"Usun ve deneyimin aksaçlılarınki gibi, ama yüreğin masum çocuklarınki gibi olsun." -Schiller |
|
||||||||||
|
2 senedir her sabah saat 08.00 sularında, akşam da 18.00 sularında bu minibüse biniyorum. Çünkü iş yerim taşındı ve bu hatta binmek zorundayım. Öyle maceralarım birikmiş ki, bakın buraya yazma gereği hissetmişim :) Gerisini siz düşünün. Saat 08.00'de Yenisahra'dan minibüse biniyorum. Minibüs hareket ediyor. Genelde içerisi tıklım tıkış olur. Neden böyle diye de kafa yormuşluğum bile var. Ben bunun sebebini kendi çapımda çözdüm. Bu hattı kullananların çoğu indi/bindici kesimi. Nasıl mı? Kısa mesafeli yolculukların hattı yani. Yenisahra/Kaynarca bayağı uzun sayılır. Benim ilişkim kısa süreli değil. Onu baştan söyleyeyim. O yüzden birikimlerim de epeyce fazla. Kısa mesafeli (yani indi/bindici grubu) yolcular, bu hattın minibüslerini hınca hınç doldurmak için ellerinden geleni yapıyorlar. Neden bu hattı tercih ettiklerini de düşündüm, buna da cevabım var. Bu hattaki minibüs sayısı tahminimce bütün İstanbul'un minibüs hatlarının iki katı kadar olabilir. O kadar çok minibüs var ki, insanlar biri gider biri gelir zihniyetinde. O yüzden bu minibüs o kadar dolu. Bu hattın şoförlerinden bahsetmemek olmaz. Abilerim, ablalarım... Canlarım, ciğerlerim. Sanki doğarken anaları onları minibüs şoförünün koltuğunda doğurmuş. O kadar işlerine sarılmış durumdalar ki, bazen gerçekten gözlerimi yaşartabiliyorlar. Örnek mi dediniz, peki vereyim. Mesela, bindiğiniz minibüste 3 kişisiniz. Bir minibüsün kapasitesi kaç kişidir? 30 mu? 30 sayısını görene kadar o durakta beklerler! Hatta bazı zamanlar, 30 bile kesmez abileri. 30'un üstü olmak zorundadır. Bir durakta 15 dakika beklediğim günleri bilirim, düşünün artık gerisini. Eğer işiniz çok acilse ve bu beklemeye daha fazla dayanacak gücünüz kalmayıp, minibüs şoförüne bir iki laf söyleme gafletine girişmişseniz vay halinize! Yandınız! Alırsınız ağzınızın payını, oturursunuz aşağı. Ben de ilk bindiğim zamanlar bir iki böyle çıkışlar yapmıştım ama heyhat! Aldım ağzımın payını. "Şoför bey, daha ne kadar bekleyeceğiz? 15 dakikadır bekliyoruz!" "Boş mu gidelim abla? Biz para kazanmayalım mı yani?" "Yok öyle demek istemedim de, işimiz gücümüz var. Geç kalıyoruz." "E o zaman ne minibüse biniyorsun abla, atla taksiye git!" Sanki ben bilmiyordum! Bir de, o bekledikleri durakta başlarlar korna çalmaya. Dakika tuttum, yemin ederim 2 saniyede bir korna çalıyorlar. 2 saniye ya, 2 saniye! Bildiğiniz insanların göz kırpma süresi kadar. Bir keresinde, Kozyatağı durağındayız, bizim şoför yine durağa demir attı. Başladı habire korna çalmaya. Kapı açık, kar yağıyor, içeri buz kesti. Kimse sesini çıkaramıyor. Birden akşamın karanlığından bir cengâver minibüsün içine daldı! Adam o kadar sinirli ki, biz yolcular neye uğradığımızı şaşırdık. Bir daldı içeri, direk minibüs şoförünün yakasına yapıştı. "Ulan ne diye saniyede bir dart dart korna çalıp duruyorsun? Binmiyoruz ya! Zorla mı?" Minibüs şoförü ilk şaşkınlığını atar atmaz, hemen şoför koltuğundan kalktı, adamın yakasından yakaladı. "Binme, sana mı soruyorum ben!" "Ne diye kulağımızın dibinde ikide bir zart zurt korna çalıyorsun o zaman?" "Sana ne! Sana hesap mı vericem be!" Anlayacağınız, durakta otobüs bekleyenleri de rahatsız ediyorlar. Bunu da geçtim, İstanbul'un trafiği malûm. Her yer trafik, her yer keşmekeş. Ama benim bu hattı asıl tercih etmemin sebebi, şoförlerinin gerçekten çok cevvâl olması. Nasıl cevvâl yani? Şöyle ki, mesela siz işten çıktınız, yorgunsunuz ve bir an evvel evinize gitmek istiyorsunuz değil mi? Size en iyi çözüm Gebze/Harem minibüsleri. Onu da şöyle izah edeyim efendim. Bu hattın minibüslerinin trafiğe karşı bir alerjileri var. Bunu da akşam eve giderken fark ettim. Biliyorsunuz her yer metro inşaat alanı durumunda. 4 şeritlik yol, birden 1'e düşüyor. Arabalar mahşer yeri gibi, saatlerce bekle babam bekle. İşte tam bu sırada Gebze/Harem minibüsü bir anda ufukta beliriyor ve trafiğin ortasına çilingir edasıyla dalıyor. O 1 şeride düşen yol var ya, birden minibüsle birlikte bir açılıyor, görmeniz lazım. Adamlar öyle ustalıkla kullanıyor ki koca minibüsü, sanırsın formula pistinde S şeklinde yol alıyorlar. Ne EDS, ne mobese, ne polis, ne ambulans hak getire. Bir basıyorlar var ya, şaşar kalırsınız. İşte o zaman diyorum ki, "Neyse ya, bazı duraklarda da bekleyiversinler, bir şey olmaz" :) Bazen, şoförlerin meslektaşlarına açtıkları telefonlara da şahit oluyorum. Geçenlerde yine böyle bir şey yaşadım. Bizim şoför duraktan aldı yolcuları, ilerliyoruz. Tam bu sırada bizim önümüze bir minibüs geldi durdu, yolcu aldı. Bizim şoför ilk önce başını sağa sola çevirdi, öndeki minibüsü dikkatle izledi. Ardından yol almaya devam ederken, bizim arkamıza biri daha yanaştı. Bu sefer bizim minibüs şoförü dayanamadı, birisine telefon etti. Biraz ağzı bozuk konuştu ama kullandığı kelimeleri daha uygun bir vaziyette yazıyorum. "Abi bu adam benim inadıma mı yapıyor ya! Biri geldi önüme, diğeri arkama! Siz beni çıldırtmaya mı çalışıyorsunuz? Üç tane minibüs karı koca gibi arka arkaya mı gideceğiz ya! Söyle şunlara araya mesafe koysunlar." Bildiğiniz içimden gülme krizi geçirdim. Ne diyeyim ki? Bazen böyle durumlarda kavga bile çıkabiliyor. Kavga eden minibüsçülere de çok rastlamışımdır. Durum aynen şöyle oluyor, müsaadenizle hemen anlatayım. Bir minibüs, aniden kırıp bizim şoförün yolcusunu alır. Bizim şoför bu durumu gururuna yediremez. Hemen gaza basar, öndeki minibüsü taciz etmeye başlar. Aralarındaki mesafe küçülür. Ardından birbirlerine camlarından bakıp parmaklarını sallamaya başlarlar. Korna sesleri sokakları inletmeye başlar. Sonra şoförler camın ardından birbirlerine sövüp dururlar. Biraz daha tehlikeli bir şekilde birbirlerine yanaşmaya kalkarlar. Tabii bu arada balık istifi halindeki yolcular mırıldanmalara başlar ama şoförün umurunda bile değildir. Sonra en deli olanı, diğerinin üzerine direksiyonu kırar ve kaçınılmaz son! El frenleri çoktan çekilmiştir. Minibüs, acı bir frenle ayaktaki yolcuları ön cama yapıştırır. Bu arada şoför içeride olanlara aldırmaz bile! Koltuğun yanındaki "Haydar" isimli Beyzboll sopasını ya da bazen levye, bazen de demir çubuk kaptığı gibi ön tarafa doğru koşturmaya başlar. Şoförler bir hışımla karşı karşıya gelirler, ilk önce sözlü küfürleşmeler başlar. Sonra da eller havaya kalkar. Kavga başlarken, biz yolcular da bu zevkli müsabakayı izlemeye başlarız. İçerden bazı teyzeler ve amcalar başlar yorum yapmaya, "Ama öndeki minibüs terbiyesizlik yaptı. Gördün dimi, nasıl direksiyonu kırdı üzerimize! Ya bize bir şey olsaydı? Adam haklı..." Adam haklı da amcacığım, onun için senin önemli olan senin canın değil. Önemli olan onun alacağı indi/bindi parası. Çünkü elindeki yolcuyu kaptırdı! Onun için kavga ediyor. Onlar da Cennet Mahallesi sakinleri gibi. Cennet Mahallesi halkı müzik duydukları zaman kavgayı bırakıyorlar. Bunlar da trafik polislerinin kontrol zamanları başlıyorlar birbirlerine telefon etmeye. "Polis nerde abi?" "Bostancı köprüsünün altında" "Hee tamam ya, benim oraya daha 3 durağım var. Alabildiğim kadar alırım, zaten çoğu müşteri oralarda iniyor." Bu hattın minibüslerine EDS cezası kesilmiyor galiba? Çünkü EDS sisteminin işaretli alanına sadece ambulanslar girebiliyor, bir de Gebze/Harem minibüsleri! Bu hattın ayrıcalığı var sanırım. Kalabalık konusunda bu hattın şoförlerinin hiç limiti yoktur. Oturarak 15, ayakta 45 kişi alarak 30 kişilik minibüsü, 60 kişiye çeviren, sonra da "Şoför bey artık tavana çıkarın bari, bu ne ya!" diye serzenişlere, "Birazdan hepsi inecek zaten abi, beş dakika sabret!" diye çıkışan bir kafaya sahiptirler. Bazen şöyle bir uygulama yaparlar kendi aralarında. Mesela benim bindiğim minibüste 3 kişi kaldı. Önden giden minibüsteki arkadaşına telefon ediyor, o da ilk durakta bekliyor. Bizim minibüs durağa yanaşır yanaşmaz, "Hanımlar beyler, lütfen öndeki minibüse geçer misiniz?" diyor. Haydaaaa, paşa paşa oturarak giderken, birden diğer minibüse aktarma yaparız. Bindiğimiz minibüs de hınca hınç dolu olur. Söylene söylene, hatta küfrede küfrede diğer minibüse mecburen göç ettiriliriz. Sabah binenler rastlamışlar mıdır bilmiyorum ama ben çok rastladım. Adam öyle melankoliktir ki, o saatte Müslüm Gürses, Orhan Gencebay, Azer Bülbül, Ferdi Tayfur şarkılarıyla gidiyoruz. Bir de camı yarıya kadar indirip, sigara yakıyorlar. Ohhh, değmeyin paşaların keyfine. Bunlar sadece bazıları. Bugün nedense bu hattın durumlarını yazmak istedim. Eğer içinizde benim gibi bu hattın minibüslerine binip, benim yazdığım şeylerden bir tanesine rastlamışsanız, siz de benim gibi Nirvana'ya ulaşmışsınız demektir. Zira bu hattın yolcuları artık Tibet'in bilge keşişleri gibi, kendilerini sabırla imtihan ediyorlar. Sabır tesbihlerimiz görünmese de, aslında onları hep çekiyoruz biz.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Yeter Özhal, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |