Tüm insanlık bir tutkudur; tutku olmadan din, tarih, romanlar, sanat, hepsi etkisiz olurdu. -Balzac |
|
||||||||||
|
Şato, Kafka’nın sembollerle dolu, her okuyanın yaşadığı toplum, devlet ve kendisiyle alakalı bir şeyler bulacağı, dünyayı algılama şekli, hayata bakış açısı ve yaşanmışlıklarının geri planı ile herkesin farklı yorumlayacağı kitabıdır, tüm diğer eserleri gibi. 1926 yılında yayınlanan Şato, muhteşem bir öngörü ile günümüz devletinin bürokrasi, memur, amir yöneten, yönetilen ilişkilerine de inanılmaz göndermeler yapar. Romanın kahramanı K soğuk ve karlı bir kış gecesi köye gelir, köyün yakınlarında olduğunu ve varsaydığı şatoda kadastrocu olarak çalışacaktır. Kadastrocu tabirini rastgele seçmiş olamaz Kafka. Kadastronun bir bölgedeki taşınmazların arazi ve harita üzerinde belirtilerek hukuki durumlarının ve üzerindeki hakların belirtilmesi işi olduğunu düşünürsek, burada hem Ortaçağ derebeylik sisteminin hem de Türkiye gibi Kadastrosunu hala tamamlayamamış, toprak dağıtımının adilliği konusunda tüm yurttaşların mutabakatını almayı başaramamış, ağalık aşiret sistemini hala yıkamamış ülkelerin kendilerinden bulacağı çok şey var. Kitaba dönersek, K nın aslında tüm hedefi, şatoya girip bir an evvel işine başlamaktır. Köylüler inanmazlar Kadastrocu olduğuna, dudak bükmeler, burun kıvırmalar, uzak durmalar yıldırmaz K yı. Bir yolunu bulup da şatoya telefonla ulaştığında şatonun aslında en önemsiz görevlilerinden biri tarafından teyit edildiğinde kadastrocu olduğu, aynen bizdeki ye kürküm ye zihniyeti işbaşı yapar, küçümseyici tavırlar yerini saygılı davranışlara bırakır, kalmakta olduğu otelin iyi odalarından biri teklif edilir K’nın çalışmak üzere geldiği köyde yaşayan köylüler tam da Kemal Tahir romanlarında rastladığımız köylü tipidir: Güce karşı hemen boyun eğiveren, mücadeleden kaçan, kaderine razı, bükemediği eli öpen kişilerdir bunlar. Hatta dedikoduyu o kadar severler ki yabancı birini görünce (örneğin K), laf alabilmek umuduyla peşinden ayrılmazlar, o yabancı herhangi biriyle diyaloga girerse kulak vermek şöyle dursun konuşulanlara tanık olabilmek için fiziksel temasa gidecek kadar yaşlaşma cesareti ve yüzsüzlüğü içindedirler. Fakat işler yoluna girmiş değildir. Göreve başlaması gerektiği halde bir türlü başlayamaz. Önce Kont’u bu kadar basit ve önemsiz işlerle rahatsız etmemesi gerektiği yönünde azarlanır, tıpkı üçüncü dünya ülkelerindeki ulaşılmaz bürokratlar gibidir Kont. Sonra kontun memurlarına saygılı olması gerektiği, öyle ki en düşük kadamedeki memur bile sırf kontun memuru olduğu için saygı beklemekte, toplumun önde gelenlerinden saymaktadır kendini, bizden ne kadar çok şey anlatıyor Kafka. Değişim’deki, Dava’daki arada kalmışlık, tereddüt, umutsuzluk Şato’da da gösterir kendini. Tıpkı davasını kazanamayan fakat kitabın sonunda bir ışık huzmesi görerek( hayal meyal de olsa) umuda tutunan Josef K gibi Samsa gibi K da Şato’ya girebilmek uğruna türlü eziyetlere katlanmakta, adeta değirmeni döndürebilmek için kovayla su taşımaktadır. Kafka’nın kendisi ile de özdeşleşir: K. Ne köylü, ne şatolu. Yabancı fakat orada yaşaması gerekli.Zaten Kafka tüm kitaplarında kendini kahramanları ile özdeşleştirmemiş midir? K.nın iki yardımcısı vardır ve bunları ilk bakışta ayırt edemez. Fakat onlar ‘Oysa birbirimizden iyi ayırırlar bizi’ derler ve cevap ne kadar can alıcıdır: ‘ben yalnız kendi gözlerimle görürüm. Kendi gözlerimle de sizi birbirinizden ayırt edemiyorum. Onun için de size tek bir kişiymiş gibi davranacak, ikinizi de Arthur olarak çağıracağım. .Arthur’u bir yere yolladım mı ikiniz birden gideceksiniz. Arthur’a bir iş buyurdum mu ikiniz birden yaqpacaksınız.Hani benim için bir sakıncası yok değil bunun , sizi ayrı ayrı işlerde kullanmaktan beni alıkoyacak. Ama avantajlı bir yanı da var size vereceğim bir işin sorumluluğunu ikiniz ortaklaşa üstleneceksiniZ.’ Bu sözler üzerine sanırım sayfalarca yazabilirim: Kolektif sorumluluk mu? Bireysel sorumluluk mu? Yardımcıların ikisinin birlikte sorumlu olması hem birinin diğeri üzerinde işin yürümesi açısından yapacağı kontrol hem de takım çalışmasının pozitif etkileri göz önüne alındığında olumlu gibi görünmekle birlikte bireysel yetenekleri arka plana atması, tek kişinin yapacağı işlerin bile takıma havale edilmesinin zaman ve emek kaybına neden olması gibi handikapları vardır. Ancak Kafka tavrını kolektiflikten yana almıştır. Ve yine Kafka’dan yansımalar: Ebeveyn çatışması ve aşk. K Frida’ya aşık olur, Fakat Frida’nın annesi bu aşka karşı çıkar öyle ki kızına yaptığı telkinlerle O’nun K dan uzaklaşmasına neden olur. Aslında romanın satır aralarında düşünsel yoklamalar yaparsak, Kont’un izolasyonu, camdan sarayda yaşaması değildir dahi yazarın derdi. Onun derdi bürokrasi ile birlikte, baskıcı, kontrolden yoksun, fildişi kulelerde yaşayan, halkının sorunlarına duyarsız ve kamu görevlisi yığınları ile, bu görevlilerin ağzına sürülen bir parmak bal aracılığında koltuğunu korumaya çalışan iktidarlardır. Hatta öyle bir şey ki, Orwel’in 1984 romanında Big Brother’in kameralarla(tele ekran) yaptığı şeyi Kont kişiliğini yitirmiş, başkalaşmış, deyim yerinde ise (Dönüşüm’deki Samsa’ya atıfla) böcekleşmiş kamu görevlileri eliyle yapmaktadır. Kendini gizemli kılan Şato bu sayede hem Kont’un iktidarını sabit kılmakta hem de halkın merakı ile birlikte korku duygularının da uyanmasına neden olmaktadır. Ve egemene boyun eğmek, düzenin dişlilerinden biri olmak. Bunu o kadar güzel tasvirlemiş ki Kafka. Haberci Barnabas Şato’dan K. ya mektup getirdiği zaman şöyle bir ikilemi olur K’nın : Şato’yla onurlandırıcı, ama ancak sözde bir bağlantı içinde bir köy işçisi olarak mı kalacak, yoksa, sözde bir köy işçisi olup, gerçekte bütün çalışma düzeni Barnabas’ın getireceği haberlere mi bağlı bulunacaktı, karar vermek kendisine bırakılmıştı. K duraksamadan seçti birini, şimdiye kadar edindiği deneyimler olmasa da yine duraksamayacaktı. Şatodaki beylerden elden geldiğince uzakta, bir köy işçisi olarak kaldı mı ancak o zaman şatoda bir şeyler elde edebilirdi.Egemenden yana koymaz tavrını Kafka. Zorunluluklar nedeniyle egemenin bir parçası olmak durumunda kalmışsa bile bu olabilecek en uzak parça olmalıdır. Sembolik dille bir baş eğme söz konusu değildir en fazla nötr kalmadır yapılan. Kont’a, şatoya bağlı köylüler gibi olmaktansa, uzak özgür bir işçi olmak K nezdinde yeğdir. Aslında Kont’un ve şatonun şahsında iktidarı aramak boşunadır. Şato’nun içine giren var mıdır? Kont’u gören, konuşan var mıdır? İktidar kimdir, yöneten yönetilen ayrımı nerede başlar? İktidar sermaye sahipleri midir, medya mıdır?, dışardan destekli midir? Gizli örgütler midir? Tıpkı şatonun, Kont’un belirsiz, tanımsız erişilemez, bilinemez olduğu gibi midir? Ne çok yorum yapılabilir neler söylenebilir, sanki okudukça yeni yollar, yeni pencereler açılıyor. Teşekkürler dahi yazar.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © ELİF ZEYBEK ÇAMKERTEN , 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |