağında yaşayanlarışahıslar ve konuşmaları ve olaylar ile anlatılıyor. İnsanoğlunun yeryüzünde evi icat etmesi tesadüflere bağlı değildi. Abraka araştırmalarının sonucunda killi toprağı buluyor ve deneme yanılma yöntemi ile kili güneşte kurutarak sağlam bir tuğla elde ediyor. Tuğlalarla evini yapınca sorunlar peş peşe geliyor. Bölgede yaşayan diğer bir kabile ile çıkan savaşta Abraka ve mahiyeti üstün geliyor. Abraka ve mahiyeti ruhlarında, akıllıca şeylere açık oldukları için maceralar onları bekliyor. Roman Neolitik çağda Çatalhöyük halkının yaşadıklarını ve olaylarını anlatıyor. 2. “Çok Eskiden” isimli eserim arkeoloji sevenlere ve gençlere hitap ediyor. 3. Bu tarzada hiç basılmış kitap yok.


:ABIC:

Abraka ve oğlu Tecavat Neolitik çağda yaşayan iki insandı. Aile avcı ve toplayıcıydı. Gün kararmak üzereydi. Etraftan geyik böğürtüleri geliyordu. Baba oğul merdivenle evin çatısına çıktı. İçeriye girmeden önce böğürmelere kulak kabarttılar. Avdan eli boş dönmüşlerdi. Aile üç gündür açtı. Çünkü üç gündür av bulamamışlardı.

Küçük balbal tanrıça heykelciği 'Tanrıça Fagım'a yalvarıyorlardı. Fagım onların her şeyiydi. Bir gün evin reisi Abraka karısı Nemengen'in yalvarmalarına dayanamamış ona "Eve elim dolu gelmeden dönmeyeceğim." Demişti.

Avcının karısı küçük bebeklerini gösterip "Herif herif şuncağızlara acı bari." Diye yakınmıştı. O gece avcı Abraka uyuyamamıştı. Tanrıça heykelciği Fagım Tanrıçasına çok yalvardı. "Ne olur geyikler ürkmesin bizden. Söz iki tane geyik avlarsam birini senin için ateşte köz olana kadar yakacağım." Diyordu.

Abraka biliyordu. Yanmış et kokusuna vahşi hayvanlar bile dayanamazdı. Değilse Fagım Tanrıça dayansın. Fagım balbalını oğlu çamurdan yapmıştı. Babasına "Baba ben bir heykelcik yapacağım. Onun varlığı ile avlanırken geyikler ürkmeyecek. Biliyorsun. Akıllı işler yaptıkça bütün işlerimiz yolunda gidiyor. Sen de fark ettin mi? Sen geçenlerde geyik avlarken ateş yaktın. Ateşin dumanı bizim kokumuzu geyiklere götürmez demiştin. O gün üç geyik avlamıştık. Onları eve getirirken ne zorluklar çektik."

Baba oğluna hak veriyordu. Tanrılar bu yapılan küçük heykelciği beğenecek ve geyiklere karşı besledikleri düşmanca avı onların akıllarına getirmeyecekti. Ne güzeldi şu tanrılar. Onlara en güzel bir eşyasını parçalayıp kurban etmek istiyordu. Zaten geyiklerde kendileri için parçalanıp yemek olmuyor muydu?

Abraka oğluna 'Sus' işareti yaptı. Ardından Benimle gel' der gibi oğluna ikinci bir işaret yaptı. Abraka oğluna inanmıştı. Geçen hafta Fagım Tanrıça geyikleri ayaklarına kadar getirmişti. Ve şimdi üç günlük açlık sona erecekti.

Abraka ve Tecavat uçları yanmış volkanın oluşturduğu kaygan, parlak ve sert taşın yontularak oluşturulan mızraklarını aldılar. Damdan aşağı sessizce indiler. Bellerini eğerek saklanırcasına böğürtülere doğru ilerlediler. Yüz metre ilerlemişlerdi ki bir gurup geyiğin bir araada bulunduğunu gördüler.

Evin içine neşe dolmuştu. Uzun saçlı, tombul memeli evin kadını Nemengen av için şarkılar söylüyordu. Bütün aile evin çatısına çıkmıştı. Nemengen'in iki kızı annesine yardım ediyor, eti kemikten keskin taşlarla ayırıyordu. Çatalhöyük'te dört ev vardı. Üç ev reisi birbirileri ile kardeştiler. Abraaka ziyafete kardeşlerini de çağırdı.

Tecavat ateş yaktı. Ağaç dallarına soktuğu et parçalarını pişirmeye başladı.

Kardeş Akilan Reis diğeri, Bansan Reis, öbürü Hublada Reis pişen etlere iştahla bakıyordu. Onları çağıran Abraka gururla göğsünü geriyordu. Ama bu bir günlük davetti. Değilse av Abraka'nın ailesine yetmezdi.

Kardeş Akilan sordu "Ey dam sahibi Abraka sana kavun verelim. Ben ellerimle çok uzaklardan topladım. Avladığın etle takas yapalım mı?"

Abraka "Şimdiye kadar bize hiç ikramda bulunmadınız. Kusura bakmayın. Seni avlarım da yine de et vermem."

Akilan "İlahi ömürsün Abraka. Sana sorarım. Geçenlerde sen bir canavardan kurtulurken sana en yakın benim evimin damına çıkmadın mı? Buna göre hiç mi ortak değilim sana?"

Abraka "Orası başka. Bak borcumu sana et yedirerek ödüyorum. Bunu bir günlük yapıyorum. Aklında bulunsun. Sende avlandığında beni çağırasın diye yapıyorum bu daveti. Belki tanrılar beni seviyor. O yüzden benim dediğim şekilde yapmak en doğrusu. Tanrılar beni sevmeseydi bu kuraklık döneminde nasıl geyik bulabilirdim?"

Araya Tecavat girdi. "Akilan amca sana bir teklifim var. Yarın bolca beraber ot toplayalım. Geyikler dün olduğu gibi yine aynı yere geleceklerdir. Çünkü geyikler buraya alıştı. Eğer geyik avlarsak hepsi senin olacak. Ama bizi davet edeceksin."

Teklif Akilan'ın hoşuna gitti. Onlar ateşte pişmiş etlerini yerken uzaklardan canavarların sesi geliyordu. Damdakiler seslere uzun süre kulak kabarttılar.

Abraka "Etimizin kokusu hayvanları buraya çekecek. Aceleyle etlerimizi yiyelim. Değilse evlerimize gidemeyiz. Kardeşler fikir birliğine varıp etleri çiğnemeden yuttular. Eyvah ki et kokusundan tahrik olan bir pars evin duvarına kadar geldi. Akilan, Bansan ve Hubalada telaşlandı. Kendi evlerine nasıl dönülecek onların planını yapmaya başladılar. Bir çare bulamadılar. Bir taraftan gözleri parsın hareketlerindeydi. Bir çare bulamadılar. Çözüm Abraka'dan geldi.

"Bu gün bizde yatarsınız olur biter." Dedi.

Geceye doğru ev halkı derin bir uykudaydı. Uyumayan tek kişi, evin haylaz oğlu Menda'ydı. Sessizce yattığı yerden kalktı. Evin damına çıktı. Garip ve tuhaf hayvan sesleri çıkarmaya başladı. Maksadı canavarların dikkatini çekip yanına geldiklerinde onları incelemekti.

Menda bir süre daha ses çıkardı. Hiçbir canavar gelmedi. Tehlikeli bir oyuna baş vurdu. Damdan merdivenlere yöneldi. Aşağı indi. Menda bunun tehlikeli olduğunu biliyordu. Aama böyle olmadan macera yaşanmıyordu.

Elinde sivri uçlu bir mızrakla evinden uzaklaşmaya başladı. Sesler duyuyordu. Canavar sesleri değildi. Ama ne olur olmaz diye bir ağacın tepesine tırmandı. Elinde mızrak vardı. Pars ağaçlara tırmanabiliyordu. Menda korkusuzdu. Bir süre parsları yanına çekebilecek sesler çıkarmaya başladı. Bir pars dişisinin sesini çıkarıyordu.

Pars değil ama meydana bir sırtlan çıktı. Menda artık aşağı inemezdi. O da bunu istiyordu. Çatalhöyük'teki anne ve babasının haberi olsa mutlaka müdahale ederlerdi. Ama sırtlan gelmişti. Şimdi onu düşünmek gerekiyordu. Menda'nın yaşı on iki mevsimdi. Ama küçük olmasına rağmen iyi bir avcıydı. İz sürebilir, hayvanların kokularına anlam verebilirdi. Sırtlan bir iki baktı. Havayı kokladı. Kendine iş çıkmayacağını anlayınca oradan uzaklaştı.

Menda korkmaya başladı. Yanında boğazına takılı taş boncuklardan medet umdu. "Ey tanrıçalar, bu boncukların her taneleri adedince bana acıyın. Ve yardım edin." Tanrıçalar onun sesini duymuştu. Az sonra Menda'nın babası Abraka çıka geldi.

"Kızım kafayı mı yedin sen? Hiç akıllı değilsin. Çabuk in aşağıya." Dedi Menda aşağı inince sıkıca babasına sarıldı. Oradan baba kız koşarak uzaklaştılar.

Gün yeni doğmak üzereydi. Evin kadını Nemengen güneşin doğmasını beklememiş, erken vakitte uyanmış kalkmıştı. Yapacağı bir sürü iş vardı. Önce damdaki akşam yenilen et ziyafetinden arta kalan, kül olmuş közleri temizleyecekti. Evin damını hızla temizledi. Aşağı indi. Tuzakları kontrol etti. Ağaç dallarından yapılmış tuzaklarda beş adet keklik gördü. Onları itina ile alıp ketenden yapılmış bir iple bağlayıp eve getirdi.

Kocası Abraka hala uyuyordu. Ona sürpriz yapacaktı. Kahvaltıyı hazırlamaya koyuldu. Damda ateş yaktı. Kuşların tüyünü yolup ağaç dalları şişine geçirdi. Ardından onları ateşe sürüp pişirmeye başladı.

Evin reisi Abraka dinç bir şekilde uyandı. Çünkü gece çok mutluydu. Rüyasında oğlunun yaptığı Fagım Tanrıçayla konuşmuştu. Fagım ona 'Mızrağın bundan sonra uzun olsun. Uzun mızrak kolay avlar. Geyiğin canını acıtmaz." Diyordu. Abraka hala rüyasını düşünüyordu. Aama açlık galip geldi. Evin damında süzülen koku onu tahrik etti. Hemen evin damına çıktı. Karısı Nemengen'in boynuna sarıldı. Canavar çağırır gibi 'Kuçu kuçu kuçu' diye dişisine kompliman yaptı. Nemengen bunun anlamını biliyordu. Bu sesi çıkaran biri 'Ben çok açım, her şey, yiyebilirim' demek isterdi. Nemengen kocasının poposuna şaplak vurdu. Bu 'Vah vah acıktın mı?' anlamındaydı. Devamında 'Öyleyse tıkın' anlamı ortaya çıkıyordu.

Elbet Abraka kibar biriydi. Karısının komplimanlarına 'Kurt gibi açım. Seni bile yiyebilirim.' Karşılığını vermişti. Tecavat ise aileden en son uyanandı. Gece eti fazla kaçırmıştı. Biraz iştahsızdı. Babası Abraka ona yemek yemesini emretti. Çünkü az sonra ava çıkacaklardı. Aç bir kişi avda başarısız olurdu. Tecavat istemeye istemeye kahvaltısı olan közde pişmiş eti yemeye başladı.

Ev halkı baba ve oğlu şarkılarla uğurladı. "Dön bebeğim dön. Dön kocaman dön. Etimiz az. Butumuz az. Dönmezseniz gülücüğümüz az. Yolunuz kısa, avınız bol olsun. Gittiğiniz yer kuru olsun, çamurlu olmasın." Söylenen sözler kulaklara çok hoş geliyordu. Zaten Fagım Tanrıça heykelciğinden sonra en büyük sihri yapan bu şarkılardı. Ve onlar her şarkıda umut görüyordu.

Uyuyan ruhlar keşfedilince hatıraları da ortaya çıkar. Bilen bir kişi için neolitik çağda yaşayan insanların hatıraları, düzene konmuş bir rabıtaya bağlıdır. Onlarla tanışmak için önce Çatalhöyük'e gitmek ardından, onlara rabıta yapmak gerekir. Yani onlar gibi düşünmek, onlar gibi yaşamak gerekir. En azından vejeteryan olmayıp et yemek gerekir. Ama en önemli nokta Çatalhöyük tepesine çıktığımızda, tepenin altındaki yatanların, bir zamanların insanı olduğunu, akıllarını kullanabildiklerini bilmemiz gerekir. Onlar neolitik çağın akıllılarıydılar. Çünkü onlar ev yapmayı biliyorlardı.

Fagım Tanrıçanın bir çok akrabası vardı. Fagım'ın oğlu Hirkese. O rüzgarların ne zaman çıkacağını bilir Tecavat'a söylerdi. Kemen Fagım'ın kızıydı. Tecavat onu rüyalarda görevlendirmişti. Kemen rüya tanrıçasıydı. Tecavat Kemen'in balbalını yapmıştı. Oturur vaziyette, elinde bir geyik boynuzu ile şekillendirmişti. Tecavat ailesi ve amcaları ve ailelerinin Çatalhüyük'e gelmelerinin üzerinden iki kış mevsimi geçmişti. Buraya çok uzaklardan gelmişlerdi.

Tecavat Ankara'da doğmuştu. Çocukluğu orada geçmişti. Ataları Meştaka Tecavat'ın dedesiydi. Onu hatırlıyordu. Meştaka Ankara'ya bir orman yangını nedeniyle bu günkü Sivas'ın Gürün ilçesinden kalkıp gelmişlerdi.

Tecavat bütün atalarını babasının anlatması ile tanımıştı. Babası atalarını unutmamak için, her birini temsilen çamurdan birer balbalını yapmıştı. Abraka sekiz kuşak geriye giden tüm atalarını biliyordu. Bu kuşaktan kuşağa aktarıldığı ve söylenceler ilahi kabul edildiğinden unutulmuyordu.

Yaptığı balballar çamurdan olduğu için uzun zaman dayanmıyordu. Oğlu Tecavat buna bir çare bulmuştu. Çatalhöyük'e geldiklerinde toprağın kilden olduğunu fark etmişler, buraya yerleşmeye karar vermişlerdi. Ve Tecavat ilk gün hemen balbal yapmış ve balbalı ateşte kızdırmıştı. Ortaya kusursuz, sert ve sağlam bir heykelcik çıkmıştı.

O an yeni bir şey deniyorlardı. Aile kendisine korunak yapıyordu. Tecavat korunak yapılırken babasına canla başla yardım ediyordu. Ağaç dallarından yapılmış kalıplara çamur dolduruyor ve şekil almış çamuru içinden çıkarıp güneşe bırakıyordu. Bu yöntem Abraka'nın aklına geyiklerden gelmişti.

Bir geyik avında çamurlardan geçiyorlardı. Abraka geyik ayak izlerine hayran hayran baktı. Bunu eli ile de denedi. Hoşuna gitti. "Oluşan çukurcuklar neden elim gibi çıkmıyor. Ben gerçek el istiyorum çukur değil." Diye kafa yorarken avucuna çamur aldı ve onu sıktı. Baktı ki elinin izi çamura geçmiş. Aklına ağaç dallarından küçük sepetler örüp onun içine çamur koymak geldi. Hızlı bir şekilde ağaç dalları ile küçük bir sepet ördü. İçine çamur koyup sepeti ters çevirdi. Ortaya kusursuz bir çamur şekli çıktı. Bu akıllıca bir şeydi. Bunu kullanabilirdi.

Atalarının evi yoktu. Onlar mağarada yaşarlardı. Ama ilk kez Abraka açık alanda yaşamayı seçmişti. Ve yapacağı kilden korunaklı alan işe yarayabilirdi. Bunu oğlu Tecavat aklına getirmişti. Çamurun sertleşince neler meydana getirdiğini biliyordu. Çamur sertleşince taş gibi olurdu. O sertliği bir canavara atsa onu yaralayabilirdi. Devasa yapıyı yapmak için ince eleyip sık dokudu. Tamda Çatalhöyük'e yaklaştıklarında bu fikir aklına gelmişti. Değilse aşağıya Toros dağlarına ineceklerdi. Orada vahşi canavarlar çoktu. Bunu atalarından duymuştu.

"İyi ki Tecavat var." Diye söylendi Abraka.

O gün baba Abraka kalıptan geçecek çamurları güneşte kurutmanın iyi fikir olduğunu düşündü. Abraka'nın kardeşleri korunaklı alan yapmayı saçma bulmuşlardı. Yağmur yağınca korunak eriyebilir, canavar gelse korunağı pençeleri ile hemen yıkarlardı. Abraka'nın kardeşlerine göre ağaç dallarında yaşamak varken, bir bilinmez maceraya atılıp, neolitik çağın ilk evini yapmak zırvalıktı, delilikti. Bunun için Abraka ile süre alay etti kardeşleri. İşe başlanıp uzun bir mesafe kat edilip, kalıplar hazırlanıp, çamur tuğlalar güneşte kurumaya terk edilince kardeşler, ortaya çıkan tuhaf çamurlara ilgiyle baktılar. Kurumuş ve şekil almış çamurlara bakmak onlara geyik avlamak kadar heyecanlı gelmeye başlamıştı. "Acaba bunun sonu nereye varacak?" diye söylenmeye başladılar.

Abraka tüm planları yapmıştı. Gerçi plan retoriği henüz o çağda icat edilmemişti. Planın ne demek olduğunun farkına varılmamıştı. Ama Abraka inatla işine devam ediyordu. Birkaç gün sonra çamurlar taş gibi sertleşti. Ailesi ile birlikte işe girişti. Çamur tuğlaları toprak zemine dizmeye başladılar. İşe sabah başlamışlardı.

Kardeşleri Abraka'ya "Deliliğin zirvesinde." Diye bakıyorlardı. Ama Abraka öğleye doğru korunağın duvarlarını çoktan bitirmişti. Geriye korunağın damını yapmak kalıyordu. Bunun için bunun için ağaçtan kalasları kullanması gerekiyordu. Ağaç kesmek zordu. İşin kolayına kaçıp kurumuş ağaç dallarını aramaya başladı. Bulamadılar. Oğlu Tecavat ile keskin volkanik taştan kesici aletleri ile bir ağaç dalı bulup onu kesmeye veya kırmaya çalıştılar. Bir dalı kesmek için üzerine binip, tepesine çıkıp, sallayarak, eğerek uğraştılar. Uzun uğraşlardan sonra bir hayli kalas elde ettiler. Ve korunağın içine her bir kalas için çukur kazdılar. Bu kalasların aynı hizada durması içindi. Kalasları bu çukurların içine yerleştirdiler. Bunların üzerine yatay olarak, kalın dallar dizdiler. Dalları birbirine sağlam ağaç sarmaşıkları ile bağladılar. Yatay dalların arasına kuru otlar yerleştirerek delikleri kapattılar. Ve dama küçük bir giriş verdiler.

Tecavat babasına hayranlıkla bakıyordu. Son işlem olarak damın üstünü toprakla örtmek kaldı. Baba Abraka neşe içindeydi. Sazlık çubuklardan yapılma sepetlerle içinde, aşağıdan uzatılan toprağı dama yayarken zafer çığlıkları atıyordu. Akşama doğru korunağın düzenleme işi bitti. Sağı solu kontrol edildi. Açık gedik bir yer varsa çamurla veya otlarla kapatıldı.

Abraka damdan korunağın içine girmenin tehlikeli olduğunu gördü. İçeri girerse geri nasıl çıkardı. Geri çıkarken eve zarar verebilirdi. Damın boyu Abraka'nın boyunu aşıyordu. Hemen bir yöntem buldu. İki adet uzun bir kalas hazırladı. Bir birine paralel, yan yana yere yatırdı. Sağlam ağaç sarmaşıklarını gitti getirdi. Sonra elleri ile ağaçlardan kırdığı hafif ince dalları kalaslara bağladı.

Gülümsüyordu. Merdiveni korunağa dayadı. Oğluna "Çık bakalım Tecavat." Dedi. Tecavat korunağın damına merdivenle çıktı.

"Baba canavarlar için iyi bir silah yaptık. Onları can evinden vuracağız." Dedi.

Korunak bir silah olmazdı. Ama korunak onların yaşamını kolaylaştırdığı için avlanmakta kolaylaşıyordu. Çünkü açık alanda avlanan hayvanı ateşte pişirmek ve yemek tehlikeliydi. Canavarlar buna izin vermez avlarını kaptırabilirlerdi. Avlarını bir ağaca çıkarsalar eti pişiremedikleri için yiyemezlerdi. Bunun için mecbur aşağı ineceklerdi.

Elbette Abraka'nın kardeşleri de korunağın içine girdi. Kardeşleri ona karşı daha ciddiydi. Evin duvarlarını, sağlamlığını kontrol ediyorlar, tuğlaların yapıştırılması için aralarına konmuş çamurların da sağlam olduğunu görüyorlardı.

Ve Akilan "Abraka akıllı şeyler yaptın. Kalıplı çamurları kuruttun. Bunları yapışması için içine ot parçaları atıp karıştırdın. Karışımı yedi gün beklettin. Çamur mis gibi kokuyordu. O mis gibi kokan çamur şimdi tuğlaların arasında sem sert. Söyle bize bu akıllılığı hangi atamızın ruhu söyledi." Diyordu.

Abraka "Her şeyi oğlum Tecavat'a borçluyum. O bir heykelcik yapıp ateşte kızdırdı. Heykelcik taş gibi olunca oğlum bana 'Baba biz çamuru güneşte kurutup kendimize mağara yapamaz mıyız?' dedi. Ogünden beri bunun üzerine çok düşündüm."

Tecavat konuşmaları dinliyordu. Amcası Akilan elini onun omuzuna attı. "Tecevat dedesine çekmiş. Meştaka babamız hayatta olsaydı, torunu ile gurur duyardı." Dedi.

Abraka "Gördünüz, denediniz. Her taraf sağlam. Artık sizlere de birer ev yaparız."

Akilan "Bu ev bizim kadınların hoşuna gider. Şimdi onlar avlanmaya gitti. Birazdan gelirler. Senin için onlara söyleyebileceğim tek şey, 'Tanrıça Fgaım Abraka'ya göründü.' Olacak."

Abraka'nın kardeşleri Akilan Bansan ve Hublada bir süre daha evin içini kontrol etti. Akilan avdan dönen eşlerinin seslerini duyunca "Neşe ile bağırıyorlar. Galiba av başarılı." Dedi.

Kadınlar geyik avlamıştı. Abraka onların yüzüne bakınca şaşırmış olduklarını gördü.

Cenbali "Tanrıça Fagım adına size bu aklı kim verdi?" dedi.

Abraka "Onu oğlum Tecavat'a sor."

Cenbali "Tatlı çocuktur o. Ona borçlu olduğun her şeye hak veriyorum. Tecavat benim gülüm."

Akilan karısı Cenbali'ye "Üstün başın kan içinde. Zor mu avladınız geyiği. Nasıl geçti avınız?" diye sordu.

Cenbali "Geyiği biz avlamadık. Bir grup pars dikkatimizi çekti. Onları takip ettik. Parslar bir geyik avladı. Bizde mızraklarımızla parsları korkutup kaçırdık. Avlarını aldık. Çok uzaktan geliyoruz. Irmağın oradan geliyoruz. Üzerimizin kan olması ondan. Hızlı getirelim avımızı canavarlara kaptırmayalım diye davrandık. Değilse avın bacaklarına değnek takar tertemiz gelirdik."

Akilan daha güvenli olduğu için avın yeni yapılan korunağa taşınmasını istedi. Geyiği el birliği ile merdivenin yardımı ile dama çıkardılar.

Etin ayıklama işini erkekler yapmaya başladı. Zaten ev işlerini hep erkekler yapardı. Kadınlar ava çıkardı. Erkekler ise nadiren ava çıkarlardı. Erkekler anaerkildi. Çünkü onların kadınları daha akıllıydı.

İşte Nemengen buna bir örnektir. Bir gün Nemengen korunakları istila eden aslanlara karşı çetin bir mücadele vermişti. Çatalhöyük sakinleri bir türlü aslanları uzaklaştıramadılar. Nemengen aslan sürüsü içinde birkaç yavru aslan gördü. Aslanlara sezdirmeden damdan aşağı indi. O aslan yavrularından ikisini alıp gizlice, süratle dama geri çıktı. Aslan yavrularını annelerine gösterdi. Yetişkin aslanlar tuhaf sesler çıkarmaya başladılar. Nemengen uzun bir süre yavruları onlara gösterdi. Ama yavruları onlara vermedi. Ve nihayet Nemengen yavrulardan birini damdan aşağıya bıraktı. Aradan bir süre geçince ikinci yavruyu da bıraktı. Aslan sürüsü tırsmış olmalı ki hemen orayı terk etti.

Avcı Abraka ve kardeşleri, kadınlarını çok seviyorlardı. Kadınlardan emir aldıklarında ardında, 'iyi sonuca çıkacak' şeyler bulurlardı. Kadınların harikaları her gün yaşanırdı. Ama erkeklerin harikaları ise tarihe geçecek şekilde, ömürlerinde bir defa yaşanırdı. Korunak buna örnekti. Abraka harika bir iş başarmıştı. Ve bir ev icat etmişti. O evin değişik örnekleri günümüzde, dünyanın kırsal bölgelerinde hala kullanıla gelmektedir.

Abraka, kardeşlerinin kendisinden et talep etmesi ve buna karşılık kavun teklifini biraz düşündü. Kavun en çok sevdiği meyveydi. 'Nasıl olsa yine avlanırım' diyordu. Üç kardeş ve aileleriyle yenilen ziyafetten geriye bir hayli et artmıştı. Bencil olmak istemiyordu. Yaşadığı yerde mutlu bir kent istiyordu.

Akilan'da on adet kavun vardı. Kavunlardan ona da kalması için beş adedini kendine ayırdı.

Abraka "Beni kandırıyorsun. Ama bu takas benim için çok önemli. Ben kavun yiyince öyle keyifli oluyorum ki. Bunun yanında hep et yediğinden karnım bundan mustarip."

Akilan "Benim Cenbali geçenlerde sebzelerden yiyecek hazırladı. Sebzeleri ateşte kızdırdı. Yedik ama tat alamadık."

Cenbali araya girdi. "Tuzumuz olsaydı yemeğim lezzetli olurdu."

Abraka "Ben geçenlerde Tecavat ile konuşurken aklıma bir şey geldi. Tecavat 'Baba kilden daha sağlam toprak olsa, ona şekil versek, içinde su ile sebzeyi ateşte pişirsek' dedi. Bu bana iyi bir fikir verdi."

Tecavat araya girdi. "Babamla bir avdan dönüyorduk. Değişik bir çamurla karşılaştım. Belki işime yarar diye torbama biraz doldurdum. Ateşte o çamuru kızdırınca çok sertleştiğini gördüm. Sonra kalan çamurla büyük bir kap yaptım. Yine ateşte kızdırdım. Ben bunun içinde, yeşil nohut bitkisini su ile kaynatarak tuz elde ettim. Tuz ve sebzelerle kabın içinde harika bir yemek meydana getirdim."

Abraka "Aferin lan Tecavat." Diye onu övdü. Sonra ona pişirdiği kabı getirmesini istedi. Tecavat yerinden ok gibi fırlayarak damdan içeriye girdi.

Akilan elindeki kabı evirip çeviriyor, bir anlam vermeye çalışıyordu. Sonra kabı kafasına koyup öylece durdu. Ortalığı kahkaha sardı.

Cenbali "Koca bebek. Başına yağmur yağsa ıslanmazsın.

Abraka tüm laubaliliklere karşı Tecavat'ı yine evin içine yolladı. "Git türlüyü getir." Dedi.

Tecavat elinde çeşitli sebzelerden oluşan yemeği önlerine koyunca Akilan'nın yüzünde gülümseme belirdi. Misafirlerin karnı toktu ama türlünün tadına baktılar. Birazcık yemeği yemekten de geri kalmadılar. Abraka ve kardeşleri önceden beri sebze yerlerdi. Ama sebzeyi ateşte közlerlerdi. Suyla pişirmezlerdi. Bu artık sebzelerin yeni bir yöntem ile yenebileceğinin ispatıydı. Abraka'nın türlü dediği, tuzu olan, suda pişmiş yiyecek çok lezzetliydi. Kabın içinde ki yemeği yemeye doyamadı.

Akilan "Biz aç kaldığımızda hep közlenmiş sebze yeriz. Ama bu yemek etten de güzel. Biz de en yakın zamanda Tecavat'tan kap istiyoruz. Yarın bir ava çıkalım. Tecavat bize o çamurun bulunduğu yeri göstersin."

Abraka, kardeşlerinin kendi korunaklarına dönmek için ayağa kalktıklarında "Yarın yanınıza okta almayı unutmayın. Gideceğimiz yer uzak. Tecavat'ın çamurları ırmağın çok uzağında. Uzaklardaki tepenin arkasındaki uzak bir başka tepenin oralarda."

Akilan "Şu Sırçalı Tepesinden ileriye gidince karşına gelen tepe mi?"

Abraka'nın tarif ettiği yer oldukça uzaktı yaşadıkları yere. Oraya ulaşmak oldukça zordu. Sık ağaçlı orman onlara zor geçit verecekti. Üstelik canavarlar bir diğer sorundu.

Abraka "Çok dikkatli olmalıyız. Ayaklarımızda deri çarıklarla gideceğiz. Ben iyi biliyorum. Sırçalı'ya kadar ağaçlar arasında dikenler oldukça fazla."

Akilan Çıplaklığını örten giysisini düzeltti. "Bana daha tehlikelisi olamaz şu dikenler. Bir ara ayağıma diken battı. Üç gün ava çıkamadım. Çıktıysam da sekerek çıktım. Hem de avdan elim boş döndüm."

Bansan araya girdi. "Bizim Hublada'nın da başına aynı şey geldi. Ama Hublada ayağına diken batınca hemen ağaca tırmanmış. Çünkü peşinde bir pars varmış. Hublada'nın yanında ok varmış. Parsa nişan almış onu yaralamış. Uzun süre ağaçtan inmemiş. Parsın yere yığılıp öldüğünü gördüğünde aşağı inmiş. Parsın pençesinden sivri tırnağından birini koparmış. Onunla ayağına batan dikeni çıkarmış. Şu dikenler olmasa kentimiz çok mutlu olurdu."

Karnı etle doyan misafirler Abraka'a ile vedalaştı. Evlerine döndü. Bu gün çok şey yaşamışlardı. Abraka oğluna gıpta ile bakıyordu. Sanki onda doğa üstü bir şeyler vardı. Her akıllı şey onun başının altından çıkıyordu.

Güneş henüz doğmamıştı. Ama ufuktan parıltılar geliyordu. Tecavat Akilan amcasını uyandırmaya gitti. Abraka da Bansan ve Hublada'yı dışarıdan bağırarak uyandırmaya çalıştı. Bağırmalara Bansan ve Hublada'nın büyük oğulları cevap verdi. Mitu ve Sabet dama çıkar çıkmaz aşağıya indiler.

Abraka "Babalarınız uyandı mı?"

Mitu "Hemen geliyor. Ayağına deri geçiriyor."

Sabet "Ben zor uyandırdım babamı. Kalkar kalkmaz bir parça et yemeye başladı."

Abraka avazı çıktığı kadar bağırdı. "Hublada! Oğlum yolda yersin. Okunu da unutma." Der demez Hublada damda göründü. Elinde et parçası vardı.

Avcı kafilenin sayısı yedi kişi olmuştu. Akilan "Abraka sen bizim büyüğümüzsün. Sözünü dinleriz. Ama Bansan, ben ve Hublada'nın evinde hiç yiyecek yok. Sen Hublada'nın elindeki et parçasına bakma. Avlandığımızda etin çoğunu biz üçümüz paylaşalım."

Abraka "Tamam kabul. Eğer avlanırsak senin damında ziyafet vermeni istiyorum. Her avdan sonra ziyafet vermeyi adet edinmeyi kabul ederseniz bu iş olur. İşin içinde ben de olacağım. Bunun ne size ne zararı dokunur ne de bana."

Ormanın içinde ilerliyorlardı. Kuş cıvıltıları öylesine yoğundu ki bir canavarın sinsice yanlarına yaklaşsa duyamazlardı. Ormanın içinde karşılaştıkları meyve ağaçlarından meyve koparıp hem yiyorlar hem ilerliyorlardı. Açtılar ama ziyafete için ayrı bir zaman harcamaları avlarını sekteye uğratırdı. Ormanın içinde uyuyan yırtıcı hayvanlar bu erken vakitlerde bu, gürültücü kuşlar sayesinde avcıların sesini ayırt edemezdi. Öğlen olduğundaysa yırtıcı hayvanlarla karşılaşma riski azdı. Çünkü yırtıcı hayvanlar avlanmak için açık alana giderlerdi. Açık alan ise onlara hayli uzaktaydı.

Abraka bir geyik fark etti. 'Sus' işareti verip eğilmelerini istedi. Ava sinsice ellerinde oklarla yaklaştılar. Bir işaretle bütün oklar geyiğe saplandı. Geyik yalpaladı. Sonra yere uzandı. Abraka avın hemen ağaca çıkarılmasını istedi.

Bir avı iki kişi taşıyabilirdi. Ve yedi kişiydiler. İki av hakları kalıyordu. Fazlasını taşıyamazlardı. Abraka bunun peşinde değildi. O Tecavat'ın keşfettiği ve kabını yaptığı çamurların peşindeydi. Zihnini o meşgul ediyordu. O çamurlardan bol miktarda yanında götürmek istiyordu. Bunun için üç adet deri torbası taşıyordu. Torbalar avladığı geyiklerin derilerden yapmıştı. Deriyi iyice temizleyip, bir ağaç dalıyla sık aralıklarla delik açmıştı. Ardından sağlam ağaç sarmaşıklarını o deliklerden geçirerek torbanın kenarlarını örmüştü. Deriyi kesip şekil verirken volkan taşından keskisini kullanmıştı. Şimdiye kadar avladıkları hayvanların derilerini çürümeye bırakıp kullanmıyordu. Tecavat derilerin çürümesine karşı çıkmıştı. Tecavat düşünmüş taşınmış derileri nasıl kullanabilirim diye çareler ararken aklına, onlardan bir çadır yapma fikri gelmişti.

Amcalarından avladıkları hayvanların derilerini istemiş, onları bir yerde muhafaza etmişti. Amcaları ona 'Bu çocuk yine bir şeylerin peşinde' diye söylenmişti. Tecavat derileri bir araya getirip sarmaşıklarla örmüş, küçük kalasla diktiği harika bir çadır ortaya çıkarmıştı. Amcaları şaşırıp kalmıştı. Çadırın içine girmişler içinde yuvarlanıp takla atarak sevinçlerini ortaya koymuşlardı.

Ve evin içinde yapılmayacak, banyodur, çamaşırdır, bulaşık yıkamaktır ve yemek hazırlamadır gibi bunlar artık çadırın içinde yapılmaya başlanmıştı. Dört aileye bir çadır yetmez olunca geyik derilerinde üç çadır daha yapmışlardı. Akşam olunca avcılar evlerine giriyorlardı

Öğlene doğru Tecavat'ın keşfettiği çamur alana vardılar. Tam ilerlemişlerdi ki bir anda koca bir çukurun içine düştüler. 'Ne oldum?' demeden çukurun başında kendilerine benzer bir grup insan gördüler. Sürekli konuşuyorlardı. Çukurun içindekiler konuşulanları anlamıyordu. Yabancı bir dildi duydukları. Çukurun başındakiler tuzağa düşürdükleri avcıları birer birer kollarından tutup oradan çıkardılar. Ve onlara vurmaya başladılar. Yabancılar kalabalıktı. Davetsiz misafirlerin ellerini arkalarından bağladılar. Yaşadıkları alana götürdüler. Ormanın içinde ağaç olmayan geniş bir alan vardı. Bölgenin sahipleri burada yaşıyordu.

Boşluk alanda bir sürü deriden çadırlar vardı. Tutsakları gören kabile çığlıklar atarak zaferlerinin tadını çıkarıyordu. Yedi tutsak ağaçlara bağlandı. Kabilenin reisi olduğu anlaşılan biri hepsinin yüzünü teker teker inceledi. "Aram bata yakut" diye bağırdı. Ardından üç kişi tutsakları hemen ağaçtan çözdüler. Bir çadıra götürdüler.

Tutsaklar kendilerine biçilen kadere boyun eğmeyeceklerdi. Sürekli bir plan içinde oldular. Çadırın önüne ve arkasına ikişer nöbetçi diktiler.

Abraka "Biz buradan kaçamazsak bizi kesip yerler. Babam Meştaka'dan duymuştum. "Biz akıllılar insan yemediğimiz için akıllıyız." Demişti. Şimdiye kadar hiç yamyamla karşılaşmadım. Demek buralarda bizden başka avcılar da var. Planım şu, birbirimize arkamızı dönp bağlı olan ellerimizi çözeceğiz. Ardından aynı yerden Kentimizin aksi istikametine hızla koşup kaçacağız. Çünkü yaşadığımız yeri ifşa etmemeliyiz."

Ellerini zorlukla çözdüler. Çadırın kapısındaki iki nöbetçiyi kaktırarak yere düşürdüler. Sonra hızla koşamaya başladılar.

Düşmanlarından kurtulmuşlardı. Ardından kentlerine doğru geniş bir yay çizerek evlerine vardılar. Gece olmuştu. Kent halkı heyecanla anlatılanları dinliyordu. Diken üstündeydiler. Düşman kabile buraya bir baskın yapabilirdi. Abraka kardeşlerine bir günlük mesafedeki akrabalarına gideceğini, oradan kalabalık bir şekilde döneceğini söyledi. Bu sayede düşmanlara karşı güç oluşturacaktı. Hemen yola koyuldu.

Tuna M. Yaşar




Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.


 


İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.

Yazarın tarihsel roman kümesinde bulunan diğer yazıları...
Göbeklitepe 5
Göbeklitepe 4
Göbeklitepe 3
Göbeklitepe 2
Göbeklitepe 1
Çok Eskiden 9
Çok Eskiden 8
Çok Eskiden 4
Çok Eskiden 6
Çok Eskiden 5

Yazarın roman ana kümesinde bulunan diğer yazıları...
Dünya Taşınıyor 3
Dünya Taşınıyor 7
Dünya Taşınıyor 8
Dünya Taşınıyor 6
Dünya Taşınıyor 1
Dünya Taşınıyor 2
Dünya Taşınıyor 5
Dünya Taşınıyor 4
Dünya Taşınıyor 9

Yazarın diğer ana kümelerde yazmış olduğu yazılar...
Masa [Şiir]
Reptilian 1 [Öykü]
Reptilian 2 [Öykü]
Reptilian 3 [Öykü]
Reptilian 4 [Öykü]
Reptilian 5 [Öykü]
Savaş Trafiği 2 [Öykü]
Savaş Trafiği 1 [Öykü]
Savaş Trafiği 3 [Öykü]
Ağaçlara Fısıldayan Adam [Öykü]


Tuna M. Yaşar kimdir?

Voltaire


yazardan son gelenler

 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2024 | © Tuna M. Yaşar, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.