Bir deliyle aramda tek bir ayrım var. Ben deli değilim. -Salvador Dali |
|
||||||||||
|
İşte ben. Adım Tahir. Hatırlıyorum da yalnızlık kalesini ilk keşfettiğimde, yani kendimi ilk defa yendiğim anda, o görkemli surlarını bana nasıl da açmıştı. Hayranlığımı gizleyemediğim bir andı ve sonraları ise kimseyle paylaşmak zorunda kalmadığım, sonsuz topraklardı oralar. İsterseniz size bahsedeyim biraz buradan. Yüksek kapıları, bana ilk defa açılmıştı. En son hiçbir şeye tutunamadığımı hatırlıyorum. İşimden daha yeni çıkarılmıştım. Ve gerçekten kendimi çok kötü hissediyordum, yani ; işe yaramaz.Uzun bir süre iş aradım ama sonuç neydi? Başarısız. Tanıdığım insanlar yavaş yavaş perdelerini kapamaya başlamıştı. Her geçen gün dünyam daha da küçülüyordu. Biliyordum ki en sonunda beni de yok ederek küçülmesini tamamlayacaktı. Bir şeyler yapmalıydım. Kurtulmak, kendi farkındalığıma ulaşmak için bir çaba vermeliydim. Ruhumun daha önce hiç görmediği, duymadığı bir çaba olmalıydı bu. Çünkü gittikçe çürüyordu, erimeye yüz tutmuştu. Eskisi gibi dışarıya çıkamaz oldum ve tabii ki eskisi gibi de para harcayamıyordum. Sonuçta konumum işi olmayan, işe yaramayandı. Uzun bir süre evden dışarı çıkmadım, ihtiyacım olan telefonlar, gün geçtikçe daha az çalmaya başladı. Ve en sonunda iflas etti. Bir gün evde ; alıştığım sıkıntı bulutları üzerindeki arayışımda, bir çıtırtı beni kendime getirdi. Bu sesin kaynağını merak eder oldum bir anda. Belki de evimde, istemediğim bir misafir beni mutlu etmek için evin bir yerlerinde bekliyordu. Bütün evi talan ettim, her yerde o sesi aradım. Şaşırdığım an ; o unuttuğum kütüphanemdeki, bir kitabın benimle iletişime geçmek için intihar ettiğini gördüm andı. O koca tahta blokların arasında, arkadaşlarının yanından ayrılarak yere bırakmıştı kendini. Ve tabii ki o anda da, aradığım çıtırtıyı çıkartıvermişti. Onu ilk elime aldığımda, kendimi çok garip hissettim. Aklım bir an bana oyun oynadı ; beni terk edip, vahşi bir yerlerde huzur vermişti bana. Kitabın ismine bakmadan okumaya başladım. Eski bir kahramanın, savaşçının öyküsüydü bu. İnancın ve vicdanın savaşıydı. Her gece işten çıktığımda yaşadığım savaş gibiydi. Kitabı bitirdiğimde bir şey olmuştu ; Bir sihir, hiç beklenmeyen, olmasına bile ihtimal verilmeyen bir rüya. Kitabın kahramanı karşımda, elinde büyük bir anahtarla huzurlu bir şekilde bana bakıyordu. En başta ondan ölesiye korktum, fakat yalnızlığımı paylaşan bu adam, içimdeki bütün korkuları bir savaş arenasındaki gibi yok edivermişti. Şaşkınlıktan da öteydi her şey. Bir anda, ne olduğunu anlayamadan, kendimi devasa bir kalenin önünde buluverdim. - İşte bu senin eserin, dedi kahramanım. Şimdi sana elimdeki anahtarı vereceğim ve sende sonunda, savaşa başlayacaksın. Böyle bir iletişimin gerçek olabileceğini düşünmemiştim. Genelde patronlarımla konuşmaya alıştığım bir edayla yanına yaklaştım. Korkak ve ürkek tavırlarım, kendilerini hissettiriyorlardı, kalbimin çarpışları beni aşıyordu. - Af edersiniz ama size bir sual sormak istiyorum. Hangi savaştan bahsediyorsunuz siz?, dedim. Kendimi kıstırılmış hissediyordum. Kahramanım, ufak bir gülüşle karşılık verdi soruma. Huzur veren sesi sanki her yerdeydi, her yeri kaplıyordu. - Uzun süredir farkında olmasan da seni izliyorum. Ne zaman kapılarını açacaksın, kendinle olan savaşa başlayacaksın diye. Şu anda sana, kendi ürünün olan bu kalenin anahtarlarını bırakacağım. Neden dersen ; Bana özgürlüğümü vermenin yeterli bir sebep olduğunu söyleyebilirim. Birazdan gideceğim ve senin savaşın başlayacak. Silahlarını her kuşandığında, ister istemez kendine bir adım daha yaklaşacaksın. Ve sonunda, ya kaybedeceksin ya da galip geleceksin. Gözümü kırptığımı ve en son kendimi yatakta bulduğumu anımsıyorum. Karanlık, gündüzle savaşıyordu ve tabii ki galip gelecekti. Kitap bitmiş ve vücudum yorgunluktan kendini yatağa bırakmıştı her halde. Hava almak için dışarıya çıktım. Kitabım elimde ve kahramanım yüreğimdeydi. İşte yalnızlık kalesiyle ilk böyle tanıştım. Zaman içerisinde yansımalarımla bir çok savaşa girdim. Bazen yenildim, bazen kazandım. Topraklarıma toprak ekledim , yeni yüzlerle tanıştım. Ve kendi çapımda küçük bir ordu kurdum. Kendim için. Komutan olarak "inanç" geldi ,. peşinden de "vicdan" , "duyarlılık", "cesaret" ve "sevgi" geldi. Yalnızlık kalesi, her geçen gün benimle doluyordu, gittikçe güçleniyor ve sınırları alabildiğince uzuyordu. Bazen kendimi Çin Seddi gibi hissediyordum. Kendimle olan bu savaşta çok üzücü anlar da geçirmedi değilim. Kalenin güçlü savunucularından olan bazı yansımalarım bana ihanet etti. Beni terk edip savaş açtılar bana. Amaç ben miydim, yoksa yalnızlık kalem miydi? Bunu hiç bilemeyeceğim ama ortadaki savaşta çok kan döküldü, çok masum yaşamını yitirdi. "Hırs" , "nefret", "kusur", "korku", "acı", "kin" ve hatta bazen "inanç" ım. Bunların hepsi birleşmiş, kılıcı kalbime saplamak, bayrağımı sancaktan indirmek için, içinde bulunmaz bir istekle yanıp tutuşuyorlardı. Hepsiyle savaştım, hiç vazgeçmedim, hep denedim. Ve büyük bir özveriyle, özenle korudum yalnızlık kalemi. En kıskançları, "aşk" tı ve en yaratıcıları. Hayal gücü o kadar büyüktü ki, günlerce meleklerin ağladığını hatırlıyorum. Kendimle olan savaşım, ben olduğum sürece devam edecekti. Derken bir gün : Uzun yolculuklarla ve büyük bir aşkla yarattığım "yalnızlık kalesi" ; yok oldu. Günlerce, aylarca aradım. Panik hali, hunharca üzerime geliyordu, vazgeçmiyordu. İşte kahramanımın tekrar çıkış öyküsü. Bir çıtırtı duymuştum evde ; aramaya başladım her yeri ve kütüphaneme geldiğimde yine karşımdaydı. Yaşlanmış, yorgun görünümü beni şaşırtmaya yetti. Eskisi gibi genç değildi ve tabii ki o kadar dayanıklı görünmüyordu. Elbiseleri göz kamaştırmıyordu artık. Yok olmaya yüz tutmuş gibi bir ifadesi vardı. İçimdeki merak zaafına yenik düşmüştüm, ona doğru birkaç adım attım, - Yalnızlık kalesini arıyordum kahramanım, onu kaybettim. Lütfen bana yardım et. Gördün mü onu, biliyor musun nerede?, dedim. Kahramanım diz üstü yere çöktü. Sanki etrafı soluk almaz bir sis kaplamıştı. Ortalık bulanıklaşmıştı. Ayağa kalkamadı, yanına gelmemi istedi. Zor adımlarla isteğini yerine getirdim, iyice sokuldum ona. Kısık ve çatallı bir sesle : - Yalnızlık kalesini artık arama boşuna, dedi. Çünkü yıktın surlarını. Yaşadığın dünyan ; senin "yalnızlık dünyan" oldu. Artık çok daha büyüksün. - Peki ya sen, dedim. Onun için gerçekten endişeleniyordum. Kahramanım ölüyordu. Sen niye böylesin? - Ben ölüyorum, dedi. Görevimi teslim vaktim çoktan geldi de geçiyor. Başka bir ruhta ve başka bir zamanda tekrar çıkacağım gün ışığına. Lütfen beni düşünme artık. Yapacak çok ama çok işin var. Bu cümlelerin bitmesiyle, büyük bir çıtırtı duyuverdim. Önüme döndüğümde kahramanım yoktu artık. İçimde tarif edilemez bir acı yaşadım. Gözlerimi açtığımda, kendimi, lüks bir lokantada, aynı masada tanımadığım bir çok insanla beraber buluverdim. Yeni işimi kutluyorduk. Küçük bir gülümsemeyle, ruhumdaki bütün çiçekleri, kahramanımın anıtına yağdırdım. Onun da dediği gibi savaş bitmez. Her şey sadece bir yüzleşme bunalımı. Ve şimdi kendimle değil, kendime ait olmayan bir dünyayla olan savaşım başlıyor, hatta çoktan başladı bile...
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Nazmi Ünar, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |