Doğallık sahip olunan değil, kazanılması gereken bir erdemdir.
-Cervantes |
|
||||||||||
|
'Sömürünün ve faşist yönetimlerin egemen olduğu dünyamızda halkların özgürlüğünden ve barıştan söz edilemez. Özgürlük ve barış sömürünün olmadığı bir düzenle sağlanır ancak.' Karl Heinrich Marx, gerçek bir barışın ancak sosyalizmle mümkün olacağını söylemişti. Oysa Emperyalizmin faşist anlayışı bütün uluslara sirayet ederek, onları ayakları altında ezmeyi sürdürmesi; ‘savaşı’; insan hayatının normal, sıradan ve kabul edilebilir bir parçası haline getirdi. Ve tüm insanlık değerlerini yok sayarak, satarak ve yok ederek; her yere zalimce saldırısını sürdürüyor. Emperyalist güçlerin varlığı, toplumların geleneksel ve bilimsel varlıklarını, doğal yapılarını bozmuş; insanlığın tarihsel değerlerini kullanarak yeni bir inanç sistemi yaratmıştır. İyi yaşamak yanılsaması ile her yolu mubah sayan bir inanç. Bu inanç paralelinde yapılan; insanların kişiliğini alt üst etmenin ötesinde, istediği yere sürükleme ve onlarla dama taşı gibi oynamaktır. Gelişen akıl ve yerleşik tanrı inancı her türlü çıkara karşı yenik düşerek, onur ve erdem yok olmuştur. İşte kapitalizmin zaferi bu! Toplum ‘de monte’ edilmiş, günlük üretilen, medyatik ve eklektik bilgiler sarmalında gerçek felsefi değerlerini her geçen gün öz yıkıma uğratıyor... Böylelikle ‘gerçeklik’ kavramı saptırılmış oluyor. Özgürlüğün felsefi olarak ne olduğunu bilmeyen topluluklar, her an, her yerde birdenbire bir kaos yaratıp; gurur duydukları, övündükleri kişileri bir anda al aşağı edip; ‘linç’ girişimi içinde vahşice katledebiliyor! Acı ve hazin olan şu: toplumlar sömürü sistemine karşı durmuyor, ondan söz etmiyor; o açlığı ve yoksulluğu var eden, o zalim düzenin varlığı için zulmün sistemini kuran ve savunanlara karşı bir şey yapamıyor, yapmıyor! Her şeyin düşmanı olanları ortadan kaldırmayı düşünmüyor bile. Onların uydurma yalanlarına inanarak, hiçbir şeyi sorgulamadan sistemin kölesi olmayı sürdürüyor. Asıl olan şu; insanları sürü sayan, adına demokrasi denilen maval; insanlara güya önem veriyormuş görüntüsü takınarak onların ‘oy’ unu alıp, temsilen onların çıkarlarını düzenleyerek, adalet sağlama amacıyla bir meclis oluşturmuştur. ‘Politikacını seç’ onaylama ritüeli, demokrasi, halk adına halkı kandırmasından başka hiçbir şey değildir. Sınıflı toplumun varlığını derinleştiren, her türlü ayrımcılığın, ötekileştirmenin patentini elinde bulunduran düzenin simsarları ‘demokrasi’ diyerek; insanları ‘Sürü Psikolojisi’yle yönetiyorlar. Oysa bu eğilim; ‘diğer teokratik yönetimlere göre daha iyi’ yanılsamasının yutturulmaya çalışılmasından başka bir şey değildir. Oy vererek yönetimi tayin eden ve sistemin varlığını yaşatan; az beslenip, az düşünen büyük halk yığınları da seçilmiş ‘dikta’ sistemin temsilcilerinin oyununu çözmeye muktedir değillerdir. Halkın yaşama savaşı verdiği bu sisli havada, bir avuç seçilmişin rant kavgası karmaşasının adı ‘demokrasi’dir. Sıralı seçilmişlerin diktatörlüğünün adıdır demokrasi. Ve gündemi belirleyen terör, savaş ve ırkçı söylemleri kendi karanlığında eritip yeniden ve yeniden, güruhu harekete geçirerek vatan millet sevgisini pekiştiren ritüel söylem ve davranış kalıpları hiç değişmez! İnsanlarını eşkıya yapan bu sistemin sahibi ve onun savunucuları birden bire vatan sevgisi söylemlerini derinleştirdiler. Halkın sırtından palazlanan bir avuç halk düşmanı, çirkin davranışlarını sergilemeye başladı. Peki insanların sefalet içinde yaşadığı, yaşayabilme savaşının verildiği, kadınların öldürüldüğü, her türlü ayrımcı, aşağılama, ötekileştirmenin yaşandığı ve insanların birbirleriyle cebelleştiği bir düzende vatan sevgisinden söz edilebilir mi? Bu yaşananlardan daha da acı olan ve kan davasına dönüşen: adına diktatör dedikleri Kaddafi’nin sömürücülerin emriyle yakalanıp; bir güruh tarafından barbarca ‘linç’ edilerek vahşice sorgusuz, sualsiz öldürülmesi. Emperyal güçlerin silahlandırdığı taşıma çeteler, sömürücülere baş kaldıran Kaddafi’yi vahşice katlederek güya diktatörlüğe son verdiler! Libya’yı emperyalist güçlerin anlayışıyla demokrasiye kavuşturdular. Irak’a getirdikleri demokrasi ve özgürlük enkazı hala ortada duruyor işte. Bu nasıl demokrasi ki hukuk yok, yargılama yok; şiddet kültürüyle yoğrulmuş, daha dün tapınan bu köle ruhlu insanlar nasıl oldu da birden isyan ettiler. İsyan ettiler ve linç ederek yöneticilerini öldürdüler. Sistem zulme ve sömürüye dayalı ise, yöneticisinin nöbet değişimi neyi değiştirir ki? Sömürücülerin ortak kararıyla vahşi bir biçimde sonlanan bu Libya iç savaşı ve Kaddafi’nin vahşi bir biçimde yargısız, hukuksuz öldürülmesi insanlık hukuk adına utanç vericidir ve mutlaka sorgulanmalıdır! Bu olayın arkasına Van’da yaşanan deprem, insanı sarsan bu acılar zincirinin arka arkaya gelmesi; insan olan herkesi derinden sarstı. Doğu’da terör, Kaddafi’nin öldürülmesi ve Van depremi. Bu üç olayın acı etkisiyle sarsılırken, arkasına gelen ırkçı ve ayrımcı söylemlerin etkisi, daha çok yaraladı duyarlı insanları! Irkçı ve gelenekçi toplumlar, olan her olay ve eylemi mutlaka bir üst bilinmeze havale eder. Birilerini sorumlu tutar, 17 Ağustos İzmit depreminde olduğu gibi… Van depremi söylemlerine de bu yüzden şaşmıyorum. Evrenin doğal devinimini -hareketini-, insanlara verilen haklı cezalar olarak algılayan toplumlardan fazla bir şey beklemiyorum. Gerek dinsel, gerek bilimsel düşünen fakat birazcık aklı olan her insan şunu bilir ki; insanlık var olmadan önce evren ve ‘dünya’ vardı, sürekli değişiyor, kendini yeniliyordu. Tıpkı doğum ve ölüm gibi. Ama bunu düşünecek eğitim verilmemişse! Bu da işin diğer acı yanı. Bu üç olayı izleyip dururken; düşündüm ki aslında daha olumsuz daha kötü ve daha acı olan bir deprem varsa, o da depremlerin en kötüsü olan bu ‘söylemler’dir. Irkçılık hastalığı ve bu hastalığın salgınlığı karşısında ki çaresizliğim, nerdeyse ‘beni bana vurdurtacaktı’! Felaketler, içinde yaşadığımız toplumda, insanlığımızın bir çeşit sınavdan geçirilişi değil midir? Yaşadığımız coğrafyada kapitalizmin faşist çığlıkları, depremin yarattığı doğal etkiden daha etkili ve daha korkunç bir boyuta varmadı mı? Şimdi savaşın, doğal felaketlerin ganimet yiyicileri, müteahhitleri koşun! Yeniden yıkın yapın, sömürün! Diye bağırıyorum. Ama diyorum ki : ‘Bana diktatörlüğün olmadığı bir yer gösterin’! Çocukların taciz edilmediği, törelerin kadınları öldürtmediği, çocukların sevgisizlikten sokağa kaçmadığı, tiner çekmediği, iş hanlarının havalandırma boşluklarında birbirlerine sarılarak yatmak zorunda kalıp, ölmediği, hapishanelerin dolup taşmadığı, okulların yüksek duvarlı hapishanelere benzemediği, okul önlerinde uyuşturucu satıcılarının cirit atmadığı, çocukların okula yalnızca bir diploma almak için gitmediği; insanların dolandırılmadığı, sahte çekin, senedin olmadığı, icranın, hacizin olmadığı, iflasların yaşanmadığı, hastane kuyruklarının olmadığı, küçük kızların satılmadığı, insanların yaşamak için organlarını satmadığı, kadın bedeninin metalaşmadığı, yolsuzluğun olmadığı, insanların birbirlerini boğazlamadığı, ‘burası neresi diye’ soran bir yabancıya ‘komisyonumu verirsen, ‘söylerim’ denilmediği, şiddetin olmadığı, şiddet dizilerinin, banalliğin olmadığı, çocukların doğa içinde özgürce eğitildiği, 10 yaşındaki çocuğa kelepçe takılmadığı, 14’ünde terörist fişlemesi yapılmadığı, 17 yaşında idam edilmediği ve sistemin kendisinin diktatörler yaratıp tapınmadığı; bir yer gösterin! 13 yaşında kız çocuğunun 26 kişinin tecavüzüne maruz kalmadığı, tecavüz edenlerin aklanıp tecavüze uğrayanın suçlanmadığı; para kazanabilmek için bir çocuk tecrübesizliği ve çaresizliğiyle kendini satmak zorunda bırakılmadığı ve tecavüzcüleri aklayan ‘daha büyük tecavüzcülerin’ kurumsallaşmadığı bir hukuk sistemi gösterin.. Var edin! Bu hepimizin zihinlerine tecavüz eden işleyişin son bulacağını söyleyin artık! Bu karar bu suçu işleme potansiyeli olan zavallı ve eğitimsiz insanları haklı çıkarmıyor mu, bu suça teşvik değil mi? Ve savaş çığırtkanlığı yapan seslerin, görüntülerin, Kaddafi’nin o vahşice öldürülme anının, tekmelenme görüntülerinin; depremin ve insanların o çürük yapılar arasında can çekişmelerinin sessiz çığlıkları ile duyduğumuz o lümpen ve faşist düşüncelerin aykırı sesleri silinebilir mi aklımızdan! Nazım Hikmet’in Vatan Haini şiirini okumamak olmaz bu günlerde… Çünkü şimdi hepimiz vatan hainiyiz… VATAN HAİNİ "Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ. Amerikan emperyalizminin yarı sömürgesiyiz, dedi Hikmet. Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ." Bir Ankara gazetesinde çıktı bunlar, üç sütun üstüne, kapkara haykıran puntolarla, bir Ankara gazetesinde, fotoğrafı yanında Amiral Vilyamson'un 66 santimetre karede gülüyor, ağzı kulaklarında, Amerikan amirali Amerika, bütçemize 120 milyon lira hibe etti, 120 milyon lira. "Amerikan emperyalizminin yarı sömürgesiyiz, dedi Hikmet Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ." Evet, vatan hainiyim, siz vatanperverseniz, siz yurtseverseniz, ben yurt hainiyim, ben vatan hainiyim. Vatan çiftliklerinizse, kasalarınızın ve çek defterlerinizin içindekilerse vatan, vatan, şose boylarında gebermekse açlıktan, vatan, soğukta it gibi titremek ve sıtmadan kıvranmaksa yazın, fabrikalarınızda al kanımızı içmekse vatan, vatan tırnaklarıysa ağalarınızın, vatan, mızraklı ilmühalse, vatan, polis copuysa, ödeneklerinizse, maaşlarınızsa vatan, vatan, Amerikan üsleri, Amerikan bombası, Amerikan donanması topuysa, vatan, kurtulmamaksa kokmuş karanlığımızdan, ben vatan hainiyim. Yazın üç sütun üstüne kapkara haykıran puntolarla : Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ. 28.7.1962 Nâzım Hikmet Ran Bana diktatörlüğün olmadığı bir yer gösterin. İnsanı insanlıktan çıkaran, terörist yapan bu düzenin sorgulanması, yargılanması, sonlandırılması ve yeni bir dünya düzeninin kurulması umuduyla… Canip Doğutürk Karikatür: Kasım H.J., [Iraklı karikatürist]
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Canip Doğutürk, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |