..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
Seviyorum, öyleyse varım. -Unamuno
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > Öykü > Varoluşçuluk > Ekrem Naif Tek




16 Kasım 2018
Acının Çağrısı  
Ekrem Naif Tek
Kapıyı çekti ve son anda, anahtarlarının içeride kaldığını fark etti. Kapıya bir tekme savurdu ancak kapı daha hızlıydı. Kapandı. Kapının hızına paralel olarak sağlam bir küfür savurdu.


:ADIE:
O gün kalktığında bugünün diğer günlerden farklı olmasını, olabilmesini umuyordu. Tıpkı daha önce de uyandığı ve geçmişin sayfalarına karalanan diğer günlerde de olduğu gibi. Biçare bir eda ile banyonun yolunu tuttu. Hayatındaki tek düzenli olan şey belki de her sabah yapmış olduğu bu banyoydu. Duşunu aldıktan sonra siyah perdeli, siyah çarşaflı, siyah halılı ve gri duvarlı buram buram kasvetin ezgileriyle uğuldayan odasına geldi. Saat tam 10:00'da ofisinde olması gerekiyordu çünkü oldukça önemli bir dava alabilirdi bu sefer. Fakat kendini bir türlü toparlayamıyordu. Kahvaltı yapmayı bir sonraki güne erteledi. Kuruduktan sonra hızlıca gardırobunu açtı. Ne giyeceğini düşünmesi gerekmiyordu. Çünkü zaten kıyafetleri iki renkten ibaretti. Nitekim bir pantolonu zar zor geçirebildi bacağından. Tek ayak üstünde durmaktan nefret ederdi ve bunu ilkokul sıralarına borçluydu. Ütülü, gri gömleğini de giydi, kravat takmadı. Kravat takmayı da hiç sevmezdi. Bunu da ortaokul sıralarına borçluydu.Perdeyi açtı, gün ışığı bir hışımla girdi içeri ve zaten sönük lambasının ışığını gölgede bıraktı. Bilakis bu savaşın kazananının lamba olduğunu da hiç hatırlamıyordu.

Kapıyı çekti ve son anda, anahtarlarının içeride kaldığını fark etti. Kapıya bir tekme savurdu ancak kapı daha hızlıydı. Kapandı. Kapının hızına paralel olarak sağlam bir küfür savurdu.

Ofisine geldiğinde saat dokuzu kırk yedi geçiyordu. Eviyle ofisi arasında renklerden başka hiçbir ortak özellik yoktu. Bu iki yerde aynı insanın yaşadığına inanmak oldukça zordu. Ketılı çalıştırmak için ilerlerken gözü boy aynasına ilişti. Karşısında duran adama bakmaya başladı. Orta boylu, ince, çenesini seyrek bir biçimde kaplayan kirli sakallı, yüz hatları sert, çene kemikleri belirgin, mat siyah gözlü ve kumral saçlı bir adam. Sanki sorguladıkça boşluğa kayıp giden bu orta yaşlı erkek kendisi değildi. Mutlu görünüyordu. Bu mutluluğun sebebini merak ettiğinden kendi gözlerine takıldı kaldı gözleri. Yine mi kendisiyle kavga etmeye başlayacaktı?
Saat ona beş kala gelmişti müşterisi. Sormadan bir kahve de ona koydu. Karşısında ufak tefek, kumral, suratı bir bebeğinki gibi yumuşak ve güzel görünen bir kadın vardı. Davasını almak istediği şirketin sekreteri olduğunu kadın söze başlayınca anladı. Yarım saat sonra davayı almış, elinde bir yığın dosyayla öylece oturuyordu ofisinde. Karnının acıktığını hissetti, her zamanki gittiği bir yer olmadığı için rastgele bir pastaneye girdi. Kahvaltısını yaptı. Ardından bir kahve daha söyleyip sigarasını yaktığında uçan dumana bakıp, beraberce uçup uçamayacaklarını sormak istiyordu. Fakat bu öylece olmazdı ki. Uzaklara uçup gidebilmesi için önce yanması gerekiyordu. Yaptığı çocukça felsefeye içten içe güldü ve eksik olan şey için bir gülümseme daha belirtti suratında. Acı gülümsemesiydi bu, kimileri öyle derdi. Ağlamak ? Ağlamak acısını hafifletebilirdi fakat acısının o yakıcı güneşi çoktan kurutmuştu gözlerindeki okyanusu. Yalnızca yakıcı tuzları kalmıştı ve gözlerini kızartıyordu. Karadan ve tuzdan ibaretti artık. Onu gördü. Gülümsedi. Acı bir gülümseyişti.

İşte bugün pazardı. En sevdiği işi yapmak için can atıyordu. Olta takımını toparlamadı çünkü arabasının bagajından hiç indirmiyordu. Duşunu aldı ve hızlıca arabasına koştu. Saatine baktı, on birdi. Zamanın göreceli olduğu teoremine bir kez daha hak verdi ve nihayet gelmişti. Kayığını, sevgilisini okşayan genç bir delikanlının heyecanıyla okşadı.Kayığına bu zamana kadar neden bir ad koymamış olduğunu düşündü, yan taraftaki kayıkların ismini görünce. Hemen sol taraftaki kayığın ismi "ışık"tı. O kadar da estetik olmayan bu kelime onda hemen hemen büyük bir hayranlık uyandırdı. Kendi kayığına isim düşünmeye başladı. Nitekim "ses" isminde karar kıldı. Çünkü kendini en iyi duyabildiği yer burasıydı.

Motoru çalıştırmadı. Kürek çekmeyi seviyordu. Açıldı, açıldı. Öğlene doğru kovasını iyice doldurmuştu. Sıcak bastırınca şemsiyesini arandı fakat kıyıda unuttuğu geldi aklına. Arabasının anahtarını kıyıya doğru savurdu. Başına gelecekleri sana anahtarlarım anlatsın diye haykırdı, şemsiyesine. Yaptığı espirivari şeye gülmedi, onun yerine -sara nöbeti geçirir gibi- bir anda düşüncelere daldı. Denize doğru bakıyordu. Dalmış gibiydi. Ses'in içinde hiçbir şey duyamıyordu. Donmuş kalmıştı öylece. Onu görüyordu, güneşin suya çarptığı yerde. Ayağa kalktı. Atlayacaktı. Fakat yüzme bilmiyordu.

Atlamadı. Kendine hayatın sesini duymak için bir şans daha verdi. Bir martı seslendi kayığın yanı başından. Gülümseyerek cevap verdi. Atladı.

.Eleştiriler & Yorumlar

:: -
Gönderen: Ekrem Naif Tek / , Türkiye
24 Şubat 2019
Ses'e ses kattığınız için teşekkür ederim.

:: ses
Gönderen: Gülcan Aksoy / , Türkiye
16 Şubat 2019
Ses veriyorum; çok beğendim.




Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.


 


İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.

Yazarın varoluşçuluk kümesinde bulunan diğer yazıları...
Difenbahya
Safsatalar - 8

Yazarın öykü ana kümesinde bulunan diğer yazıları...
"Güve"
Kedisini Kaybeden Adam
Parmak Güreşçisi

Yazarın diğer ana kümelerde yazmış olduğu yazılar...
Yeniden [Şiir]
Sergey Yesenin'e [Şiir]
En Son Bahar Kalır. [Şiir]
Gün Dönümünden Vazgeçişler veya Yeni Bir Başlangıç [Şiir]
Ağustos [Şiir]
Yumuşak G [Şiir]
Mart' [Şiir]
Gök Mavi, Kuyu Derin [Şiir]
Kısır Döngü [Şiir]
Köydeki Eski Ahşap Evimizin Kırılmış Ahşap Duvarlarına [Şiir]


Ekrem Naif Tek kimdir?

ben ekrem naif hayalimin hayal ürünü şairlerin en şairi kurunun yanında pilav ve marketinizden ısrarla isteyeceğiniz bir poster değilim ben bir hayal ürünü değilim . . . pis bir inilti veya uğruna can vermelik bir değer olarak sesleniyorum baş ağrını bana ver sana şiir vereyim okursan okursun okumazsan çeker giderim . . .

Etkilendiği Yazarlar:
-


yazardan son gelenler

 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2024 | © Ekrem Naif Tek, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.