Bildiğim tek şey, ben bir Marksist değilim. -Karl Marx |
|
||||||||||
|
Şu çocukların ne istekleri bitiyor ne de çeneleri yoruluyor. Bilgisayar da bilgisayar, derken sonunda aldık. Hem sırf bilgisayar almakla da kalmadık; dersimizi de aldık. Aslında biz dükkandaki bilgisayarı beğenmiştik ama, o örnekmiş; veremezlermiş. Aynısının el değmemişini depodan teslim alacakmışız. Neyse ki, ödemede zorluk çıkmadı. Pazarlık pazarlık, sekiz takside böldürüp karttan geçirtmeyi başardık. Şu kartla alışveriş de çok keyifli bir şeymiş canım. Makinadan ödeme listesini de çıkarıp vermeseler, bedava sanacak insan. … Dedim ya, tek sorunumuz teslim almada çıktı. Dükkancı iyi adam, bizi memnun etmek için çırpınıyor; ama sorun da çıkacak mı çıkıyor. Bizi depoya götürüp bilgisayarı teslim edecek görevliler başka mal teslimine gitmiş, üç beş dakika bekleyecekmişiz. Bu arada dükkancıyı içerden çağırdılar, telefon gelmiş. Ama adam işinin ehli, depoya nasıl gideceğimizi hemen anlatıverdi: -Üç beş dakika içinde bir kırmızı araba gelecek, takip edin. Teslimatı onlar yapacak. Yeğenim güle güle kullansın. Gerçekten beş dakika demedi, kırmızı arama önümüzde bitti. Araba dedim de, aslında kamyonet; o çift kabin dediklerinden. İçindekiler haydi, der gibi bize bakınca hemen peşlerine takıldık. … Depo oldukça uzaktaymış, onlar önden biz arkadan ilerliyoruz. Git git, kentin dışına çıktık, hâlâ gidiyorlar. Tabi biz de peşlerinden. Hanımla oğlan, yolun uzaklığından homurdanmaya başladı. Bu kadar uzak depo mu olurmuş, kentte depo mu yokmuş. Yahu adamın nereden depo tutacağına biz mi karar vereceğiz? İstediği yerden tutar. Hem çok satış yapıyor ki, küçük depolara sığdıramamış, bu da kusur değil. Biz de tutup her akşamüstü depodan mal taşımayacağız ya, bir kez gelip gideceğiz. Bizimkiler neşelensin, diye “Bir defadan bir şey çıkmaz” filan türünden espri yapmaya çalışıyorum, tınmıyorlar bile. Şakanın sırası mıymış, nerelere gelmiş mişiz. Neyse, homur homurlar iki, benim espriler bir skoruyla kırmızı arabayı takibe devam ediyoruz. Sonunda, önümüzden kaçma rekorlarını sürekli egale ede ede giden kırmızı araba, yemyeşil bir mısır tarlasının kıyısında durdu. Kaynatmalık taze mısır işi yapıyor olsak tam yerindeyiz, yadırganacak birşey yok; yok da, bizim işimiz o değil. Arabadan inenlerden biri eliyle gelin işareti yaptı. Öteki anahtarla bahçe kapısını açtı, adamlar önde, biz arkada ilerliyoruz. Bu arada biri, kendi kendine mırıldanıyor: -Ayağa düşürdüler işi, ayağa. Ufacık çocukla mal almaya mi gelinir? Benin ağzımda da yoğurt üğüdülü değildi o ara, karşılık verdim: -Tabi ki çocuk gelecek, o kullanacak bunu. Hangi devirde yaşıyoruz? Mırıldanan adam sesini kesti. Yalnızca “Yapma be, bu yaşta ha?” filan demekle yetindi. Küçücük çocukların bilgisayar kullanması benim gibi onu da şaşırtıyor demek. Haklı da, bizim nesil radyonun dalga düğmelerine basıp, ses ayarını yapmaktan başka ne biliyordu. … Tarlanın içinde epeyce yürüdükten sonra bir binaya geldik. Hırsızlık olmasın, diye tarlanın ta ortasına yapmışlar depoyu. Adamların biri içeriye bilgisayarı almaya gidedursun, öteki hiç gerek yokken para konusunu açtı: -Paranız hazır değil mi! Nakit? Bu devirde nakit para nerede? Sağ olsun satıcı, hem sekiz taksidi hem de karttan geçirmeyi kabul etti de öyle alabildik zaten. Onu söyledim: -Bu zamanda nakit parayı kim düşürmüş de biz bulalım? Nedense, buna çok şaşırdı. Ben de onun şaşırmasına şaşırdım. Yahu patron bu, taksit de yapar, peşin de satar; isterse bedava verir. Buna ne oluyor ki? Sen yap teslimatını. Kağıt mı imzalatacaksın, irsaliye mi düzenleyeceksin, düzenle. Öyle ya. Yok, öyle değilmiş efendim. Çenesi de bir düştü. O sıra elinde bilgisayar kutusuyla dışarı çıkan öteki adama dönüp, patronunu çekiştirmeye başladı: -Ne yapmaya çalışıyor bu adam? Tanımadığın insana taksitle mal vermek de nerde görülmüş? Üstelik kredi kartıyla! Gel bizi tepele, der gibi yahu! … Bu arada hanım söze karıştı: -Kredi kartına taksitle bilgisayarı herkes veriyor. Bir sizde mi peşin bu? Akşamın karanlığında buralara kadar getirdiniz zaten! Bilgisayar deyince, adamlar, bizi bırakıp birbirlerine bakmaya başladılar. Dakikalar sonra biri, dile geldi: -Siz buraya ne almaya geldiniz? Biz de yerdeki bilgisayar kutusuna bakıp, üçümüz bir ağızdan: -Bilgisayaaar! … Bu kez sözü yine o patronunu eleştiren aldı: -Bakın, sizin beğendiğiniz bilgisayardan burada kalmamış. Yarın dükkana gidin, öteki depoya bir baksınlar. Gelgelelim çocuklar sabırsız oluyor. Bizimki, yerdeki mukavva kutuya yapıştı; neymiş, bilgisayarını almadan gitmezmiş. “Oğlum onun içindekilerle çok bilgisayar alınır, ama bize gelmez!” diyecem; yeri değil. Neyse ki, güçbela bıraktırıp oradan uzaklaştık. av.mehmetonder@hotmail.com
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Mehmet Önder, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |