Materyalist bir dünyada yaşıyoruz, ve ben de materyalist bir kızım -Madonna |
|
||||||||||
|
Geçen gün bir alışveriş merkezinde iki arkadaşıma rastladım. Biri sanayici, biri bürokrat ikisi de birbirinin aynı, göbekler belirgin biçimde dışarı fırlamış. Nasılsın, neredesin, uzun zamandır, yok okuldan sonra görüşemedik falan derken; yanımıza sonradan gelen bir diğeri, bürokraside dirsek çürüten arkadaşa dönerek; göbekleri süzerek, dokunarak: ’’ne bu şişmanlık, et mi yediniz, ot mu ?’’ dedi. Sanayici olan, bürokrat olana takılıyor; “Ben sana o zamanlar söylemiştim bu memuriyette ne uzar ne kısalırsın, benim şimdi çok şükür o kentte villam var, bu kentte üç yazlık, iki kışlık, iyi kötü bir fabrika, kirada dükkanlar var… Çok şükür aç değiliz açıkta değiliz. Senin maaşın bizim aidata yetmez…” Benzeri sürüp giden konuşmalar. Biri et yediğinden, diğeri ot yediğinden… Et mi, ot mu? İşte asıl konu bu: Ot yiyen de aynı ölçülerde, et yiyen de. İkisi de obezite hastalığının pençesinde kıvranıyor. Neden çağımız ’oturduğu yerden para kazanma çağı’! Herkes oturarak yaşıyor, herkesin altında bir teneke kutu, teneke kutusu olmayan iki adımlık yer için minibüs, dolmuş kullanıyor. Kimse hareket etmek; yürümek istemiyor. Yürüyen paletler, merdivenler ve asansörler yaşamımızın olmazsa olmazları. Diğer ve en önemli neden ise beslenme: İlgili ve yetkili kişiler diyorlar ki: ‘’çok yiyorsunuz’’ ondan böyle ’şişko’(!) sunuz’! Demiyorlar ki; yediğiniz şeyler çok ama çok kötü! Obezite ya da bir diğer bilinen adıyla şişmanlık, vücuttaki yağ oranının artmasıyla oluşan; insan yaşamını önemli ölçüde etkileyen ve yaşam düzenini alt –üst eden önemli hastalıktır. Obezite ‘çağımızın hastalığı’ olmakla birlikte başka hastalıkları da beraberinde getiren önemle üzerinde durulması gereken de bir hastalıktır. İnsanlar çağımızda çalışma ve yaşama koşulları gereğince ‘hareketsiz’ leştirilmiş ! Bununla birlikte sorgulanması gereken şudur: Kapitalizm ve hız çağında insan ‘ne’ ile ve ‘nasıl’ besleniyor ? İnsanlar doğal olmayan besinlerle besleniyor. Bu içinde bulunduğumuz sistemin ‘tasarlayıcıları’ tarafından dünya insanlığına sunulmuş olan ucuz maliyetli, çok işlevli tek bir üründen binbir çeşitli lezzetler yanılsaması yaratan bir politika. Bu ürün mısır! Mısır hızla doyuran, çabuk şişiren, ucuz maliyetli, çeşitlenebilen, tadıyla oynanmış bir besin artık. Geçmiş yüzyıllarda yediğimiz besinler doğaldı. Tavuk; çiftliğinde doğal iklim koşullarında beslenirken, kendi gübresinin doğal dönüşümü sonucu oluşan bitki ve hububatlarla güneşli ortamda hareket özgürlüğü içinde besleniyordu. Bugüne baktığımızda ise durum çok farklı, tavuk hızlandırılmış olarak yumurta üretiyor; hareketsiz ve karanlık ortamda tek tip bir gıda ile besleniyor. Bu gıda hızla yine yapay denilebilecek şartlarda yetiştirilen bildiğimiz ‘mısır’. Mısır üretiliyor. Kapalı, karartılmış yapay zamanlama ortamlarında… Hareket alanı daraltılmış hayvanlara yem olarak verilen o gizemli besin ‘mısır’. Yaşadığımız çağa ‘mısır çağı’ da denilebilir. Çünkü yediğimiz et: mısırdan, ekmek mısırdan içtiğimiz içecekler mısırdan yapılıyor. Yani raflarda gördüğümüz yüzlerce ürünün ham maddesi mısır bitkisidir. Mısır sektörünü elinde bulunduran güç ise; her şeyi elinde bulunduran insanlığın gidişine yön veren en büyük emperyalist güçlerdir. Asıl üzücü olan sistemi elinde bulunduran, ona yön veren bu büyük güç, insanları önce obez yapar sonra döner onu tedavi etmeye kalkar. Her iki durumda da kârdadır. Bu güç her şeye nadir ve kadirdir. Bu güç baş ağrısı için ilaç yapar, ilacın içine bir başka kimyasal ekler. Ne olur? Baş ağrısı için aldığın ilacı içtiğinde miden delinir. Bu kez mideni tedaviye kalkışır, onu kendince tedavi ederken bu kez başka bir organını bozar. Bu bozulma; bu kısır döngü sürer-gider… Bu sistemin koyucuları ve onun koruyucuları insanların sorunlarına her gün yeni bir kaftan biçmeye hazırlar. Bu güç hastalıklardan dolayı bir zamanlar ‘sigarayı’ suçlamıştı. Ne diyordu hastasına: sigara içiyor musun, içmiyorum diyorsa hasta ’’o zaman yanında içenden dolayı hastalandın’’ diyordu. Daha sonra buna cep telefonu eklendi. Kanser olana ’’telefondan dolayı hasta oldun’’ denilir oldu! Şimdi de obezite hastalarını suçlamaya başladılar. Ne tuhaf ki; kişileri yaptıkları şeylerle kıstırıp suçluyorlar. Oysaki baz istasyonunu kuran, manyetik alan oluşturan kendi gücü, besin kaynaklarını yöneten ve yönlendiren kendisi! McDonald's, Burger King vb. fast food (hazır yiyecek) dedikleri yiyeceklerle beslenmeyi kimse suçlamıyor; durdurmak istemiyor. Nedense bu kurumları ortadan kaldırmayı, bunları sorgulamayı kimse düşünmüyor da, burada yemek yiyeni suçluyoruz. Kimse isteyerek obez olmaz. Obezite hastası olan tek başına suçlu değil, asıl suçu içinde yaşadığı sistemdeki belki de dayattırılan beslenme politikalarıdır. Obez hastalarına ‘şişko’ diyerek obez hastalığına çare bulma fikri….Müthiş bir zeka ürünü olduğuna şüphe yok! Ancak insanlara ‘lakap’ takarak aşağılamanın etik olmamasının ötesinde, obezite hastasına ‘şişko’ denmesi de doğru değil. Bu okul öncesi öğrenilmesi gereken basit bir bilgi, arkadaşlarımıza lakap takmayız! Yani bu bir görgü kuralıdır. Bilimsel olarak ele alınması gereken; psikolojik ve toplumsal boyutlarda incelenmesi gereken bir insan hastalığının tedavi boyutu bu kadar ‘bayağı’ bir yaklaşımla değerlendirilemez. İnsanlarımızı, hormonal dengesini bozan besinlerin kaynağını sorgulamaya çağırıyorum. Ne kadar okuryazarız; yaşam için gerekli olan bilgilere ne kadar sahibiz ve ne yediriyorlar bizlere; medya bizi ne kadar aydınlatıyor? İçinde bulunduğumuz sistemin bize sunduklarını sorgulayarak, yaşamamızı daha sağlıklı kılma dilek ve umuduyla… Son söz ise bu sistemi yaratanlara: Tevfik Fikret’in “Han’ı Yağma” şiirinden: (…) yiyin, efendiler, yiyin, bu iştah veren sofra sizin, doyuncaya, tıksırıncaya, patlayıncaya kadar yiyin! Çok açsınız, efendiler, suratınızdan bellidir, yiyin hadi, yemezseniz, yarına kalır mı, kim bilir, (…) Canip DOĞUTÜRK Kaynak Karikatür : 1. 2. Tabak tasarımı: Boguslaw Sliwinski / www.desing-doutore.com
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Canip Doğutürk, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |