Doğru şeritte olsanız bile, olduğunuz yerde kalırsanız er geç ezilirsiniz. -Will Rogers |
|
||||||||||
|
Çocuk elindeki büyük çuvalı sürükleyerek kulübesine gitmeye çalışıyordu. Ayaklarının ve sürüklediği ağır çuvalın karda bıraktığı izleri takip eden bir leopar vardı arkasında. Leoparın karda bıraktığı izler çok hafifti. Çocuk arada bir arkasına bakıp leopara gülümsüyor ve tekrar yoluna devam ediyordu. Çuval gerçekten çok büyüktü. İnce olmasına rağmen dayanıklı bir bezden dokunmuştu. Tıka basa doluydu. Çocuğun beline kadar geliyordu. Çocuk orta boyluydu. Zayıf ve kaslıydı. Kasları sicim gibiydi. Kemikleri dayanıklıydı. Yüzü, elleri, bilekleri ve boynu, yani vücudunun giysilerinin örtemediği kısımları güneşin ve rüzgarın etkisiyle yıpranmıştı. Giysileri hayvan postlarından, eğrilmemiş yünden, işlenmemiş bitki liflerinden ve kemiklerden müteşekkildi. İçinde bulunduğu şartları düşünürsek gayet özen ve beceriyle yapıldığı görülüyordu. Leopar iri, kaslı ve zarifti. Yemyeşil gözleri karın beyazlığıyla kaynaşarak insanı dehşete sevk ediyordu. Çocuğu gizlenmeye gerek görmeyerek takip ettiğine bakılırsa, birbirlerine en azından tahammül edebildiklerini düşünüyordu insan. Eğer çocuğun arkasında bir köpek olsaydı köpeğin çocuğa ait ya da ona sadık olduğu düşünülebilirdi; ama çocuğun arkasındaki vahşi bir kediydi. Bu alışılmadık bir şeydi. Yalnız avlanan, yalnız yaşayan, türdeşlerine dahi sadece çiftleşeceği zaman müsamaha gösterebilen bir hayvan, nasıl oluyor da bir çocuğun üzerine sinsi sinsi atlamak yerine onu sakince takip edebiliyordu? ... Sonunda çocuk küçük bir kulübenin kapısının önüne gelip sürüklediği çuvalı kapının yanına bırakabildi. Kulübe ahşaptı. Gayet iyi yapılmıştı. Arkasında küçük bir koruluk vardı. koruluğun zıt yönlerine bakan pencereleri çok iyi güneş alıyordu. Tek odalık bir kulübeydi. Odanın bir tarafında yine ustaca yapılmış yüksek bir yatak, yatağın ayakucunda da büyük bir ayı postu vardı. Diğer tarafında taştan bir şömine, onun yanındaki tarafta da bir tezgah ve tezgahın üzerinde içleri temiz su dolu toprak ve ahşap birkaç kap duruyordu. Kapıya işaret parmağıyla yavaşça üç kere vurup bekledi. Bu arada leopar tam arkasındaydı ve onu bekliyordu. Kapı yavaşça açıldı. Bir adımda eşikten aştı. Eşiğin yanındaki içi temiz su dolu küçük tası alıp ayaklarını yıkadıktan sonra içeriye doğru yürüdü. Leopar da vücudunu yalayarak temizlemekteydi. Çocuğun arkasından o da girdi. Bu arada çocuk tezgahın üzerinden aldığı bir kap suyu alıp dışarıda ellerini yıkıyordu. Kulübede çocuk ve leopar vardı; ama çocuk kapıyı tıklatmış ve kapı açılmıştı. Eğer onları biri izlese bu duruma şaşırabilirdi; ama elbette bu durum onlar için oldukça normaldi. Çünkü çocuk bir zihnikadirdi ve kapıyı sadece kendi parmak uçlarının temasına göre ayarlamıştı. Zihnikadirler birçok şeyi zihinleriyle yapabilen insanlardı ve dünyada çok ender bulunuyorlardı. Buna rağmen bu çocuğun varlığı dünyada bir tek bu dişi leopar ve çocuğun kendisi tarafından biliniyordu. Çocuk çok yorgundu. O kadar çok güç harcamıştı ki, zihni çuvalı taşıyamayacak kadar kuvvetten düştüğü için o işi bedeniyle yapmak, çuvalı sürüklemek zorunda kalmıştı. Bu çuvalın içini doldurmak için o kadar didinmişti ki... Ama buna değerdi. Şimdi uyuyacaktı. Çuvalın icabına yarın bakardı. Kıyafetini çıkarıp görünüşünden beklenmeyecek kadar konforlu olan yatağa uzandı ve uyuyakaldı. Leoparsa, şöyle uzun uzadıya gerindikten sonra yatağın ayakucundaki devasa ayı postuna uzandı ve o da derin bir uykuya daldı. Uykusundan ilk uyanan bir gece yaratığı olan leopardı elbette. Daha güneş doğmadan uyanmış, dışarıya çıkıp birkaç küçük hayvan avlayıp onları afiyetle yemiş ve tok karınla tekrar posta uzanıp çocuğun uyanmasını beklemişti. Çocuksa güneşin ilk ışıklarıyla gözlerini açıp biraz kıpırdadıktan sonra kalkmıştı. Verimli bir uykuydu bu. Zihni yenilenmiş, vücudunda hafif ağrılar olsa da vücudu dinçleşmişti. Artık çuvalın içindekileri kendisine yararlı hale getirmenin zamanı gelmişti. Çuvalın yanına gidip ağzınndaki deri bağı çözdü. Çuvalın üst tarafında görünüşlerinden beklenmeyecek sağlamlıkta, bir çay bardağı ebatlarında kilden yapılmışa benzeyen yüzlerce çömlekçik vardı. Çömleklerin ağızlarındaki ağaçtan tıpalar çok sıkıydı. kulübenin arkasındaki bir ağacın yüksek bir dalına asılı duran ve oradaki tek değerli şey olan devasa altın bir kazanı yerinden aldı ve kazanı kulübeye uzak bir açıklığa götürdü. Çuvalı kazanın yanına götürdü ve çuvaldaki çömlekleri teker teker açarak içlerindeki koyu kahverengi ve koyu kıvamlı sıvıyı kazanın içine boşalttı. Bu arada leopar sabırsızlanarak kazanın çevresinde dönmekteydi. Bu sıvıyla dolmuş olan kazanın altında bir ateş yakmalıydı çocuk şimdi de. Kazanın yanında öylece durup kuruyan odunları kazanın yanına taşıdı zihniyle. Ateşin harıl harıl yandığına kanaat getirdikten sonra kazanı ateşin üzerine yerleştirdi. Sıvı kaynarken bir bıçakla şakağındaki atar damarı keserek kanının kazana dökülmesini bekledi. Artık kazandaki sıvının rengi koyu kırmızıydı. Köpüklenen sıvının yeterince olgunlaştığını düşünüp gözünün bir kırpışıyla şakağındaki kanı durdurdu. Çuvalın dibindeki içi bitkiyle dolu bir kesenin altında duran tuğla boyutlarındaki bir keseyi aldı ve onu açtı. Kesenin içinde ev kedilerinin hazır mamalarına benzeyen taşlaşmış yassı yuvarlak cisimler vardı. Bu cisimler kedi maması gibi kokmasalar da onlara çok benziyorlardı ve leopara vermek üzere bir haftalık bir çaba sonucu hazırlanmışlardı. Bokböceği kabuğunu toz haline getirip böceklerin gövdelerindeki etlerle harmanlayarak kedi maması şeklinde biçimlendirmiş ve güneşte kurutmuştu. Henüz onlar leopara verilmeyecekti. Bunun için kazanda kaynatılan sıvının birkaç işlemden daha geçmesi gerekiyordu. Bu çömlekçiklerdeki sıvılar dünyada bulunan tüm kutsal topraklardan toplanmıştı ve bu topraklardan ve bitkilerden elde edilen karışımlardı. Şimdi de bir kilise çanının sesinin bu kazanda kaynayan sıvıya etki etmesi gerekiyordu. Bunun için en kutsal kiliselerin bulunduğu bir yere gitmek ve oradaki çanların seslerinin sıvıya etki etmesini sağlamak gerekiyordu. Çocuk gözlerini kapatıp kaşlarını hafifçe çattı. Önünde oval bir tünel oluşmuştu. Bir ucu Vatikan'a ulaşan bir tünel... Kazanı ateşle birlikte o tünelden geçirmeyi düşünüyor olmalıydı. Gerçekten de elinin bir hareketiyle, kazanı ateşle birlikte tünelden diğer tarafa geçirdi. Kendisi de, arkasında leopar olduğu halde kazanın peşinden tünelden geçti. Vatikan'daydılar ve tek yapmaları gereken şey çanların çalmalarını beklemekti. Kazanın altındaki hala yanmakta olan ateşe odun eklemek dışında hareket etmeksizin Vatikan'daki çanların çalmasını beklediler. Sonunda Vatikan'ın dört bir yanındaki kiliselerden yükselen çan sesleri işitilmişti. Çanlardan yayılan bu sesler kazanda kaynayan sıvıyı buz mavisine dönüştürmüştü. Burada işleri bitmişti. Şimdi de sıra, Arabistan'da bulunan Kabe'deki Hacer-i-esved'in, namı diğer Kara Taş'ın çok küçük bir parçasını almaktaydı. Tünelden geçip kulübenin önüne geldiler. Kazanı olduğu yerde, altındaki ateşi yanar halde ve ateşi bir sürü odunla takviye ederek bırakıp bu kez de Kabe'ye açılan bir tünel yarattı. Kabe'de bir sürü insan vardı. İnsanların arasına karışarak Kara Taş'ın yanına geldi ve yüz sürüyormuş gibi yaptı ve zihniyle taştan çok küçük bir parça koparıp oradan gerisin geri kulübesine, kazanın yanına gitti. Taş parçasını kazana attığında sıvı insan gözünün bakamayacağı kadar beyazlaşmıştı. Şimdi de sıra renkli bir woodoo bebeği yapmaya gelmişti. Bir incir ağacından iki dal kesip dallarını haç şeklinde yerleştirdi. Bir sicimi zihniyle rengarenk boyadı. Bu boya asla çıkmazdı... Rengarenk ipi bir gövde oluşturacak şekilde dallara doladı. Sonra çuvalın dibindeki o içi bitkiyle dolu keseyi aldı ve açtı. Kesenin içinde İspanyol Yosunu adlı bir bitki vardı. Bu bitkiyi woodoo bebeğinin iskeletine sarıp sabitlemeye koyuldu. Bitkinin bulunduğu kesenin içinden bir ipek kumaş alıp onu da zihniyle rengarenk boyayıp bitkinin dökülmesine mahal vermeyecek biçimde bebeğin gövdesine sardı. Ve zihniyle rengarenk boyadığı ince bir iple kumaşı dikti. Bu woodoo bebeğinin yüzü olmayacaktı. Sadece kafasını belirleyecek rengarenk ipliklerden oluşturulmuş bir saçı olacaktı. Woodoo bebeğini yapmayı bitirdikten sonra, onu harıl harıl yanmakta olan kazanın içine attı. Leopar da çocuğun onun için ürettiği bokböceğinden yaptığı kedi mamasını yedikten sonra bebeğin ardından kazana atladı. Çocuk da kazanın kapağını kapattı. Artık ateşi söndürmeksizin altı yüz altmış altı gün beklemek yetecekti. İşin en önemli kısmı bitmişti yani. Sonunda yapmak için dünyaya geldiği iş bitmek üzereydi. Bebekken bu dişi leopar tarafından annesinden çalınmış ve büyütülmüştü. On dört yaşındayken bir mağara bulmuş ve mağaradaki çizimleri çözüp okuyarak kendisini bir zihnikadir olmak üzere yetiştirmişti. Leoparın teşvikiyle gittiği mağaranın en derinindeki bir oyuğun içindeki ağır bir taşı ters çevirince taşın öbür yüzünde bir kehanet içeren bir yazıt bulmuştu. Bu kehanete göre, eğer bir müdahalede bulunulmazsa dünya büyük bir çöküşe doğru gidecekti. Farklı dinlere mensup insanlar birbirlerini öldürecekti. İnsanlar arasındaki savaş her zamankinden de fazla büyüyecekti. Bunu engellemek içinse yapılacak tek şey vardı. Bir tanrı yaratmak... Kutsal her şeyin, tüm inançların birleşmesiyle oluşturulan bir tanrı... İşte çocuk bunu yapmıştı. Bir tanrı yaratmaya çalışmıştı. *** Altı yüz altmış altı gün sonra.... Sonunda kazanın açılma zamanı gelmişti. Kazanı açtığında içinde ne sıvı vardı ne de woodoo bebeği. Sadece sakince uyuyormuş gibi görünen leopar vardı kazanda. Kazanın içinden leoparı çıkardı. Nabzına baktı. Gerçekten de uyuyordu. Yani kılına dahi zarar gelmemişti. Leopar görevini yapmış, tanrıya kılavuzluk etmiş, bedeni ve ruhunu birleştirmekte yardım etmişti. İşi tamamlanmış, tanrı yaratılmıştı...
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Eylem Yurtsever, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |