..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
Sevginin bulunmadığı yerde us da arama. -Dostoyevski
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > Öykü > Bireysel > Ekrem Naif Tek




29 Ekim 2018
Parmak Güreşçisi  
Ekrem Naif Tek
Ayakkabılarımı dışarıda çıkardım. Genç adam onları ne nezaketli ne de kaba, yani oldukça normal bir şekilde aldı. Kapının hemen önündeki siyah renkli, tozlu ayakkabılığa koydu. Sapsarı, küçük bir keratanın göze çarpması işten bile değildi, böyle koyu renkli bir ortamda. Gencin, ayakkabılarını giyerken ve çıkartırken, sürekli çözüp bağlamadığını; bu keratanın yardımıyla, hızla giyip çıkardığını düşünüyordum.


:AFJD:
Kapıyı çaldığımda, karşıma yirmi-yirmi
beş yaşlarında olduğunu tahmin ettiğim bir kişi çıktı. Gözüme hemen bir boy
aynası ilişti. Çevresine, -evde eskiden oturmuş olanların yapıştırdığını
düşündüğüm- birkaç süs yapışkanı yapıştırılmıştı. Bu süs yapışkanları gri ve pullu
olmalarına rağmen kirlene kirlene fark edilmemeye alışmış gibilerdi. Aynada bu
kirin birazından nasibini almıştı. Bu aynanın içinde bulunduğu salon çok küçük
de değil çok büyük de değildi. Aynanın hemen karşısında bir kapı vardı. Klasik bir
apartman dairesini gözünde canlandıran herkes, buranın tuvalete açıldığını
bilirdi. Bu kapı bej renginin açık bir tonundaydı ve buzlu camdandı. Kapı kolunun
sarının kötü bir tonu olduğundan mıdır, kapının üstündeki kaplamanın yer yer
açılıp soyulduğundan mıdır bilmem neden orta halli salon sevimsiz ve eski bir
havadaydı. Ve yağmurlu bir otobüs terminali kokusundaydı.

Ayakkabılarımı dışarıda
çıkardım. Genç adam onları ne nezaketli ne de kaba, yani oldukça normal bir
şekilde aldı. Kapının hemen önündeki siyah renkli, tozlu ayakkabılığa koydu. Sapsarı,
küçük bir keratanın göze çarpması işten bile değildi, böyle koyu renkli bir
ortamda. Gencin, ayakkabılarını giyerken ve çıkartırken, sürekli çözüp
bağlamadığını; bu keratanın yardımıyla, hızla giyip çıkardığını düşünüyordum.

Evet. Ben böyleyim. Kendimi bir
dedektif edasıyla böyle küçük, anlamsız, saçma denilebilecek çözümlemeler
yaparken yakalarım çoğu zaman. Gözlemlemeyi ve bu gözlemlerimden çıkarım
yapmayı sevdiğimi herhalde anlamışsınızdır. Nitekim genç beni içeriye davet
etti. Önümüzdeki mutfak kapısının sol yanındaki kapıya doğru ilerledi. Bu kapı
oturma odasına açılıyor olmalıydı. Oturma odasının kapısı da tuvalet kapısıyla
aynı şekilde ve aynı haldeydi. Mutfak kapısı da keza öyle. Bu evin ilk
yapıldığından beri bu kapıları kullanıldığını anlamıştım.

Oturma odasına doğru geçerken
birkaç saniyeliğine -mutfak kapısı açık duruyordu- mutfağı görebildim. Birkaç bulaşık
gereğinden fazla alçak duran tezgâhın üzerinde düzensizce duruyordu. Mutfak büyük
sayılırdı. Zemin birbiri ile alakasız iki ayrı halıyla kaplanmıştı. Kapı tarafında
eski bir buzdolabı ve onun hemen pencereye yakın ön tarafında eski, üçlü bir
koltuk duruyordu. Koltuğun hemen önünde ise eski ahşap bir masa vardı. Yemek masası
olmadığı her yerinden anlaşılıyordu fakat yemek yerken kullanıldığını anlamak
için masanın size bunu söylemesine gerek yoktu. Tuvalet kapısındaki o sırıtan
bej renkli soyulmuş kaplama gibi -ki diğer kapılarda aynen böyleydi- masanın da
koyu kahverengi kaplaması yer yer soyulmuş ve iğreti duruyordu. Tanrım,
gerçekten bu evdeki her şey soyulmuş olmalıydı. Bunu araştırmak için gence
baktım. Gayet sağlıklı bir yüzü ve vücudu vardı. Tam önermemin yanlış olduğuna
kanaat getirecekken, gözlerim gencin koyu gri pijamasına takıldı. Sağ paçasındaki
yırtığı gördüm. Evet, evet. Bu ev soyuluyordu. Önermemde haklı çıkmamın
gururunu, bu soyulmuşluğun içimi gıdıklaması yüzünden yaşayamadım.

Genç adam önde ben arkada oturma
odasına geçtik. Evin genel büyüklüğü göz önüne alındığında, oturma odası
gerçekten büyüktü. Genç tekli koltuklardan birine geçti, oturdu. Ben de tam
karşısındaki diğer bir tekli koltuğa geçtim. Odada o kadar fazla tekli koltuk
vardı ki. Sizin için sayabilirim. Tam beş tane. Ah, yan tarafta bir tane daha
varmış. Evet, tam altı tane. Bir insan bir odaya neden bu kadar tekli koltuk
koymaya ihtiyaç duyar ki diye düşünmeye başladım. Belki, parası yoktu ve ordan
burdan almıştı. Belki de, balık tutmayı seven bir adamın balık tutmasını hobi
olarak açıklaması gibi bu genç adamın hobisi de tekli koltuktu.

Hepsinin ordan burdan alındığını
öne sürmemin nedeni, farklı oluşlarıydı. Kesinlikle aynı takımdan olmadıklarını
anlayabilirdiniz. Bunu herkes anlayabilirdi. İkisi kahverengi ağırlıklı yeşil
çizgili rahat koltuklardı. Ben de bunların birinde oturuyordum. Genç adamın
oturduğu koltuk ise beyaza çalan bir kahverengiydi. Hemen solundaki koltuk da
bunun aynısıydı. Tekinin kolluğu ezilmiş, içten içe kırılmıştı. Fakat o kadar
da eski görünmüyordu bu kırık koltuk. Diğer bir koltuk ise benimkine benzerdi
fakat ortasından yeşil şeritler geçmiyordu. En son fark ettiğim koltuk ise tamamiyle kendi
başına ve yalnızdı. Cismi ise diğerlerine hiç benzemiyordu. Ahşaptan kollukları
bile vardı. Gururlu ve karizmatik duruyordu fakat tekli koltuk alacak olsanız -diğerleri
şöyle dursun- bu koltuğu bile almanızı önermezdim. Çünkü bende yorgun bir his
uyandırmışlardı, hepsi kasvet ve sigara kokuyordu. Bu tekli koltukları karşı
beri tam ortadan ayıran, kapı tarafında duran üçlü bir koltuk daha vardı geniş odanın
içinde. Tozlu ve pisti aynı diğer koltuklar gibi. Tamamiyle kendi başına ve
bizi umursamadan öylece duruyordu.

Gözleri ortadaki halıyla
oyalanan gence baktım. Sonra da halıya. Kırmızı kenarlı, ortası krem renkli
güzel bir halıydı. Gözlerimi halıdan balkon kapısına geçirdim. Balkon kapısının
hemen yanında içinde olması gereken raflardan yoksun yine kahverengi -kapalı
bir tonu- bir kitaplık vardı. Ne o amacına hizmet ediyor ne de genç adam ondan
bunu istiyor veya istemiş gibi duruyordu. Bakışlarımı odada gezdirmekten
sıkıldığımdan ya da diğer randevuma geç kalacağım endişesinden olmalı, genç adama
bakmaya başladım. İlk onun konuşması gerekiyordu ve bunu hemen yapmalıydı.

Sizi buraya çağırıp çağırmamakta
oldukça kararsızdım bayan, dedi. Herkes beni çağırmakta kararsızdır. Bunu o da biliyordu
ama kararsızlığını yendiğini belli etmek için söylemişti bunu. İlk önce içten
içe, kararsızlığını yenemediğini sadece öyle görünmek istediğini düşündüm. Fakat
genç adamın vücudunun duruşu beni haksız çıkarıyordu. Karşımda kararsızlığını
yenmiş biri duruyordu ve biraz zorlanacağımı hissetmeye başlamıştım. Devam etti.

En iyi anımı riske atmam
gerektiğine karar verdim. Bu en kötü anımı unutmamın tek yolu ise en iyi, en
güzel anımı riske atmalıyım. Bunu yapmalıyım. Çünkü artık yaşayamıyorum ve bu
anı beni daha da eksiye götürüyor.

O halde tamam, dedim. Hadi başlayalım!


Neye başlayacaktık? Ne oluyordu?
Ne anısı? Bu genç kim? Ben kimim? Hemen anlatacağım sizlere.

Ben kimim sorusundan başlayacak
olursak, ben; parmak güreşçisiyim. Ve özel bir yeteneğim var. Her insandan
yalnızca bir tane olmak şartıyla, en iyi veya en kötü anısını alıyorum. Hangisini
alacağıma da parmak güreşinin kazananı karar veriyor. Yani kısaca; kaybedersem en
kötü anısını, kazanırsam en iyi anısını alıyorum. Fakat aldığım anıyı yok
ettiğimi sanmayın. Aldığım bu anılar benliğimin birer parçası haline geliyor. Tamamiyle
benim anım oluyor. Benliğimi dayanılabilir kılabilmek içinse -bana hak
vereceğinizi umuyorum- elimden gelenin en iyisini yapmak zorundayım.

Bu genç adam kim sorusuna
gelecek olursak, o sadece bir insan. Ve bana ihtiyacı olan bir insan. Umuda ihtiyacı
olan bir insan. Ben ise onun gözünde küçük bir umudum. Eminim ki parmak
güreşini çok iyi yaptığımı biliyor. Bu yüzden benimle güreşmeye karar vermiş
her insan gibi, o da cesaretli ve kalbi kırık bir insan.

Gel gelelim, güreşmeye başladık.
Genç adam gerçekten iyi güreşiyordu. Baş parmağı uzun, kalın ve güçlüydü. Ve nedense
her rakibimde olduğu gibi, bu başparmağın ve diğer parmakların tırnaklarına dişler
hücum etmiş ve etlerine kadar yenilmişlerdi. Dakikalar geçti. Güreş bitti. Ayakkabımı
o tozlu siyah ayakkabılıktan aldım. Kapının dışarısına koydum. Eve girdiğimden
beridir, o küçük sarı keratayı kullanmaya can atıyordum. Fakat ayakkabılarım
kerata kullanılabilecek cinsten değillerdi. Dağınık mutfak son bir kez daha
gözüme çarptı. Kapı kapandı.

İyi güreşmiştim, genç adam da
iyi güreşmişti. Şimdiye kadar böyle bir durum hiç olmamıştı. Sonucu merak
ediyordum. Nitekim, apartmanın dış kapısından çıkmamla güneşin tüm ışıklarını
üzerime saldırtması bir oldu. Göğsüme bir ağrı girdi. İstemsizce, iniltiye benzer
bir ses çıkardım. Ayaklarım beni taşımaktan nefret edercesine, kapının önüne
çökmeye zorladı beni. Çöktüm. Hemen üst kattan, genç bir adamın iniltisini duydum.
Göğsüme bir ağrı daha girdi. Kendimi tutamayarak, tekrardan bir inilti
çıkardım. Üst kattan bir inilti daha geldi.



Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.


 


İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.


Yazarın öykü ana kümesinde bulunan diğer yazıları...
"Güve"
Kedisini Kaybeden Adam
Difenbahya
Acının Çağrısı
Safsatalar - 8

Yazarın diğer ana kümelerde yazmış olduğu yazılar...
Yeniden [Şiir]
En Son Bahar Kalır. [Şiir]
Sergey Yesenin'e [Şiir]
Gün Dönümünden Vazgeçişler veya Yeni Bir Başlangıç [Şiir]
Ağustos [Şiir]
Yumuşak G [Şiir]
Mart' [Şiir]
Gök Mavi, Kuyu Derin [Şiir]
Kısır Döngü [Şiir]
Köydeki Eski Ahşap Evimizin Kırılmış Ahşap Duvarlarına [Şiir]


Ekrem Naif Tek kimdir?

ben ekrem naif hayalimin hayal ürünü şairlerin en şairi kurunun yanında pilav ve marketinizden ısrarla isteyeceğiniz bir poster değilim ben bir hayal ürünü değilim . . . pis bir inilti veya uğruna can vermelik bir değer olarak sesleniyorum baş ağrını bana ver sana şiir vereyim okursan okursun okumazsan çeker giderim . . .

Etkilendiği Yazarlar:
-


yazardan son gelenler

 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2024 | © Ekrem Naif Tek, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.