Dünyada birbirinin eşi ne iki görüş vardır, ne iki saç kılı, ne de iki tohum. -Montaigne |
|
||||||||||
|
Ve doktorlar, yaşama gözümüzü açtığımızda pek çoğumuzun ellerinden kıçımıza şaplağı yediğimiz doktorlar. Ben evde doğduğum için o şaplağı bir doktorun elinden yemedim, ancak 6 aylık hastalanıp derdimi babama anlatmak için hiç beklenmedik bir anda “Baba karnım” diye seslenip babam tarafından doktora götürüldüğümde karşılaştım ilk olarak doktorlarla. Aslında 6 aylıkken hastalanıp ellerine düştüğümde ne tedavi uygulandı bilmiyorum ama sanırım beni konuşturacak kadar acı veren ama önemsiz bir tedavi gerektirecek bir hastalıktı ki hayatımı etkilemedi. Sonra 3-4 yaşlarında iki ablamın didişirken suratımın kıpkırmızı kok kömür yanan sobaya yapışması ve anneciğimin diş macunu sürmesi neticesinde götürüldüğüm ve belki doktor değil ama Kore Savaşında da sağlık memurluğu yapan kişinin elinden aldığım şifa. Beni “Sana bebek alacağım” kandırmacasıyla sandalyede oturtup yüzümü jilet ile kazıyan ve bilmem hangi merhem ile tedavi eden meslek grubu, sağlık memuru. O tedavi sonrası yüzümde tek bir iz kalmadan geçirdiğim olumsuzluğun olumluya çevrilmesi durumu. Yaşıyor ise Allah selamet versin, öldü ise gani gani rahmet eylesin. Çocukluğumda düştüğüm zamanlar omzumun çıkması nedeniyle çok götürüldüğüm ve ellerinden şifa aldığım bir de kırıkçılar ve çıkıkçılar vardır. O yaşlarımda demek kırıkçı, çıkıkçı, ebe ve sağlık memurlarıyla doktorlara kıyasla daha muhattapmışız. Çocukluğumda olmak isteyip de üniversite sınavında ilk iki tercihimi kazanamayıp 3 tercihimi kazandığım da çok üzülmüştüm, mühendis olup da doktor olamadığım meslek grubuydu ilk iki tercihim “ve doktorlar”. Hayatımızda hep ailemiz önemlidir. Genelde önce anne gelir. Bizi dokuz ay on gün karnında taşıyan, canıyla besleyen, sonra emziren, her koşulda sarıp sarmalayan annemiz. Canımız her acıdığında annem deriz ya da vay anam. Sonra babamız gelir her ne kadar annemiz gibi sıkça sarıp sarmalamasa da, ailelerimizin direği, otorite, saygıda kusur etmemeye çabaladığımız babalarımız. Akşam eve gelişini dört gözle beklediğimiz, biraz bana ne getirdi diyerek eline baktığımız babalarımız. Sonra ailelerimize bizden önce ya da sonra katılan kardeşlerimiz, büyük ailelerimizde dedelerimiz, ninelerimiz, dayılar, teyzeler, amcalar, halalar, belki en yakın ilk arkadaşlarımız kuzenler ve daha sonra hayatımıza şekil veren öğretmenlerimiz. Yaşam sürerken arada bir uğradığımız ve belki bazılarımız için ikinci kapı olan “ve doktorlar”. Kapılarında hep bekleriz, onlar bunun farkında mıdır bilmem, bazen ortam konforludur, oturur randevu saatini bekleriz. Konforun bir bedeli vardır kimine göre maaşının yarısını kimine göre dörtte birini ve belki kimine göre önemsiz bir miktarı öderiz. Bu beklemenin ardından bazen artık bayılmak üzere iken görüştüğümüz ve belki 5 dakika sürmeyen muayene ile odalarından ayrıldığımız doktorlar. Kimi zaman bir sedye de kan revan içindeyken ellerinden şifa beklediğimiz doktorlar. Kimi zaman o sedyenin başında peşinde koşuşturduğumuz “Benim hastama da bakar mısınız?” diye yalvardığımız “ve doktorlar”. Çocukluğum ve gençliğimdeki doktorları hatırlıyorum da “Ağzını aç, dilini çıkar, öksür, buran ağrıyor mu” diye muayene ederlerdi şimdi ise, “Hımm kanların temiz, röntgende bir şey yok, tomografi de güzel, ooo mr da çok iyi çıkmış, önemli bir şeyin yok” diye odalarından çıktığımız doktorlar. “Ama doktor bey (veya hanım) şuram ağrıyor, bakın şöyle oluyor, bir dinleseniz” dediğimizde “Anlıyorum da bir şey çıkmamış”, “Bir muayene etseniz” dediğimizde “Ben bu tetkiklerden daha mı iyi anlarım” diyen doktorlar. Bazıları hatta kabadır eski tahlilleri götürürsün bakmazlar, anlatırsın dinlemezler “Tamam tamam bana hikaye anlatma” “Ama hocam” dersin, dediğinle kalırsın, “Bir sonraki hasta” dediklerinde vizite süren dolmuştur. Bir de nedense hep hocam diye hitap ederiz, gönüllerini hoş tutmaya çalışırız. Bazıları şaşırtır bizi, sorar “Daha önceki tetkiklerin” “Şey hocam genelde bakmadıkları için getirmedim”, tamam derler “Ben tahlilleri yazayım da kontrole getir lütfen”. Bazen elimizde bir ansiklopedi ile gideriz, doktor hangi sayfasına baksın, bakmasın canım çok zor değil ya bir formları olsun sorsunlar dolduralım, gelişmiş ülkelerde yaptıkları gibi. Aslında “ve doktorlar” beni iki kez hayata döndürdü. Biri ülkemde bir trafik kazası sonrası, diğeri ABD’de, yani anlayacağınız yerlisinin de yabancısının da eline düştüm. Herkes ellerine düşer çünkü hatta doktorlar da doktorların eline düşer. Yıl 1990, 2 ağustos 1990 Saddam Kuveyt’e girmiş, yıl 3 Ağustos 1990 bir trafik kazası sonrası Bodrum’da bir sağlık ocağındayım. Sağlık ocağından başlayıp kendimi İzmir’de özel bir hastanede bulduğum süreç, aslında bazen hatırlamak bile istemediğim bir süreç. Her türlü insanla, iyisiyle de kötüsüyle de karşılaştığım bir süreç. Sonrasında ise bir doktorun elinden gelen şifa. Yaşıyor ise Allah selamet versin, öldü ise gani gani rahmet eylesin. Sonra ABD’de burslu okumak için gittiğimde bir tümör nedeniyle olmam gereken bir ameliyat, yine ellerinden gelen bir şifa. Türkiye’deki özel bir hastane, ABD’deki ise üniversite hastanesi. Ameliyat öncesi ABD’de tarafıma bilgi veriliyor, “Sana anestezi uygulayacağız, dişlerin kırılabilir”, “Yapmayın doktor, ben ülkemde de ameliyat oldum kimse bana böyle bir şey demedi”, “Çok küçük bir ihtimal, söylemek zorundayım olursa bizi dava edersin”. Ülkemde ise ameliyat öncesi ablacığım kahvaltımı verirken kendisininkini de bana yedirince ameliyatı birkaç saat ertelemişlerdi, verilen bilgi işte o kadar. Aslında lafın özü ve yazmak istediğim, geçenlerde bir üniversitenin acil servisindeydim. Doktorların hiçbirinin boynunda stetoskop yok ayrıca tansiyonu bilekten ölçüyorlar. Halbuki bize tavsiyede bulunurlar “Sakın ha bunlarla ölçmeyin, doğru sonuç almazsınız”. Sormak isterim “El muayenesine ne oldu?” Amerika’da rahatsızlığımı doktorun teşhisi “Bana yardımcı ol, vücudunda ne değişti” sorusuna sadece “Soluma yattığımda kalbim sanki kulağımda atıyor” cevabıyla verdiğini unutamıyorum. Çünkü beni dinledi, ona yardımcı olmamı istedi. Evet maalesef doktor olmayı başaramadım o unvanı doktora yaparak aldım, ancak annemin adlandırmasıyla “Benim kızım da doktor ama o insanlara yardım edemeyen doktorlardan”ım. Ben mühendisim doktorlar kadar nöbet vs. anlamında zor olmasa da zor bir eğitim aldım ve bizde tek bir doğru yoktur. Doğru zamanla değişir, testlerde ölçüm hatası olabilir, ölçümler koşullara, yapan kişilere göre değişir, ölçümleri herkes doğru okuyamayabilir. Bugünün doğrusu gelecekte doğru olmayabilir, hele ölçüm ve test cihazları varsa. Peki ya doktorlar neden bu kadar sıkı sıkıya bağlıdır, nasıl ölçüldüğü ve kim tarafından ve ne derece doğru değerlendirildiği bilinmeyen bu tomografi ve MR’lara ve kan idrar testlerine? Ve bugünün bu testlerinin ne kadar doğru sonuç verdiğine. Çok zor bir meslek biliyorum, ben 1. veya 2. tercihimi kazanarak doktor olsaydım nasıl bir doktor olurdum bilemiyorum, her türlü insanla karşılaşıyorlar biliyorum, koşulları zor ve ortamları belki çok temiz değil farkındayım, nöbetleri nedeniyle zaman zaman uykusuzlar farkındayım ama beklentim, hastalarını dinlesinler, körü körüne ct’ler, mr’lar ve tahlillere dayanarak teşhis koymasınlar, “El muayenesine ne oldu?” demek isterim tekrar ve beni bağışlasınlar lütfen, “ve doktorlar”. Geldim son noktaya neden “ve doktorlar”? Hatırlar mısınız? Eskiden TRT’de Türk Sanat Müziği konserlerinde, saz ekibini tanıtırken üstatlar sayılır ve en son “Darbukada ve Atilla Mayda” derlerdi. Bir saz ekibi darbuka olmadan olur mu? O ses çıkmazsa düşünün sesler ne kadar eksik kalır. İşte hayatlarımızda da doktorlar olmadan olmaz, annelerimiz, babalarımız, kardeşlerimiz, ninelerimiz, dedelerimiz “ve doktorlar”. Bazen ellerine iki kere düşeriz. Yaşam ellerinden gelirken doğduğumuzda, ölüm de ellerinden gelebilir giderken, her ne kadar yaşatmak için çabalasalar da. Allah ne eksikliklerini göstersin ne de ellerine düşürsün, desek de düşüyoruz işte. Kendilerine, güç ve sabır diliyorum ve hastalarını dinlemeleri için zaman, el muayenesini de unutmasınlar. Leyla ÜNAL (18 Temmuz 2014)
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Leyla ÜNAL, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |