..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
Tüm mutsuzluklar yokluktan değil, çokluktan gelir. -Tolstoy
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > Deneme > Anılar > Vildan Sevil




20 Haziran 2011
Bir Akşamüstü Çağrışımları  
Babam, sordu “Söyle bakalım, tecimdaldal ne demek?” Bilemedim, bilemeyince utandım. Kafamdaki kocaman kolalı, beyaz kordela başımı iyice aşağıya çekti.

Vildan Sevil


Sahile indim. Suadiye yönüne doğru yürüyorum. Güneş arkamda, ters yöne, Moda Burnu’nun üstüne yürüyor. Güzelim Marmara’ya sereserpe serilmiş en az iki bin yaşındaki Prens Adaları. Kim bilir hangi iktidar savaşlarıyla sürgün edilmiş prenslerin diyarı. Marmara’nın, yeşilleri giderek azalan, iki bin yaşındaki yakışıklı delikanlıları.


:BAAG:
Çık çık, çık git, diyor...

Haftalardır hastane –ev arasında mekik dokuyorsun. Çık, caddenin cıvıltısını, devinimini gör. Deniz havası al, diyor. İtiyor artık, itiyor...

Çıkıyorum.

Erenköy’e doğru koyuluyorum yola.

Mağazalardan, çifter çifter, şık kağıt ya da plastik torbalarla kadınlar çıkıyor.
Bedava mı dağıtıyorlar, acaba?..

Mağazlardan birine dalıyorum. Askıların, tezgâhların önü itiş kakış. Plastik askılardan sarkan giysiler, demir çubukların bir başından öteki başına hızlı hızlı itilip kakılmakta. Çalışan kızlar, sürekli dağıtılan tezgâhları toplamaya yetişemiyor. Dirsekten bükülmüş sol kollarda birkaç parça giysi, sağ kol ve eller tezgâhları, askıları karıştırıyor. Kasalarda kuyruklar...

Türkiye’de her yer böyle galiba, boşuna değil yüzde elli, diyorum. Pazarcı esnafı, taksi şoförleri, benim konuştuğum herkes yalancı ya da oyuncu. Bilgisayar, internet öğreneceğim diye gerçeklerden kopmuşum herhalde, iyice sanallığa, bir oyunun içine düşmüşüm.

Duyduklarım, gördüklerim sanalmış. Ben de oyuncunun tekiyim demek ki...Sanallaştım mı yoksa?..

Kendimi dışarı atıyorum. Nefesim tıkanıyor.

Kaldırımda insanları yarıp yürümek zor. Önümdeki çiftin açtığı yoldan ilerlemeye çalışıyorum ağır ağır.

Adam altmışın epeyce üzerinde sanırım. Orta boylu, kır saçlı, buğday tenli. Yakışıklı sayılmaz. Yüzlerini, başlarını birbirlerine çevirdiklerinde yandan görüyorum. Adam bir şeyler anlatıyor, kadın kıkırdıyor, adama şöyle bir yaslanıp ayrılıyor.

Etrafı gözetleyen kocakarı gibi duyumsuyorum kendimi. Peşlerinden ayrılmaya çalışıyorum. Bir yanımda bir çocuk arabası, diğer yanımda koltuk değneğine dayanarak yürüyen yaşlı bir hanım. Seyirtemiyorum.Gözlerimi de kapayamam ki...

Kadın, adamdan bir baş uzun. Ayağında 17 pondluk ayakkabılar. İnce topuk, ince burun, sendelemeden yürümeye çalışıyor. Ya da bana öyle geliyor.
Siyah straplez bluz, siyah dar pantolon giymiş kadın.

Kadına altın oranı bahşetmiş Tanrı. Uzun, balyajlı sarı saçlar omuzların altına gururla dökülüyor. Adam bir şeyler anlattıkça, başın, öne doğru ayarlanmış bir açıyla eğilişi ve yana dönüşü sırasında saçlar dalgalanıyor. Kıkırdama sırasında, baş yine aynı ayarla, bu kez biraz daha sert, önden arkaya deviniyor. Gerektiği her anda aynı devinim, hiç şaşmıyor. Bu hareketleri öğreten eğitimi, ondan yoksunluğumu düşünüyorum. Anneme kızıyorum biraz.

Adamın eli, kadının sırtından, sağ memenin altına uzanmış, yürüyorlar.

Adam, kadının belinden tutsa, kolu daha az yorulmaz mı?
Çocuk arabası geçti, ışıklara doğru seyirtip karşı kaldırıma geçiyorum.

Gözlemlerimdeki ayrıntıların ayrımına varıp derhal kendimi Freud’un divanına yatırıyorum. Aaa, sırıtıyor muyum ne?

Sahile inen yola yönelirken pat...Bacağıma bir kâğıt torba çarpıyor. Bacağıma bakıyorum. Torbanın sapı ve kadının elleri. “Ayyy, afedersiniz...” Gülümsemeliyim. Ettim, ettim...Bu kargaşada olağan.

Kadın da gülümsemeye çalışıyor ama dudaklar yanlara kaymakta zorlanıyor sanki. Ellerine bakarsan benim yaşlarımda sanki. Yüzü, lastik bebeklerinki gibi gergin. Gözler içeri doğru mu kaçmış?

Paran olsaydı, sen de savaşır mıydın yerçekimine karşı?
Uzun zaman önce değil, aylarla sayılabilir bir zamanda, kaslarının, derinin yerçekimince tutsak edildiğini farkettin. Aniden. Şaşırdın. Nasıl oldu, neden izleyemedin olan biteni? Nedense hep de pazarlarda, ille de pazarlarda, hep de bir anda, önce abla, sonra teyze ve anne olmuştun ya aniden...Gören görmüş, söyleyen söylemiş, sen anlamamışsın demek ki...

Gözlerin daha iriydi. Fotoğraflar tanık. Bir gece uyurken gözkapaklarının ani baskınına mı uğradılar, nedir, küçülmüşler. Bu çizikleri de aynı baskında, zaman mı attı acaba?

Ayıracak paran olsa, botoks otoks falan...Yok artık deve...
Dürüst ol, canını sıkıyor bu çizgiler, kaslar, deriler...
İyi de, tüm yaşamında, sen ne zaman bu işlere kafa yordun? Dahası, sen ne zaman önceliği kendine tanıdın?
...................

Sahile indim. Suadiye yönüne doğru yürüyorum. Güneş arkamda, ters yöne, Moda Burnu’nun üstüne yürüyor.

Güzelim Marmara’ya sereserpe serilmiş en az iki bin yaşındaki Prens Adaları. Kim bilir hangi iktidar savaşlarıyla sürgün edilmiş prenslerin diyarı. Marmara’nın, yeşilleri giderek azalan, iki bin yaşındaki yakışıklı delikanlıları.

Acelesiz tankerler salınıyor prenslerin önlerinde.

Martıların sesi mi çirkinleşti, bana mı öyle geliyor?

Çocuklar, plastik tünelin merdivenlerine tırmanıyor, cup aşağıya... Çığlıklar...

Suadiye’nin küçücük koyunda denize giriyor insanlar. Teknelerin arasından yol bulup. Çocukluğumun, gençliğimin masmavi Marmarası, griye dönük şimdi.

Küçük bir erkek çocuğu, babasının oltasından çıkan, çırpınan, küçücük bir istavriti, beş kiloluk plastik su şişesine tıkmaya çalışıyor. Babalar günü. Baba oğul balık tutmaya gelmişler.

Bir kız çocuğu, annesinin eteğini çekiştiriyor, havadaki uçutmayı gösteriyor.
(Uçutmayı Vurmasınlar...Vurmasınlar...)
..............

Üç, dört yaşlarındaydım. Üsküdar’daki evimizden çıkar, Haydarpaşa Garına gelirdik.

Babam, sordu “Söyle bakalım, tecimdaldal ne demek?”

Bilemedim, bilemeyince utandım. Kafamdaki kocaman kolalı, beyaz kordela başımı iyice aşağıya çekti.

Babam başımı okşadı “Üzülme kızım, daha küçüksün, bilemezsin tabii” dedi. Vagonun üstündeki TCDD harflerini gösterdi. T-C-D-D, dedi. Türkiye Cumhuriyeti Devlet Demiryolları. Te-cim-dal-dal ise bu harflerin, eski Türkçe’deki isimleridir.

Trene bindik. Soru sorma sırası bendeydi.
- Türkiye ne demek?
- Cumhuriyet ne demek?
- Devlet ne demek?
- Demiryolları ne demek?
- Demir ne demek?
- Neden tahtadan değil de demirden yapmışlar?

Tren, çiçekli çiçeksiz ağaçların, yemyeşil koruların, korular içinde aralıklarla göze çarpan, beyaz, ahşap köşklerin arasından akarken, babam bana laf anlatmaktan iyice yoruldu. Dikkatimi dağıtmak için olmalı, köşklerin önünden geçerken “Bak şu köşk şu paşanın, şu bilmem kim efendinin” diye tanıtıma başladı.

Bu kez, “Paşa ne demek, efendi ne demek?” sorularının saldırısına uğradı.

Trenden indik. “Burası Erenköy” dedi.

Annem, sorularımdan sıkılınca ya da yanıt bulamayınca “Çok konuşma, çocuklar öyle her şeyi sormaz” der, kestirir atardı. Ben de uğradığım hakarete dayanamaz, hırçınlaşır, tepinip ağlamaya başlardım. “Sen beni sevmiyorsun” diye tuttururdum.

Babam, sorulardan yorgun düşse de kızının herşeye ilgisinden hoşnut olmalı ki kendi de merakımı tetiklerdi.
“Bak kızım, şimdi kime gideceğiz, biliyor musun?” dedi.
- Kime gidicez babacım?
- Büyük şair, Mehmet Akif Ersoy’un oğlunun evine. Benim arkadaşım olur.
(Neden bilmem kim amcalara değil? Başka zamanlarda öyle derdi.)

Şairin ne olduğunu biliyordum. Küçük şiirler ezberletirdi babam. İşte o şiirleri ilk söyleyenlere de şair denirdi.

Ama şiir küçük olunca şair nasıl büyük olurdu?
-Senden de mi büyük babacım?
-Yavrum, boy büyüklüğü değil. Güzel şiirler yazdığı için, İstiklal Marşımızı yazdığı için büyük.
-İtibar ne demek?
-İstiklal ne demek?
-Marş ne demek?

İstiklal Marşı olarak anlatırsa kestirme olacağını mı düşündü?

“Hani ablanın okuluna gittiğimizde, hep beraber marş söylemiştik de söylerken sen de kendine göre bir şeyler söylemiştin. Ben de “Sus” diye işaret etmiştim. Sen, “Susmam” diye diretmiştin ya o zaman sana anlatmıştım İstiklal Marşı’nı. Ne demiştim?”

Anımsamıştım. Koca, beyaz kordela, yine aşağı çekti başımı.

Manolya, çam ve başka ağaçların olduğu, ortancaların top top açtığı bir büyük bir bahçeye girdik demir kapıdan.

Ahşaplarının iyice karardığı, iki ya da üç katlı bir ev karşıladı bizi.

İçinde boy boy kırmızı balıkların yüzdüğü havuzun yanından geçiyorduk. Birden babamın elinden kurtuldum, tam havuzun kenarına tırmanırken yakalandım.

Babam, balıklara sonra bakabileceğimi, bahçede oynayabileceğimi söyledi.

Kocaman, oymalı ahşap kapının pirinç tokmağına uzandı. “Ben vurucam, ben vurucam” diye tutturdum.

Tokmağın üstünden, kıvrım kıvrım yeleli bir aslan ağzını açmış bana bakıyordu. Isırır mıydı acaba? Ellemem gerekiyordu, nasılsa babam yanımdaydı.

Kucakladı, kaldırdı babam, tüm gücümle vurdum tokmağı. Bi daha , bi daha, bi daha...Isırmadı aslan. “Yeter kızım, ayıp oluyor” dedi babam, indirdi kucağından.

Kapı açılana değin, aslanla ilgili düşlere daldım. Soru sormaya fırsat kalmadan kocaman kapı, gacur gucur açıldı.
................
Eve dönmeliyim. Babamın emaneti, doksan yaşında bir bebek beklemekte, merak eder.

Güneş, uzun kızıl saçlarını Moda Burnu’nun üstüne serpiştirmiş bile. Başını da Tarihi Yarımada’nın, Topkapı Sarayı’nın ardına gizlemiştir mutlaka.


19.06.2011
Vildan Sevil


.Eleştiriler & Yorumlar

:: Teşekkür
Gönderen: Vildan Sevil / , Türkiye
13 Ekim 2011
Sağol Aysu... Teşekkürler, sevgiler...

:: çok güzel
Gönderen: Aysu / , Türkiye
12 Ekim 2011
olgunluğun içinde dönüp çocukluğuna bakıyorsun,o an elinden tutuğun büyümüş sen çocuk olmuşsun,seviyorum yazılarını can hocam .

:: :(
Gönderen: Vildan Sevil / , Türkiye
24 Haziran 2011
Aynı yabancılaşmayı,korkarım tüm yurtta yaşamaya itiliyoruz Saadet Hanım. Sevgiler...

:: Geçmişe özlem..
Gönderen: Saadet Toksöz / , Türkiye
21 Haziran 2011
Beni de eskilere götürdünüz. Çocukuluğumun geçtiği o yerlere modada oturmama rağmen sizin gözlerinizin tanıklık ettiği görüntü kirliliğini görmemek için yıllardır gitmiyorum. Çünkü her gittiğimde sanki düşman istilasına uğramış, artık oralar bana ait değilmiş hissine kapılıyorum. Keyifle okunan ama aynı zamanda hüzünlendiren bu güzel paylaşımınız için teşekkür ederim. Sevgiler.




Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.


 


İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.

Yazarın anılar kümesinde bulunan diğer yazıları...
Sen Kaç Kere Doğdun Sevgili Okur?..
Tekinsiz Bir Gece, Dört İdam

Yazarın deneme ana kümesinde bulunan diğer yazıları...
İpek Nehir, 1 Mayıs, Vay İstanbul...
Okurun Sevinç Çığlığı ve Yazarın, Kitabın Çilesi
Yine Tecavüze Uğradım!.. Yine Tecavüz Ettim!..
Konuğum Var: Cengiz Akın, Post - Modern Edebiyatta "Zaman" Kavramı, Zaman - Bilinç İlişkimiz
Ant Olsun ve Şart Olsun ki Umursamayacağım!.. Nerde Benim Şu Cımbızla Ayna?..
Kassandra'nın Güncel Kehaneti
Poetika// Sanatsal Yaratı Üstüne Fikir Uçuşmaları (Iv)
Ahhh İstanbul... Çekme Beni Böyle Kendine Kendine... Yorgunum...
Kırk Katır mı, Kırk Satır mı? Mutluluk, Onur ve Bölünmek
Belleğim... Gaddar Belleğim Benim!.. Zalim Belleğim!..

Yazarın diğer ana kümelerde yazmış olduğu yazılar...
Duruşma [Şiir]
Dedem Düşlerime Giriyor [Öykü]
Çocukların Çığlığından Göklerin Tılsımına [Öykü]
Dolunayda Uyku Tutmaz [Öykü]
Oy Madimak, Madimak!.. Sen Artık Türkülerle Değil, Ateşlerle Anılmaktasın [Öykü]
İlk Sosyalist Muhtar Fevzi Ağabey [Öykü]
Düşselin Gerçeğinde, Gerçeğin Düşselliğinde [Öykü]
Ben Ölürken [Öykü]
Gece, Mehtap, Selene, Apollon ve Ben [Öykü]
Aşk"a Geldin, Hoş Geldin!.. [Öykü]


Vildan Sevil kimdir?

Koşuşturmaktan yoruldu. Altmışından sonra, çok yabancısı olduğu teknolojiyle, sanal ortamda kalem oynatmaya kalktı. İletişim kurmak, duygu, düşünce, birikim paylaşmak, genç kuşaklardan yeni şeyler öğrenmek istedi. Yazarlık deneyimine burada adım attı. İşte böyle sınır tanımaz bir "dinazor ". . . Başarır mı acaba ?

Etkilendiği Yazarlar:
Marx, Engels, Freud, Nietzsche, Adorno, Horkheimer, Foucault, Antik Grek, Rus , Fransız yazını, Amado, Marquez, Llosa, Asturias, Lübnanlı Amin Maalouf...Elbette Nazım, Aragon, Neruda ve nice ozan/şair...


yazardan son gelenler

yazarın kütüphaneleri



 

 

 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2024 | © Vildan Sevil, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.