İnsan bir küçük dünyadır. (Mibres Kosmos) -Demokritos |
|
||||||||||
|
Belki de insan sevilmekten çok, anlaşılmayı istiyordu… George Orwell Bazen, anlaşılma isteği bir tutku, yerine göre de saplantı olarak yer alabilir kişinin hayatında. Suç işleme nedeni, vaz geçme nedeni, kaçışın başlangıcı olabilir yerine göre de. Bizden bağımsız gibi görünen ne çok şey, bizim içimizde anlamını bulur aslında. Sadece bakarsak görürüz, ararsak onu buluruz, bakışlarımız başka yöne çevriliyse, onun girdabında dönüp durduğumuzu bilmeden dönüp dururuz olduğumuz yerde. Ruhumu özgür bıraktım, benliğim parmaklarımın ucunda, akıp geçen kelimeler zihnimden olduğu gibi dökülüyor kağıdın üzerine. Kendim ile paylaşmak niyetinde değilim şu an yazdıklarımı, her düşünceden, özgür ve azade, sadece, ben varım. Derken, tıkandım, ben kelimesini ne çok önemsediğime takıldı aklım. Es verme zamanı… Nedir anlaşılmak? İnsan, neden anlaşılmak ister? İnsan, ne zaman inanır, karşısındakinin onu gerçekten anladığına? Ya insan, kendini, gerçekten, ne kadar doğru anlamıştır? Neden, kendimizi doğru anlayıp anlamadığımızı anlamak yerine, anlatabildiğimiz kadar anlattıklarımızın, anlaşılmasının peşine düşeriz? Anlaşılmadığımızı hissetmek, neden bu kadar … canımızı yakar? Anlaşılmanın kazancı, ödülü nedir? Sanırım, kazançlarından biri de, sevildiğini hissetmektir. Sevgiyi göstermenin ve hissettirmenin binbir çeşit yolu olabilir. Her yiğidin bir yoğurt yiyişi vardır. Sevgiyi gösterme ve hissetme biçiminin de, kendine özel tarzları var. Kişinin sevgi deposunun dolu olduğunu hissedebilmesi için; sevdiklerinin onun hangi tarz yakıta ihtiyacı olduğunu bilmesine ve o kişiye o yakıtı sunmayı kabul etmesine gereksinimi var. Dr.Gary Chapman’ın yazarı olduğu 5 Sevgi Dili kitabına göre; insanlar, sevgiyi farklı şekillerde ifade eder ve algılar. Yazar bunları beş sevgi dili olarak belirlemiştir. Bunlar; 1. Onay sözleri 2. Nitelikli beraberlik 3. Armağan alma 4. Hizmet davranışları 5. Fiziksel temas’ tır. Anlaşılma= Onaylanma= Sevgi denklemi ne zaman nerde kuruldu? İnsan, bu tuzağa nasıl düştü? Ve bu tuzaktan, nasıl kurtulabilir? Anlaşılmak için kişi, kendi üstüne düşeni yapmış mıdır? Anlaşılmanın ödülü ya da anlaşılamamanın kişiye kaybettirdiği nedir? Neden, anlaşılmayı beklemek yerine, istediğimizi doğrudan söylemeyiz? Karşındakini anlamak bir sevgi belirtisi midir? Yoksa gerçekten doğru anlamak bir mucize midir? * Düşündüğünüz, Söylemek istediğiniz, Söylediğinizi sandığınız, Söylediğiniz, Karşınızdakinin duymak istediği, Duyduğu, Anlamak istediği, Anladığını sandığı, Anladığı… Arasında farklar vardır. Dolayısıyla insanların birbirini yanlış anlaması için en az 9 ihtimal var. Sylviane Herpin Olasılıkları, durumları etkileyen faktörleri düşününce, bence çoğunlukla, anlaşılmak beklentisi, beyaz atlı prens gibi bir hayaldir. Yeri geldiğinde, söylediğim bir söz var, “Benim hayatımda, imalara yer yok.” Söylediğim bir sözün altında yatan birşey olup olmadığını, birisi araştırmaya kalktığında, benim verdiğim yanıt bu. Ben, başkalarının beni ne kadar doğru anladığını düşünmek yerine, ben kendimi ne kadar doğru anlıyorum, öncelikle, onu sorgulamayı seçiyorum. Yine de imalardan kaçış yok. İnsan, neden imaya ihtiyaç duyar? Açık açık konuşmak, özü sözü bir olmak dururken, neden imalardan medet umar? Çekindiği nedir? Nedir saklamak istediği? Koruduğu kimdir, kendisi mi, karşısındaki mi, yoksa, ona göre hepsi bir mi? Peki, neden imalar can yakar? İmayı kullanan, yaptığından rahatsız mıdır, yoksa onu kullanmayı en doğal hakkı mı saymaktadır? İmalar söyleyeni karar vermekten, suçlu duruma düşmekten korur. Sonuçta, bir durum ortaya çıktığında, kişi: “Ben öyle demek istememiştim, beni yanlış anlamış.” diyerek, işin içinden sıyrılır. İmalarda, yalanlar gibi zehirlidir, yılan gibi duyan kişiyi sokar, hatta bazen can evinden vurur. İmalar genelde, ya şakayla karışık ya da yüksek sesle düşünmenin ifadesi olur. Duyanı zaman içinde kaos içine sürükler. Kişi duyduğuna inanıp ona göre davransa bir türlüdür, hiç duymamış gibi göz ardı etse başka türlüdür. İmaları kullanan kişi, kendisine söylenmesinden rahatsızlık duyar, herkes gibi o da, olan biteni net haliyle anlamak ister. Peki imalarında, kurtardıkları ihtiyaçlar, kazandırdıkları yararlar var mıdır? İmalarda, yalanlar gibi sorumsuzluk örneği değil midir aslında? İmalarında, beyaz yalanlar gibi çeşitleri var mıdır? Peki, zaten bilinen ve gereği yerine getirilen konularda yapılan gereksiz uyarı ve imaları kişiler, neden söylemeye gerek duyar? Bunu belirtmek, karşısındaki kişiye güvensizlik ifadesi değil midir? Yoksa, otorite belirtmenin yöntemlerinden, kendini güçlü hissetme yolunda kullanılan araçlardan biri midir? Peki, insan neden susar? Susarak ne kazanır ve ne kaybeder? Bazen, susarak gözden kaçarsın, bazen de susarak, gizemli bir hava yaratırsın. Bazen susmazsan başına gelecekler çekilmezdir. Bazen susmak, çıkarların için gereklidir. Bazen de, anlattıklarının anlaşılmayacağını düşündüğün için susarsın. Bazen, susmaktan başka birşey elinden gelmediğinden mecbur kaldığın için susarsın. Bazen, hatalı olduğunu bildiğin için susarsın. Bazen de, karşındakine göre, hatalı olduğun düşüncesini kıramayacağına inandığın için susarsın. Bazen susmak, en doğru tercihtir. Ne yazık ki doğruluğunu bilmek bile, acı verici olmasını engellemez. Hani boğazın düğümlenir, gözlerinden akamayan damlalar yavaş yavaş boğazından aşağıya dökülür. İçinde fırtınalar koparken, çevrende yaprak kıpırdamaz ya; işte öyle bir anda. Değil ağzından bir kelime, bir hece bile çıkamaz, ruhun ve benliğin kilitlendiğinde. Bazen, kitlenir kalırsın acın, hüznün karşısında, yalnızsan belki doya doya ağlar, açılırsın. Yanında sevdiğin biri, seni yatıştırmak isteyen, ancak seni arzu ettiğin gibi dinleyemeyen biri varsa. O zaman kalabalıklar içinde yalnızlığını duyumsar, yengeç gibi kabuğuna çekilir, susarsın. İtaate alışkınsan, en ufak eleştiride, kendini korkularınla boğup, yok ediyorsan ve bu tarzı, hayat tarzın olarak yaşıyorsan, kendini katleden: Sensin demektir. Bir yolunu bulup, bu işin çaresine bakmalısın. Ahkam kesmek kolay, keşke her doğruyu uygulayabilmek de bu kadar kolay olsa. Çaresiz değilsiniz, Çare Siz’siniz diyorlar ya: İşte öyle! Bir de, “Yaptığımı yapma, söylediğimi yap.” diyenler varsa yanı başınızda, işiniz iyice zor demektir. Rol modeliniz de sizin gibi, duygularını göz ardı ediyor, sorunları, günlük çözümlerle arkasında bırakıyorsa, kendi hamurunuzu kendinizin şekillendirme vakti gelmiş de geçiyor demektir! Bilgelik; görmek istersek her yerde, tutup onu kucaklamak, sadece, bizim elimizde! Sansürsüz konuşmanın cazibesi, çekiyor insanı kendine. Karşındaki kişi, kaldırabilecekse bu halini, mutlululuğun katmerli olacaktır bil ki! Hem konuşarak, içini dökerek rahatlayacak, kendi duygu ve düşüncelerini kendine duyuracak, hem de anlaşılmak istemenin keyfini tadacaksın. Hatta belki, kendi soru ve sorunlarına o anda, kendi doğru cevabını bulacaksın. Belki de anlattığın şeyin, düşündüğün kadar önemli olmadığını anlayacak, kendine yeni bir bakış açısı kazandıracaksın. Gözün, kulağın açık olsun, birçok dinlemeyeni bilmeyenin yanında, az da olsa, dinlemeye istekli ve becerikli dinleyiciler, gizli çevremizde. Ne zaman, nerde, ortaya çıkacağı, bilinmemekle birlikte. Paylaşılan ne olursa olsun, önce kişinin kendisi, karşısındakini dinlemeyi tercih ettiğinde. Yüzlere takılan maskelerin aralanması da, söz konusu olabiliyor, zaman içinde ya da anın birinde. Bu yüzden önemlidir candostlar, onlar kendi sessizlikleriyle, kendini anlamana, ayna tutarlar. Yoksa, sen konuşurken, karşındaki kişi, susturmayı başaramıyorsa kendi iç seslerini ve düşüncelerini. Anlattığın konu, yapılan yorumlar, sorulan sorularla, dallanıp budaklanıyor. Seni kendi duygu ve düşüncelerinden uzaklaştırıyor. Zaten cılız olan sesleri, kesiliyorsa içindeki seslerin, o zaman denediğine, pişman oluyor, bazen insan. Yine de, kendilerini susturamayan, istemeden, içindeki sesleri duymana, anlamana engel olan, insanları da, suçlamamalı. Ne de olsa onlar da, kendilerine uygulananı, sana uyguluyor. Hatta belki de çoğunluğu, genellikle kendi iç seslerine kulaklarını tıkıyor. Belki de, parmaklarını tıkadıkları kulaklarından çektiklerinde akacak kanlarından, korkuyor. Gözyaşı gibi bazen, kanın da, ruhu, zihni, yüreği temizleyeceğini, birçokları gibi, onlar da bilmiyor. Parmaklarını orada tutmak, kollarını da uyuştursa, sürekli dayanacak destek de arasa, ağrılarla kıvransa da, bilinen acı, bilinmeyenin korkusuna ağır basıyor. Herkesin acıları, korkuları, ağrı eşikleri-acıya dayanma katsayıları-, ihtiyaç ve öncelikleri farklı. Beş parmağın, beşi bir olmadığı gibi, insanlar da her yönden farklı. Ortak noktalardan tutmak hayatı, hepimizin kolayına geliyor, farklılıklarla yüzleşmek ve onları olduğu gibi kabul etmek ise, nedense çoğumuza ağır geliyor. Beklentisizliğimizin içinde bile, bir bilinmeyen beklenti saklı. Kimisini kendimiz bile bilmiyoruz, ya da bazılarını bilip de bilmemezlikten geliyoruz. Maskesiz yaşanmıyor, ancak bunu bilmek bile, maskenin yükünü, hafifletmeye yetmiyor. Sahte gülüşlere, isteyerek kananlar kadar, bir o kadar insan da, bilmeden, kanar. Sahte gülüşleri deşmek ise, karşındaki kişiye, bazen acı verir. Eğer, kanamasını kaldıramayacaksa yarayı taşıyan kişi, o zaman kabuğu kaldırmamak gerekir. Var olmak mı, yok olmak mı, bütün sorun bu! Düşüncemizin katlanması mı güzel, zalim kaderin yumruklarına, oklarına, yoksa diretip bela denizlerine karşı dur, yeter! demesi mi? Hamlet-William Shakespeare Korkular, bizim ellerimizden kaynaklanır, hayat sadece aracıdır. Umut; hayatın goncası, kahır ise belalısı. Hayat görmek istediğinde, yeni ve güzel gelişmelere gebe. Her değişim içinde, en az bir fırsatı barındırır. Hayat, görmek, duymak, anlamak, yaşamak isteyenlerin yanındadır! İnsan, kendi kabuğundan sıyrılıp, başka pencerelerden baktığında, ufku genişler. Ve her şey gibi, bu da, bir seçimdir. '' Jean Paul Sartre’ '' ın da dediği gibi “Her seçiş, bir vazgeçiştir.” Aslında! Açıl, susam açıl dediğimizde, açılan bir kapı yok, önümüzde. O kapıyı açmak için, emek sarf etmeliyiz. Kapının ise, umrunda değil, açık ya da kapalı olması. Pekii, o kapının ardında neler gizli, bir dünya! Sorular, sorgulamalar, yanıtı bulmaktansa, bazen, yeni sorulara kapı aralar. Kapıların aralanması iyidir, kapalı kapılar ruha ağırlık verir. Kalın bir halat vardır, içi boştur elinde kalır. Bir de incecik bir ip vardır, seni en tepelere taşır. İp canbazının bazen, ipten düşmesi gerekir. Yerde mi ipte mi yaşayacağına, bir tek böyle karar verebilir. **Usta sana hakikati veremez ama hakikate çağırabilir. İçinde bir şeyi harekete geçirebilir. Bir ateş yakacak süreç başlatabilir. Gerçek sensin; yalnızca çevrende çok fazla toz birikmiştir. Ustanın işlevi olumsuzdur: seni yıkaması gerekir, böylece toz yok olur. OSHO “Olmak ya da olmamak; işte bütün mesele, bu.” dese de büyük üstad. Kendi isteğinin yönünde, var olmak ya da olmamak, dile getirdiğin ve uyguladığın farkına varıştır. Didem Duruöz
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Didem Duruöz, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |