Bulanmadan ve donmadan akmak ne hoştur. -Mevlânâ |
|
||||||||||
|
Ne çok şey vardı hayatında onunla olmasını istediği. Fakat artık ne kadar arzu ederse etsin giremeyecekti o hayatına bir daha. “Kahretsin” diye geçirdi içinden. Gururunu ayaklar altına alsa da, yersiz kaprisleri bıraksa da, huysuzluk çıkartmasa da geri dönmeyecekti sevdiği, unutulmazı, herşeyi. Bu düşünceyle aklının bir kuş gibi kanatlanarak uçup gideceğini hissetti. Elini kalbine götürdü. O elin civanmertinin eli olduğunu hayaletti. Sonra birden kızdı kendine: “Artık anla, göremeyeceksin onu birdaha!” Ağlamak istedi. “Beni neden bırakıp gittin sanki? Bir başıma koydun? Bu büyük, bu karmaşık kentte ne yapacağım ben şimdi? Sana çok kırgınım ve asla affetmeyeceğim seni!” dedi. Bu son sözüyle hıçkırıklara boğulması bir oldu. O anda mutsuzluk başka hiçbir duyguya yer bırakmamacasına kapladı yüreğini. Birden bire pişmanlığının içinde giderek arttığını hissetti, beyninde şimşekler çakıyordu. “Keşke yakmasaydım, o en güzel anlarımızın hatıraları olan fotoğrafları.” diye söylendi fakat hemen ardından haklı çıkardı yine kendini: “Oh olsun yine de! Sen beni bırakıp giderken nasıl acımadıysan bana, ben de acımadım işte şimdi o fotoğraflara!” Ufka baktı: “Hani ufka hep birlikte bakacaktık? Hani ellerimi bir ömür bırakmayacaktın? Gözlerinin sıcaklığı olmadan ne yaparım ben? Çırılçıplak kaldım sensiz! Beyazlarım bir tek kefenime yakışır artık!” “Yanına gelmeye çalıştım seneler boyunca ama içimde sana karşı adını koyamadığım bir his belirdi. Belki de kindi. Gelemedim bir türlü bu yüzden.” Elleri titriyordu. Terkedilişini hazmedemiyordu bugün bile. Ne de olsa civanmertiydi onun. Yüzüstü, yarı yolda bırakmak yakışmazdı ona... Ama bırakmıştı işte. Yıllardır sindiremediği de buydu ya...” “Bugün buraya geldiysem seni affettim sanma! Sen benim ulaşılmaz dalımda duran tek hasretimsin hala fakat o gün dün gibi aklımda. Neden? Neden ? Ben de ne eksikti?” “Gözlerinin içine bakarken yer kayardı ayaklarımdan. Alı, moru, yeşili, sarısı, siyahı, beyazıyla güzel görünürdü dünya... Kutsaldın sen benim için. Yine de öylesin fakat her gece yıldızlara bakarak iyi geceler dilemekten sana, bıktım. Yetmiyor artık bana. Beni gördüğünü biliyorum, hissettiğini damarlarımdan akan kanın çekilişini, körolası eşkiya yalnızlığımın beni esir aldığını, korkularımı, endişelerimi ve öfkemi...” İlk kez elini toprağa sürdü. Toprağı okşadı, eğildi ve öptü. Birden başını kaldırdı bağırarak, “Ne istedin de vermedim sana? Dileseydin yeryüzünü halı yapar, sererdim ayaklarına. Habersiz gidilir mi hiç? Hıh! Ben, yani senin en sevdiğin, hayallerini süslediğin, ellerden mi duymalıydım terkedişini?” dedi. “Ahh! İçim yanıyor... Ah!!! Sen yoksun ya, koymaz mı bu zamansız ayrılık bana? Seni özlüyorum, görmek istiyorum. Seni seviyorum. Seni seviyorum. Seni seviyorum!” “Bak, yine de geldim seni görmeye! Vefalı olan yine ben çıktım. Gözler neyi görmek isterlerse, onu görürlermiş, ben de seni görüyorum şimdi. Gülme halime, öyle! Ne yapayım bu ayrılık ateşi sardı tüm bedenimi. Senden sonra yıllar kolay mı geçti sanıyorsun? Doktorlar, ilaçlar, koridorlar, düşünen anlamsız adam heykelleri ve deli gömleği! Daha neleeer, neler...” “Hep yanımda olduğunu düşündüm. İnanamadım bir türlü zamansız gidişine. Kolyen hala duruyor boynumda. Birgün bile çıkartmadım biliyor musun? O gün çok güzeldi, bir sonbahar akşamıydı değil mi sevgilim? Yağmur yağıyordu ama sanki sevgimiz engelliyordu ıslanmamazı, biz aşkımızla yeterince ıslanmıştık zaten. Etkilemiyordu bizi. Hem sonra yağmuru çok severdin sen ve senin sevdiğini de ben... Bu kolyeyi bana verişin bugün gibi hala gözlerimin önünde.” “Evet sana ait ne varsa yaktım, biliyorum. Herşeyi yakma hastalığım bundan kaldı belkide. Ama bir bu kolyeyi yakamadım, yokedemedim. Demiştin ya, ‘bu yüreğim’ diye, ondan belkide... Çıkartıp atmak, kolaydı ya, içimden de çok defalar geçirdim ama yapamadım işte... Bende 'sen' kalasın diye...” “Deli çocuk, çılgın çocuk vedasız ayrılışı hakediyor muydum ben? Sevgilimdin sen benim sevdiğimdin! Yıllarca dönmeni bekledim. Kainatın karanlığını aydınlatan tek mum ışığından daha da az aydınlıktı umudum ama yine de sönmedi bekledim. Kalabalıklar içinde zor oldu tebessüm ama becerdim. Sahte yüzlere kanmadım. Oysa ne çok ağlatmaya çalıştılar beni. Sırf ‘başına ne gelirse gelsin yine de gülmelisin’ dediğin için. Şimdi sen yoksun, istediğini yerine getiriyorum” dedi ve sonu gelmeyecekmiş gibi derin kahkahalar attı. “Kara haber geldiği gün, gök çöktü üstüme, yer yarıldı, ruhum iyiden iyiye ezildi. Kızıl boşandı yüreğime ama hayret hala ayaktayım. Sen ‘gül’ dediğinden olsa gerek. Ama heyhat birtanem içim kan ağlıyor. Bu acı çekilmiyor, omuzlarımda yeni doğan bütün süt kokulu bebeklerin sorumluluğu vardı sanki sensizlik boyunca.” “Birlikte olsaydık bugün, torun sahibiydik. Saçlarımda senin o en çok beğendiğin kestane rengi kalmadı artık görüyor musun? Her tel bembeyaz. Sana gelmeden önce boyayacaktım ama senin doğal olmayan şeylerden nefret ettiğin geldi bir anda aklıma vazgeçtim sonrada... Olsun dedim benim canım beni böylede beğenir. Ben onun hala ‘dünya güzeli’yim dedim kendi kendime. Haksız mıyım?” “Katrankarası geceler, yıldızlardan başka güzel şey vermediler bana! Hep söyledim onlara ‘civanmerdime söyleyeceğim sizi, şikayet edeceğim’ diye bana yalnızlığı getirdiler ya... İnanmadılar bana canım... Tek tek topladım bende yıldızları... Gece bitsin diye... O vakitler daha bir çöktü üstüme sensizlik. Karanlıktan korktuğumdan mıdır nedir?” “Ha birde senden sonra resme yeniden başladım. Uykusuz gecelerimde en güzel anlarımızı canladırdım tuvalde. Tek tesellim birgün sana göstermekti ama göremedin, kahretsin bakmıyorsun bile...” “Bak günler bitti, acılar bitti, gözyaşları bitti, gençliğim gitti, sevinçler, renkler, iyi ya da kötü yaşanan ne varsa bitti. Bir tek senin yokluğun bitmedi. Bitir artık şu hasreti. İnanki affettim seni. Bak söz veriyorum ne istersen yapacağım. Ne olursun yalvarıyorum sana yanıma gel. Bak sağ tarafımızda deniz var. Hani çok severdin ya üç maviyi; gökyüzü, deniz ve gözlerim... Üçüde burda, dön n’olur. Sana olan aşkım ilk günkinden çok daha fazla.. Seni sen varken nasıl sevdiğimi bilirsin, ölümü göze alacak kadar... Şu anda yaşadıklarımı sen düşün artık.” Toprağa vurdu ağlayarak, “Hadi dönsene” dedi. Hışımla güllerin hepsini kopardı, bütün çiçekleri de... Eline diken battı, kanıyordu. “Bak” dedi. “Görüyor musun, çok ince dediğin, öpmeye kıyamadığın parmaklarım kanıyor işte.” O sırada kan gelinliğinin üzerine damladı. Hıçkırarak ağlamaya devam etti “Sana göstermeyi unutmuşum gelinliğimi nasıl buldun? Yakışmış mı? Aldığımızda biraz boldu, bugünse çok dar ama yaşlandığımdan. Beğeneceğini umdum beni böyle görünce. Hadi ama artık sokulsana yanıma, sabrım kalmadı!” Bir ses duyuldu toprağın altından “Ben de seni hala öyle çok seviyorum ki... Ama ben dönemem, sen gelmelisin yanıma. Hadi usulca sokul canıma! Seni bekliyorum.” Kadın o ilk günki heyecanı hissederek, yıllardan sonra ilk defa anlamlı tebessüm etti, gözlerinden sevinç gözyaşları aktı. “Geliyorum civanmerdim, gelmez miyim hiç? Kolyen boynumda, umudun avucumda. Ben de seni çok seviyorum.” dedi. Ardından sevgilisinin altında olduğu toprağın üzerine uzandı ve gözlerini bir daha hiç açmamak üzere kapadı.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © gülşen kılınçer, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |