..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
Gençliğinde müzik öğrenen, felsefeyi daha iyi anlar. -Platon
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > Deneme > Toplum > Canip Doğutürk




18 Haziran 2012
'Kürtaj' ve Yaşam Hakkı Üzerine  
Canip Doğutürk
İnsanın kendi bedeni, kendisinde saklı ve özeldir. Kendisinden başka hiç kimseye, hele devlete ait olamaz. Eğer ki devlet insan bedenine, insanın ruhuna ve bedenine ait bir karara böylesine bir müdahale yapıyorsa ve bunu kamusal alana taşıyarak yaptırım gücünü artırmaya çalışıyorsa bunun adı doğrudan faşizmdir.


:AIDC:



''Şunun şurasında bir ömrü, halkımızın ve insanlığın mutluluğu için bile bile, kahrolarak verdik gitti... Alnımız ak, yüreğimiz pırıl pırıl...''
Ahmed Arif

Yazıma nereden başlayacağımı bilemiyorum. Her yan dopdolu acı, sızı, ölüm, yoksulluk ve yalan! Ahmed Arif’in Rıfat Ilgaz’a yazdığı mektuptaki sözü ilişti gözüme ve yazdım sayfanın en başına. Dışarıda bulutlu yarı açık bir hava var. Sessizliğe anlam katıyor kargaların ötüşü. Televizyonda birileri konuşuyor gibi… Sesleri yok, yüzleri boş… Anlıyorum ki yaşam hakkından söz ediliyor.

Yaşam hakkı ve kürtaj meselesi… Ben bu yazımda kürtaja, insan hakları ve toplumsal yaşam koşulları açısından bakmak istiyorum. Büyük insanlığın, bilimin ve sanatın karşısında son derece güçlü, nicel çokluğu olan profesyonel bir politika var: Bu politikacılar, yaşamsal olan sorunların çözümü sırasında bilinçli olarak gündemi saptırıp yapay gündem yaratıyorlar. Seçilmiş adamlar, her şeyi bilen adamlar değildir. İnsan her konuda bilgi sahibi olabilir ama hüküm vermek zordur. Her konuda hüküm veren kişi cehaletin en tepesinde gezinen kişidir. Yönetim erki bir kadrodan oluşur, her alan kendi uzman kadrosuyla çalışır. Yani bir doktorun işini bir marangoz yapamaz. Ama görünen manzara şu ki; insanlık bilimsel yolda ileri giderken; bazı toplumlar kapitalist ilişkiler ağına takılmış, oltada can çekişiyor. İnsanlığın ve doğanın düşmanı sömürücüler, var olan kaynakları elinde tutarak, insanlığın daha az beslenip, daha az düşünmesini sağlamış durumda... Dünyanın çeşitli yerlerinde insanlar açlıkla, susuzlukla can çekişerek yaşama savaşı veriyor. Özellikle dinsel egemenliğin yaşandığı toplumlarda; milyonlarca insan, savaşın ve terörün kurbanı olmuş. Yetim çocuklar, dul kadınlar, sakat insanlar çaresizlik içinde yaşamını sürdürmeye çalışıyor.

Televizyon ekranındaki boş yüzler ve cılız sesler anlattıkça anlatıyor; bütün yetkili ve etkili erk, Suriye’deki dikta rejimin acımasızlığından söz ediyor. Bu adamların, kendi ülkelerinde olanlardan haberleri yok mu? Boykot ve grev yapanın tutuklanıp içeri atıldığından! Açım diyerek yürüyenin yerlerde sürüklendiğinden! Dövülüp sakat bırakıldığından! İnsanların üzerine zehir sıkılıp öldürüldüğünden, kadın, çocuk denmeden coplandığından! Her sokağın bir savaş alanına çevrildiğinden!...
Sonra da başka ülkelerde demokrasi yok denmesi çok tuhaf, büyük yalan. Evet, bizdeki yapılanların adı demokrasi ise, o zulüm demokrasisi diğer ülkelerde yoktur! Bu doğru.

Kürtajın gündeme gelişinin arkasında yatan gerçekse şu; bir takım insanlık ve doğa düşmanı şirketlerin çıkarları için, bir takım kararları yasallaştırmaları kürtaj yasaklamasıyla gölgelendi. İstanbul'a yapılacak üçüncü köprünün ihale kararının verilmesi, kentsel dönüşüm yasasının onaylanması, binlerce THY personelinin grev hakkının ellerinden alınması, cemaat öğrencileri için katsayı kıyağının yapılması, 12 Eylül faşist katliamcıları için af yolunun açılması, üç kuruşluk memur ve işçi zamlarını baskılamak için bu kürtaj yasağı ile birlikte sezaryen gündeme getirildi.

Kürtaj yasağı çok önceden de vardı. Ama kimse bunun önüne geçip engel koyamadı! Kürtaj yasa dışı olarak merdiven altlarında bu işi bilen veya bilmeyen kişilerce yapılıyordu zaten. Binlerce kadın bu yüzden öldü, sakat kaldı. Ve bu kişilerin elinden kurtulanlar yine yasal hastanelere başvurup tedavilerini orada sürdürdü. Kürtajın yasal olarak yapılması, bazı mafya çevrelerine zarar verse de; akılcı düşünen kişilerce yasal hale getirildi ve istenmeyen gebelikler daha sağlıklı koşullar altında sonlandırılmış oldu. Eğer yeniden yasaklanırsa, kırsalda ya da varoşlarda kendi içinde kapalı yaşayan insanlar, kendi sorunlarını kendileri çözmeye çalışarak, ilkel yöntemlerle, çivi, şiş, çıra, kaz tüyü, düşme, vurma, vurulma, dövülme, çeşitli hurafecilerin yöntemleri ve daha ötesi bir suçluluk duygusuyla öz kıyıma devam etmeyecekler mi? Bu bilimsel çağda toplumun dinsel ya da geleneksel değerlerini savunup, kullanarak; daha önce yaşanılan sağlıksız yöntemlere dönmek, insan haklarına ve bilimsel gelişmelere yüz çevirmek değil midir? Toplumun kişilik haklarına saldırarak sağlıksız nüfusun artışını sağlamak, ‘’ölen ölür kalan sağlar bizimdir ‘’anlayışı ile dinsel değerleri savunarak yasadışı insanları bu olayın içine çekmek, hiçbir insani anlayışa sığmaz.

Kürtaj yasağı gündeme gelirse binlerce kişi yine yasa dışı bu işi yapacak; doktorlar, doktor olmayanlar, hurafeciler, insanı kıyan,
çevresini ve kadını kendi çaresizliği ile baş başa bırakan bir kara düzen gelecek. Bu olumsuz gidişten yine bu kurumlar kazançlı çıkacaktır. Daha çok kadın ölecek, sakat kalacak, daha çok ilaç satılacak, nüfus nicel olarak belki daha çok artacak. Ama!

İlgili bir adam diyor ki “tecavüze uğrayan doğursun devlet ona da bakar.” Bu söz tepki çekince dönüp başka bir yanlışla destek vererek gelin hep beraber tecavüz eden adamın cezasını artıralım diyor! Bu sözler ne kadar etik? Sosyal devlet bu mu?

Sosyal devlet insanın yaşamsal koşullarını iyileştirir. Sağlıklı toplum olmayı hedefler; günlük kazanç gütmez. Sosyal devlet, toplum için günlük çözümler üretmez; gelecek kuşaklar için planlar yapar. Bir avuç varsılın keyfi için doğaya, insana ve geleceğe kıymaz. Sosyal devlet uzağı görendir. Devlet kendini var eden toplumunu, yaşamsal yönden bilimsel olarak beslemek ve eğitmekle yükümlüdür. Toplumu doğru biçimde yaşama davet eder. Onların sevgilerine saygı duyar. Onlara bilimsel gerçekleri gösterir. Sağlıklı, bilimsel cinsellik, evlilik ve ana babalık eğitimi verir. Anne adaylarını maddi ve manevi kontrol altında tutar, destekler. Çünkü doğacak çocuk anne ve babanın ötesinde öncelikle içinde yaşadığı topluma aittir. O çocuk geleceğin sahibidir. Bunun için en bilimsel biçimde beslenmeli ve eğitilmelidir. Unutulmamalı ki, toplumun hasta bireyi de ailesinden önce toplumu ilgilendirir.

İnsanın bedeni kendine aittir. Onu hiç kimse kendinden önce koruyamaz. Onun bedeni üzerinden politika üretilemez. Onu korumanın bilimsel yolu, onun yaşam koşullarını iyileştirmekten geçer. Sosyo-ekonomik koşulları iyi olan bir toplumun bireyleri de sağlıklı olur. Varsıllığın ve yoksulluğun uç noktada yaşanıldığı toplumlarda, hiçbir şey sağlıklı olmaz. Ve en güçlü yasa ve yasaklar bile bu olumsuz gidişin önünü kesemez. Ama varsılların, toplumları köleleştiren anlayışının: kendilerini tanrılaştırıp, görünmez kılarak; çelik zırhla kaplı yüksek güvenlikli yaşam adalarında ve çelik ofislerinde yoksullar için kararlar almak olduğunu görüyoruz artık... Toplumu geleneksel değerlerin ve bilimin çelişkili çıkmazı içinde bırakıp savaş, terör, gelenek, töre, din bağnazlığı içinde debelenmesini sağlamak; kendi açlığı, yoksulluğu içinde çırpınarak yaşaması için kanunlar koymak insanca değildir.

"Her kürtaj bir Uludere'dir”… Uludere’de 34 kişi öldürülmüş… Bir fetüs nasıl olur da 34 kişiye denk tutulur? Bu ölenler, bin bir zorlukla büyümüş, zorlu bir yaşam savaşı verirken öldürülmüşlerdir. Bu söylem, halkı ve yaşayan insanları aşağılamaktan başka ne olabilir? Yaşayan insanları bırakıp, ölüleriyle övünüp, fetüslerine ağlayan bir toplum yaratmanın bilimsel tarafı var mı?

Doğum kontrol yöntemleri kullanılsın ya da kullanılmasın; çiftlerin birlikteliği sonucu istem dışı gebe kalınabilir. Birliktelik eyleminde gebe kalma, cinsel devrimini yapamayan toplumlarda daha çok yaşanmaktadır. Gebeliğin anlaşılması sonucu anne-baba ve doğacak çocuğun sağlıklı olup olmadığına karar veren tıp üçgeninde karar kılınır. Öncelikle doğacak çocuğun sağlıklı olup olmayacağı ön kontrolleri yapılır, yani önce tıp sonra annenin kararı önemlidir. Eğer bunlardan biri istemiyorsa ‘kürtaj’ eylemi gerçekleşir. Kürtaj kadına yapılan riskli cerrahi bir operasyondur, buna kadının kendisi onay verir. Duyduğu acıyı başkası duymaz, duyamaz. Doğumun gerçekleşmesi ne kadar önemli ise, kadının kürtaja vereceği karar da bir o kadar önemlidir. Bu olumsuz, hüzün verici kürtaj eylemi hiçbir kadının isteği değildir! İşte bundan dolayı kürtaj kararı veren kadına saygı duyulur. Bu onun acısını paylaşmaktır.

Başka bir sorun daha var. Diyelim ki kadın istemediği halde hamile kaldı, kürtaj yaptıramadığı için doğurmak zorunda kalacak, kadının ruh hali belli, peki çocuğun ruhsal hali nasıl olacak? Devletin görevi, bu eylemi daha sağlıklı nasıl gerçekleştirebilirim bu cerrahi girişimi risksiz nasıl iyileştirebilirim olmalıdır. Sosyal devlet öncelikle, elle tutulan gözle görülen vatandaşlarını koruyup kollamalı.

İnsanın içinde bulunduğu kapitalist düzen, daha çocuk doğmadan önce işe koyulur, onu şekillendirir, onun ırkını, dinini belirler. Onu doğduktan sonra da geleneklere, göreneklere, törelere ve tabulara sadık bir köle olarak eğitir. Karakterinden öte genlerine varıncaya kadar ne ki olumsuzluk varsa programlar. O dünyaya bedeldir, erkektir, bütün kızlar onundur. Kızlar senin malındır diye eğitirken oğlunu; kızını da sen kocanın malısın diye şartlayan erkek bir toplum. Bu toplumdan ne beklenir? Memleketin yetkili kişisi “tecavüze uğrayan doğursun gerekirse devlet bakar’’ der! Neden gereksin ki? İnsanları imkânsızlık içinde yaşamaya mahkum et, onlara insanca yaşaması için hiçbir şey verme, onları ticari bir meta olarak kullan, onları canavarlaştır, barbarlaştır, magandalaştır, sapıklaştır, tecavüzcü yap, cinsel eğitim vereceğine ona daha çocukluğundan beri cinselliği tabulaştırarak öğret, tecavüz zeminini hazırla; sonra da kalk de ki ‘’gelin hep beraber bir yasa çıkaralım tecavüzcüye daha ağır ceza verelim, müebbet cezası olsun!’’… Ne demeli buna? Bu cezanın ağırlığı yapılan insanlık dışı eylemi yok eder mi?

“Nasıl da anlamsız kurallara düşürülmüşüz!
Biz, doğanın değil eğitimin aptalları
Aklın tüm gelişmelerinden alıkonulmuş;
Sıkıcı, bildik ve tasarlanmış;
Biri öbürlerinin arasından sivrilse
Daha canlı bir düş gücü ve hırsın etkisinde,
Öylesine güçlü gelir ki karşı güçler
Başarı umudu asla korkuları dengeleyemez.
Yazık! Kalemini deneyen bir kadın
Ne kadar kibirli bir yaratık sayılır,
Bu hatayı hiçbir erdem gidermez
Kendi cinsimize ve doğamıza karşı geldiğimiz söylenir
İyi terbiye, moda, dans, giyim, oyun
Başarmayı arzulayacağımız şeylerdir.
Yazmak, okumak, düşünmek, araştırmak
Güzelliğimizi gölgeler, zamanımızı tüketir
Olgunluğumuzun zaferlerini yarıda keser
Hizmet isteyen bir evin sıkıcı idaresidir
Kimilerinde en büyük sanatımız ve yararımız.
Birkaç dosta ve acılarına söyle şarkını,
Çünkü defne korulukları için yaratılmadın
Gölgelerin karanlık olsun ve orada hoşnut ol.” [1]

İşte 17. Yüzyıl’da tüm soylu yaşamına rağmen kalemiyle başkaldırmayı seçen İngiliz kadın şair Lady Winchilsea’nın seslenişi bizi haklı çıkarıyor!

Tecavüz geri bıraktırılmışlığın bir sonucudur. Sınıfsal uçurumun yaşandığı, ekonomik dengesizliğin olduğu toplumlarda anormal bir düzenin yarattığı, normal olmayan insanların eylemidir. Bu eylemi gerçekleştiren insanın idamı bile tecavüze uğrayanın ruhsal durumunu iyileştirmez. Yaşanan acımasızlığın bedelini hiçbir ceza karşılayamaz. Öncelikle insanını sapık ve tecavüzcü yapan sistem sorgulanmalı! Var olan bu düzen insanı deli eder, canavarlaştırır, katil eder, birbirine düşman eder, güçlü güçsüze hükmeder, insanı hasta eder. ‘’Bozuk düzende sağlam çark olmaz’’.[2] Ekonomik dengesizliğin olduğu toplumlarda herkes potansiyel suçludur. Haklıdır, haksızdır. Herkes bir uçtur. Sömürendir sömürülendir. Ama yine de her şeye daha insanca, daha bilimsel, daha sanatsal, daha doğasal bakarak ve bir paylaşım düzeni içinde yeniden başlamalı hayata…

Irkçılığın, yoksulluğun, her türlü bağnazlığın, savaşların yaşandığı yer ve zamanda cenin haklarından söz etmek çok fazla iyimserlik olsa gerek.

Kürtajın yasaklanması insan haklarına aykırı olmasının ötesinde bilimsel değil. Böyle bir yasanın varlığı demek bu alanda yeni bir mafyanın varlığını kabul etmek demektir. Bu mafyanın neler yapacağını bir düşünün! Bilimsel gelişmelerin sonucunda uçağa binip, uzağı yakın eden; kameralı telefonuyla, uzaktakini görüp, sesini duyan; teknolojiyi kullanan, en gelişmiş savaş uçaklarıyla emekçisini vuran bu insanlar; insanların insanca yaşaması için bilimin var ettiği tekniklere karşı çağdışı değerleri neden kullanmakta ısrar ediyor. Bir düşünün… Bu kürtaj yasağı asılda halk içindir. Düzenin sahibi ve düzenin koruyucuları bu yasak kapsamında değillerdir. Onların kürtajına mutlaka bir yasal zemin hazırlanır ya da dünyanın her yeri onların memleketidir. Dilediklerini, istedikleri yer ve zamanda yaptırabilirler. Bu yasağı 3 kuruşa talim eden, yoksulluğun pençesinde kıvranan, işinden evine gidip-gelen, az beslenip az düşünmeye mahkûm edilen ‘halk’ düşünsün! Hiçbir kanun halkın çıkarı için koyulmaz; çünkü kanunları yapanlar, halkın kendisi değil; yüksek maaşla görevlendirilmiş, ödüllendirilmiş, çok çalışan(!) ve iki yılda emekli sayılan ‘vekillerdir’…

‘’Kadının doğallığı, doğal yaşam döngüsü ona dayatılan zorlu bir göreve dönüştürülüyor! Kadın; doğurganlığından dolayı yavrusunu emzirme ve yaşatma iç duygusu sebebiyle yuvanın bekçisi ve sahibidir. Onun hamileliği ve sonraki evresi kadını evine doğal olarak bağımlı hale getirmiştir. Kadın, yaratıcı, hayatın kaynağı, bir anlamda hayatın özü ve ortağıdır. Çocuğunun biyolojik olarak gerçek sahibidir. O olmasa çocuk doğmaz ve büyümez. Kadının bu en önemli gücü ve yaratıcılığı, kalıcılığı; erkek gücünün zalimliği ile karşı karşıya kalmıştır. Geri kalmışlığın her mahallesinde eşi ve gücü olmayan tek başına yaşamak isteyen kadına karşı, toplum kötü bakarak, ötekileştirmiştir. Cinsel eğitim almamış bu yavan toplumun kişileri, bencil bir davranış takınarak, kendine iyi davranan kadına iyi kadın, demiş; kendine yüz çevirene, kötü kadın yaftasını gecikmeden yapıştırarak, onu yargılamıştır. Ya sev beni, ya da yok ol anlayışıyla, o’nu yok saymıştır... [3]

İnsanın kendi bedeni, kendisinde saklı ve özeldir. Kendisinden başka hiç kimseye, hele devlete ait olamaz. Eğer ki devlet insan bedenine, insanın ruhuna ve bedenine ait bir karara böylesine bir müdahale yapıyorsa ve bunu kamusal alana taşıyarak yaptırım gücünü artırmaya çalışıyorsa bunun adı doğrudan faşizmdir.

Bu modernist çağda, iş hayatına giren, üretimin içinde yerini alıp daha sosyal, daha bağımsız olan kadın, geç evlenip geç çocuk sahibi oluyor. Peki, bu en az üç çocuk istemi ve kürtaj yasağı kadını daha çok evine bağımlı hale getirerek; sosyal hayattaki görevlerini devre dışı bıraktırarak; kadını sosyal çalışmalardan iş yaşamına, üretimden sanata her alandan soyutlayarak erkeklere, kurallara ve baskının her çeşidine yeniden bağımlı hale getirmeyi amaçlıyor olabilir mi? ‘Kadının sırtından sopayı, karnından sıpayı eksik etmeyeceksin’ düsturuna geri mi dönüyoruz!
‘Çünkü kadın gerçeği söylemeye başlarsa erkeğin aynadaki görüntüsü küçülmeye başlar; yaşam karşısındaki uyumluluğu yok olur.’ demiş Virginia Woolf…

Yazımı Clara Zetkin’in bir sözüyle bitirmek istiyorum: ‘’Kadının özgürlüğü, tüm insanoğlunun özgürlüğü gibi, yalnızca emeğin, sermayenin boyunduruğundan kurtulmasıyla olacaktır.’’

Gelecek günlerin daha güzel olması umuduyla.

Canip DOĞUTÜRK

Kaynaklar:
[1]. Virginia Woolf, Kendine Ait Bir Oda, Çev. Suğra Öncü, İletişim Yay.2003 İstanbul.
[2]. Pir Sultan Abdal
[3].‘’ Kadınlar üzerine” Canip Doğutürk
http://blog.milliyet.com.tr/kadinlar-uzerine/Blog/?BlogNo=358858
[4]. Wikipedia ilgili maddeler.
Resim: Filiz Berk Doğutürk ‘Danae’, Kraft üzerine tükenmez kalem, 15x8 cm.



Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.


 


İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.

Yazarın toplum kümesinde bulunan diğer yazıları...
Düşünen Adam’ı Kim Delirtti?
Kadınlar Üzerine
Kamu Alanları ve İnsanın Tutsağı: ‘insan’ Üzerine
Nâzım Hikmet Ran Üzerine
'Arabesk Yavşaklığından Utanıyorum’’üzerine

Yazarın deneme ana kümesinde bulunan diğer yazıları...
Terör, Kaddafi, Van Depremi ve Ardındaki Vahşet Üzerine
Terör Üzerine
Sivas Vahşeti Üzerine
Duvarlar Üzerine
Yaşama Davet Üzerine
Yılmaz Güney, Castro, Stalin, Kızları ve Halk Üzerine
Server Tanilli ve O’nun Aydınlığı Üzerine
Obezite Üzerine
Eğitimin Çıkmazı Üzerine
Düzen Üzerine

Yazarın diğer ana kümelerde yazmış olduğu yazılar...
Döner Faşizmin Kurşunu [Şiir]
İnsanlık Anıtı Üzerine [Eleştiri]


Canip Doğutürk kimdir?

Güzel sanatlarla uğraşan bir eğitimci ve heykel sanatçısıyım. Ayrıca, deneme, makale, şiir yazarak duygu ve düşüncelerimi paylaşmaya çalışıyorum.

Etkilendiği Yazarlar:
Karl Marx,Freud, Nietzsche, Adorno, Dostoyevski, Mayakovski, Anton Çehov,Marquez,Emile Zola, Bertolt Brecth, Kafka, Aragon, Neruda, Lorca, Ahmet Arif, Nâzım Hikmet, Orhan Kemal ...


yazardan son gelenler

 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2024 | © Canip Doğutürk, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.