..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
Bu kitap çok gerekli bir açığı dolduruyor. -Moses Hadas
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > Deneme > Toplum > Canip Doğutürk




13 Nisan 2012
Kamu Alanları ve İnsanın Tutsağı: ‘insan’ Üzerine  
Canip Doğutürk
Geniş meydanları, tüm şehrin sana gülümsediği büyük parkları olan bir kentin yok ki! Kendi şehrini bir kral gibi seyredeceğin taştan heykellerin yok ki senin! Kendinden kaçmak istediğinde, yorulduğunda ve özlediğinde buluşabileceğin bir ormanın yok; ağaçların sesini dinlemek istiyorsan vermen gerek iki lirayı!


:BAJE:


Güneşli, güzel bir günde, otobüs durağında bekliyor ve çevreme bakıyordum. Gökyüzüne uzanan sıra sıra bloklar; birbirini kesen yüzlerce çizgiye dizili küçük dikdörtgen pencerelere çarpıp geri dönen ışık önümde kıvrılan gri asfaltta dağılıyordu… Bahçesiz kaldıklarını düşündüğüm ağaçlara gözlerimi dikmişken tam; çoğalan trafik gürültüsünün etkisiz kıldığı kuş seslerini dinlerken; beklediğim belediye otobüsü geldi; bindim, tam yerime oturacaktım ki bir de ne görsem; çok sevip saydığım Bedri abi. İşte; sahnemizin 2. Perdesi:

Bedri Abi ile Bakırköy’de Vita fabrikasında (şimdi Carousel iş merkezinin olduğu yer) çalışırken tanışıp arkadaş olmuştuk. “Bedri Abi….” dedim; şöyle bir süzdük birbirimizi, beni tanıdı! Ben ondaki hafızaya şaşarak bakarken o da beni şaşkın bakışlarıyla süzdü ve sarıldık.

O zamanlar, o otuzlu yaşlarında, ben de on üç on dört yaşlarındayım. Şimdi ikimiz de yaşlanmışız gibi. Oturdu yanıma, yorgun ama sağlıklı görünüyor! Sordum nereye, dedi hastaneye, Cerrahpaşa’ya, dedim ne için? dedi, kontrole gidiyorum.

Bedri Abi fabrikada saygı gören bir kişiydi. Sessizce olup bitenleri izleyen bir emekçiydi. Gereksiz şeyler üzerine konuşmazdı. Sınıf bilinci taşıyan; bir patronu olduğunu, patronun ise fabrikalara ve işçilere sahip olduğunun bilincinde idi. Bedri aynı zamanda okur-yazar bir sendikacıydı.

Bu fabrika (Unilever); Hollandalı margarin üreticisi Margarine Unie ile İngiliz sabun üreticisi Lever Brothers'ın ortaklığıyla oluşan ve 1952 yılında yurdumuzda açtığı fabrika ile margarin ve yağ çeşitlerini üreten döneminin rakipsiz en büyük yağ fabrikasıydı. Fabrika vardiyalı idi. Açıldığı günden itibaren aralıksız üretim yapıyordu. Bana bu fabrikadaki her şey çok hızlı, çok düzenli ve disiplinli gelirdi. Baş döndürücü bir hız vardı; bir yanda üretim, diğer yanda paketleme, istifleme, yurdun dört bir yanına gidecek kamyonlar sıra sıra… İşçiler dinlenme saatlerinde, fabrika içinde ağaçlık, yarı açık bir yerde; mola verirlerdi. Dinlenme aralarında burada oturulur çay, sigara içilir, sohbet edilirdi. İşte Bedri Abi ile burada tanışıp, dost olmuştuk. Bedri abi Unilever’in işçisiydi. Ben ise mevsimlik çalışıyordum. Benim görevim gelen kamyonlara yağ yükletmekti.

Yol giderek biterken biz geçmiş zamanla bu zaman arasında mola vermiş konuşuyorduk. Bedri Abi bir süre önce Bakırköy Osmaniye semtinden Beylikdüzü’ne taşınmış. Beylikdüzü’nün havasının iyi olmasından dolayı buraya yerleşmiş. Ama bir yönüyle çok dertlenmiş. “İçim yanıyor arkadaşım’’, dedi bana dönerek “Memleket ne hale geldi. Biz gençken ne için çalıştık; şimdi her taraf mafyanın elinde, ben ömrümü verdim yemedim içmedim başımı sokacak bir ev zar zor aldım; kendimi bildim bileli borç içindeyim; adamlar beş kuruş vermeden kamuya ait koskoca parkları çevirmiş, lokanta, çay bahçesi yapmış, çayı da iki liraya satıyorlar. Bu hak’ka, insanlığa reva mı? Yok mu bunun belediyesi, dur diyeni. Bu ne biçim bir yağma. Adamlar bir de parklara kapı koymuş, meyhane kapısı gibi, kapının üstünde gözetleme cihazları! Kapı ne demek bilir misin?! Herkes buraya giremez, burası bana aittir demektir! Kapı ki ne kapı hani o eski Amerikan kovboy filmlerinde olurdu; devasa çiftlik kapısı gibi. O çiftlikler şimdi değişime uğradı: yağız atların yerini jipler, eski silahların yerine yenileri ve yanına da cep telefonları geldi; bekçilerin, marabaların yerine de ses ve görüntü kaydeden kameralar koydular. Belki de bir zaman sonra, gelenden geçenden haraç bile alacaklar! Gidecek yer kalmadı; evde bir hapis gibi yaşıyorum desem yalan olmaz. Nerde o eski parklar, bahçeler. Bir memlekette mafya varsa o memlekette hiçbir şey düzelmez. Seçimle gelenler onların rüşvetçi katipleri, hepsi boş. Talan düzeni! Aha 70 küsur yaşıma geldim düzelen bir şey görmedim, ama bozulan çok şey gördüm.” diye anlattı…anlattı.

Bakırköy’ e gidiyor musun peki, dedim. “Önceleri çok sık gidiyordum. Şimdi çok mecbur kalınca! Ama oralar da, her yer bozulmuş. Meyhaneler, barlar, her yer çöp ve yağ kokusu, sahilde yürüyecek yer, kaldırım yok olmuş. Boş insan kalabalığı. Kim çalışıyor, kim yiyor belli değil! Bütün şehirlerin insanını İstanbul’a doldurmanın ne anlamı var ? Her yeri çaput satıcıları, dönerciler, tostçular doldurmuş. Nerde insan çokluğu varsa, orada parklar, yollar işgal edilmiş! Bir yerde çay içsen bir buçuk, iki lira, tuvalet de aynı para.”

“Hele o İncirli Caddesi var ki korkunç! Sağlı sollu cafe ve lokanta; birde yabancı adlar uydurmuşlar. Düşünebiliyor musun, insanlar tıka basa dolu; kimileri çoluk çocuğu ile oturmuş yemek yiyor; kimileri bir şeyler içiyor. Ağır seyreden taşıtların eksozlarından, tekerleklerden ve yolun kendisinden salınan zehirli gaz partikülleri soluyarak; ‘yaşadığını’ sanan insan kalabalıkları. Bu insanlar bu pis ötesi havada kanseri ve benzeri hastalıkları soluyarak nasıl burada oturuyorlar? Bu tip yerlere hangi anlayış işletme izni istemiş, hangi anlayış buna izin vermiş ve burada oturup otomobillerin gürültü ve hastalık üreten ortamında yiyip içenler nasıl bir anlayışta? Bu önemli bir sağlık sorunu evlat! Ekonomiye, insanlığa ve doğaya zarar! İşletme izni alan, veren sorgulamalı. Yazık çok yazık..!”

“Emekli olduktan sonra bir iş yapayım dedim, olmadı”, diye devam etti Bedri Abi konuşmasına, derin bir iç çekişin ardından: “Emekli ikramiyemin yarısını hemen çarptılar. Meğer biz hayatın nasıl seyir ettiğini çalışırken anlamamışız. Herkesi kendimiz gibi emekçi sanmışız; emeği ile kazanıp yaşadığını düşünmüşüz! Ne gezer, meğer memleket dolu dolandırıcı, çarpıcı. Ben onlara ‘çarpıcı’ diyorum.“

“Sonra bir süre eve kapandım, küstüm, kendime, hayata! Sonra sağ olsun belediye başkanı ücretsiz kart çıkardı. İETT otobüsleriyle İstanbul’u gezmeye başladım. Ama o da zarar! Parasız gidiyorsun iyi de; çay, yemek, tuvalet parasıyla yola vermediğin parayı bir başka biçimde hem de fazlasıyla, senden geri alıyorlar. O gezinmeleri de bıraktım, şimdi evde hapis gibi yaşıyorum!” Samuel Beckett’i bilirsin evlat, dedi gözleri çakmak çakmak; “fabrikada elden ele dolaşırdı işte onun o hayali kahramanını; ‘Godot’yu’ bekliyorum. Bazen gözlerim yettiğince kitap okuyorum; Vedat Türkali’nin ‘Güven’i’ okudum, mutlaka okunması gerekli bir kitap. Şimdi Dostoyevski’nin Yeraltından Notlar’ı okuyorum.”

Sonra bana Ahmet Şık’ ın yazılmamış kitabını sordu: “okudun mu, ne varmış onda, torun internette var dedi, istersen oku dedi ama gözlerimden okuyamadım.” Ben de gülerek ‘yazılmamış kitap nasıl okunur Bedri Abi’ diye takıldım, şaşırmış gibi yaparak! “Henüz yazılmayan kitabı, adamın beynindeki düşüncesini gören adamlar, görmüyorlar mı kamu mallarının, parkların nasıl yağmalandığını? Kör mü, sağır mı bunlar ya da ‘ortak mı’ ? Ya da kendileri de mafya mı oldu, vatandaş nerede. Ne kötü! Mahkemeler hala bu çağda ‘düşünen adamın’ beynini oymakla meşgul. Vatandaş çorbasını içip suçluları öbür dünyaya havale etmiş. Vay bana vaylar bana …” dedi, şaşırarak!

Sen merak etme Bedri Abi dedim; basılmadığı halde o satırları okuyabilenler bunları da mutlaka görecektir!

Bedri Abi, ‘Beylikdüzü’nde işte bu bahsettiği, yağmalanan parklardan birine yakın, ‘insan depoları’ sitelerden birinin odacığında oturup parka bakıp her gün bunları düşünür olmuş! “Önceden çıkıp rahatça belediyenin koyduğu banklarda otururken, şimdi artık o banklar yok. Onların yerini paralı masalar sandalyeler almış…” dedi ve çevirdi başını camdan yana..

İndim otobüsten; açıldı 3. Perde; ben sessiz ve umarsız yürürken evime doğru: Ah Bedri ustam ah nerden rastladım sana, nerden anlattın bunları bana. Şimdi ben anlattıklarını yazmazsam içimde kalacak; stresten kendimi bitireceğim. Sus artık, otur koğuşunda be adam, bak pencerenden güzel güzel parka girip çıkanlara, yiyip içenlere, minderleri çimlerin üzerine atıp keyif yapanlara. Adam iki liraya çay satıyormuş, doğada insana dair olan her şey parsellenmiş, duvarlarla, kale gibi kapılarla çevrilmiş…! Peki, şikâyet etsen de işe yarar mı? Geniş meydanları, tüm şehrin sana gülümsediği büyük parkları olan bir kentin yok ki! Kendi şehrini bir kral gibi seyredeceğin taştan heykellerin yok ki senin! Kendinden kaçmak istediğinde, yorulduğunda ve özlediğinde buluşabileceğin bir ormanın yok; ağaçların sesini dinlemek istiyorsan vermen gerek iki lirayı!

Sen bir garip Orhan Veli’ye mi kandın yoksa Bedri Abi!

Ah şairler bizi kandırır be abi…


“Bedava
Bedava yaşıyoruz, bedava;
Hava bedava, bulut bedava;
Dere tepe bedava;
Yağmur çamur bedava;
Otomobillerin dışı,
Sinemaların kapısı,
Camekanlar bedava;
Peynir ekmek değil ama
Acı su bedava;
Kelle fiyatına hürriyet,
Esirlik bedava;
Bedava yaşıyoruz, bedava. “

Orhan Veli Kanık

Umutlu, mutlu ve aydınlık güzel günlere …


Canip DOĞUTÜRK

Karikatür:
1. Tan Oral
2. BA-Street-Art-Blu



Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.


 


İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.

Yazarın toplum kümesinde bulunan diğer yazıları...
Düşünen Adam’ı Kim Delirtti?
Kadınlar Üzerine
Nâzım Hikmet Ran Üzerine
'Kürtaj' ve Yaşam Hakkı Üzerine
'Arabesk Yavşaklığından Utanıyorum’’üzerine

Yazarın deneme ana kümesinde bulunan diğer yazıları...
Terör, Kaddafi, Van Depremi ve Ardındaki Vahşet Üzerine
Terör Üzerine
Duvarlar Üzerine
Yaşama Davet Üzerine
Server Tanilli ve O’nun Aydınlığı Üzerine
Eğitimin Çıkmazı Üzerine
Obezite Üzerine

Yazarın diğer ana kümelerde yazmış olduğu yazılar...
Döner Faşizmin Kurşunu [Şiir]
İnsanlık Anıtı Üzerine [Eleştiri]


Canip Doğutürk kimdir?

Güzel sanatlarla uğraşan bir eğitimci ve heykel sanatçısıyım. Ayrıca, deneme, makale, şiir yazarak duygu ve düşüncelerimi paylaşmaya çalışıyorum.

Etkilendiği Yazarlar:
Karl Marx,Freud, Nietzsche, Adorno, Dostoyevski, Mayakovski, Anton Çehov,Marquez,Emile Zola, Bertolt Brecth, Kafka, Aragon, Neruda, Lorca, Ahmet Arif, Nâzım Hikmet, Orhan Kemal ...


yazardan son gelenler

 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2025 | © Canip Doğutürk, 2025
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.