Herkesin derdi başka. -Orhan Veli |
|
||||||||||
|
Osman, gele gide başımın etini yedi. O kadar tanıdığım varmış, arkadaşıma bir torpili çok görüyormuşum. Hep böyle işsiz güçsüz mü dolaşacakmış. İkide birde bir bakkal dükkanı aç, diyormuşum. Dükkan açacak para mı varmış. Ben sevmem böyle şeyleri desem de, bir gün zayıf bir anıma denk getirip ‘Eh’ dedirtti. Bizim eh de gözüne, kesinleşmiş mahkeme kararı gibi görünüyor olmalı; bu kez “Bak söz verdin, umutlandırdın, kalleşlik yok!” diye bastırmağa başladı. … Nasıl becerdiyse yazılı sınavı geçmiş; sorun, sözlüde. Biz de eline düştük ya, sözlü sınavda bunu başarılı sayıp ‘Eh’ diyecek, üstelik işe alacak bir kurum yetkilisi arıyoruz. Daha doğrusu ikinci bir kurban peşindeyiz. Arayan bulurmuş, biz de aradık taradık, hatırımızı sayacak bir okul arkadaşı bulduk. Üstelik de sözlü sınavı yapacak yetkili kişi. Kırk yıl sonra ilk kez bir ricada bulunmuşuz, sağ olsun ikinci kez söyletmedi. Üstelik “Asıl sınavı geçmiş. Biz burada genel davranışları, konuşması nasıl onu görmek için çok kolay şeyler soracağız.” dedi. Hatta şunu da ekledi; “Benim soracağım soruları bilmemek için öküz olmak gerek.” Arkadaşım sınavın kolaylığı konusunda bu kadar iddialı yani. O zaman bana da, muştuyu şimdiden ulaştırmak düşüyor. Daha sınava girmeden iş güç sahibi oldu adam. Ben de hem bir işsizin iş bulmasına yardımcı olmuş, hem de dırdırından kurtulmuş oldum. … Osman ertesi gün erkenden işyerine gitti. Sınava demiyorum, çünkü, sınav sınav değil, iki dakikalık sohbetten ibaret bir şey. Sonra işe başlayacak, bütün çalışanlar gibi akşamüstü çıkıp gelecek. Meğer ben öyle sanıyormuşum. Osman bir saat sonra çıktı geldi. İnsan merak ediyor tabi. Şunun şurasında bir ricada bulunmuşuz, bir arkadaşımızı işsizlikten kurtarmışız: -Ne oldu, işe başlamadın mı? Ay başında mı? Kimi işyerleri öyledir, muhasebe açısından bölük pörçük olmasın, diye, işlemleri aybaşlarına göre düzenlerler. Osman konuşmuyor, dik dik suratıma bakıyor. Ama ben de merak ediyorum. Hem aybaşına üç gün beş gün var, diye adam geri mi gönderilir. Fazladan bir sayfalık sigorta bildirgesi hazırladınız, diye eliniz mi aşınacak! Bizimki bana bakmayı sürdürüyor. Ben de merak içindeyim: -Ne oldu? İşimiz sana kaldıysa, der gibi başını geri sola doğru yatırıp bir “Hıh!” dedi: -Senin torpil sökmedi! Sözüm geçer, arkadaşım var, deme bir daha kimsenin yanında. Nasıl olur; benim sorduğum soruları erkek sığırlar bile bilir gibi bir laf etmişti üstelik. O denli kolay sınavı kim geçmez. Kesin daha torpilli biri geldi. “Başkası var mıydı? İşe adam aldılar mı?” dedim. Almışlar. Bak bu olmadı şimdi. Ben de kızdım arkadaşıma, o kadar da umut vermişti. Duracak zaman değil, soluğu arkadaşın makamında aldım. O da konuşmak için beni arıyormuş. Meğer bir aday daha varmış, onu tercih etmişler. Haklı olarak, “Neden?” dedim. Tek tek anlattı: -Kardeşim, olacak iş olsa ‘dükkan senin’ derler ya, bu da öyle. Arkadaşına, soru sordum bile sayılmaz, ama, nerede yaşamış bu adam? Alay ettiğimi sanacak, diye, utana sıkıla “Türkiye’nin başkenti neresi?” diye sordum. Ben bugüne kadar Ankara biliyordum, meğer İstanbul’muş. Haydi bir soru daha sorayım, bir şans daha tanıyayım, dedim: İkinci soru, “Türkiye hangi kıtaların üstündedir?” Meğer onu da yanlış biliyormuşuz. Türkiye kıtaların üzerinde değilmiş, toprağın üstündeymiş. Ne diyebilirdim bu durumda. Üstelik arkadaşım ikinci aday için de kazık sorular hazırlamış, ne yapıp edip benim ricamı yerine getirsin, diye. “Ona neler sordun?” dedim. Üşenmedi anlattı: -Önce Somali’nin başkenti, Mogadişu’ymuş. Bahaneyle öğrenmiş olduk. Bu zor soruyu bilince, haydi eşitlik olsun deyip, hatta biraz da yanıltmaya çalışarak, “Türkiye hangi kıtanın üstündedir” dedim. Yanıt, tereddütsüz: “Avrasya”. Acaba Türkiye’nin başkentini bilmek çok mu zor, buna da sorayım mı? dedim, sonra vazgeçtim. Bakarsın, amir memur çalışırız, yüz göz olmak istemedim. Arkadaşım, “Sen olsan hangisini tercih ederdin.” der gibi yüzüme bakıyor. Hiçbir şey demedim, ilgisine teşekkür edip ayrıldım. … Dükkana döndüm, bizim Osman hâlâ bekliyor. Ne diyeceğiz şimdi bu adama. İşimiz olmadı bari şakaya vurduralım: -Osman, Mogadişu nire düşi? -Ne dişi? -Yok bişi! -!!! … Buna daha çok kızdı, söylene söylene gitti: -Adamın ne dediği anlaşılmıyor! Biz de kimden yardım istiyoruz.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Mehmet Önder, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |