Her insanda insanlığın tüm durumları vardır. -Montaigne |
|
||||||||||
|
Lise çağına geldiğimde, bir daha hiç denemedim. Şiirden anlamaya(!) başlamış olmalıyım. Her nazım, şiir değildir, deriz. “Şiir ve Şair’den Duyguyu aramam, farklıyım;/Elimde sözlük,/Ve kırık dökük birkaç kelime;/Yazarım alt alta,/Olursam anlaşılmaz,ustayım derim/Önemli mi şiirin rengi,sesi sedası?/Dizilsin de kelimeler...” bonheur/Edebiyatdefteri.com Günümüz şiirinin genel görünümünü bu dizelerle dillendirmiş genç şair. Şiirin tümü, günümüz şiirine güzel bir taşlama, bir özeleştiri. Şiir; öncelikle duygudur. Ama olgun, iyi şiir, duyguyla düşüncenin harmanlandığı değil, yoğrulduğu, tümleştiği şiirdir. Şiir; sesdir, müziktir. Onlarca sözcük, ayrı bir sazdır. Sözcükler, tahta ve bakır üflemeli, vurmalı, yaylı/telli çalgılardır. Anlam, bu çalgıların oluşturduğu, duyguyu en iyi yansıtan orkestra aracılığıyla iner yüreğe ve vurur. Duyguyu üfleyen, ozandır. En kadim şamanlardan, kamlardan, büyücülerden el almıştır. Şiire, şiir denmediği, şairin doğmadığı zamanlardan gelir. Şair, çağı imgeler. O, maestrodur, kuyumcudur. Şiir; resimdir, fotoğraf değil. Oranları, perspektifi, geometrisi vardır. Saz olmuş sözcükler, renklere, biçimlere bürünür. Şiir; en arınmaz kiri bile dillendirse, kirlenmeyi anlarız, kokuyu hissederiz ama şiirin kendisi pis kokmaz, kirli değildir. Şiir; en iğrenç sahneleri anlatsa, midemizin bulandığını hissettirse de kendisi iğrenç olamaz. Bu durum; şiirin, duyumsayan, tiksinen ozandan çıkan soluğun, şairin emeğiyle, ustalığıyla, güzelduyuya (Estetik) kavuşmuş biçimidir. İşte benim güzel şiirlerim böyledir, sevgili okur. Ozan, yüreğinin inebildiği derinliklerinden soluğunu üfler. Şair, BİLGİSİNİ, YETENEĞİNİ ve EMEĞİNİ devreye sokar. Alır o soluğu, bir kuyum işçiliğine durur, çalgıların uymunu sağlayan maestro olur. Şiir oluşur. Okur; bilgi birikimi, deneyimi kadar müziği, resmi, anlamı algılar, içine çeker soluğu, kendi derinliklerine savurur. Soluklar nerelerde kesişir, örtüşür, bilinmez. Bu gizemdir. Evren gibi. Bir aşktır başlar, zamane aşklarına asla benzemez, ölümsüzdür. İhanet yoktur, sadakat sonsuzdur. Hayır, yanlış oldu sevgili okur. Eytişime uymadı. İhanet vardır, aşk da biter. Şiir, evrene doğru yol alırken bir önceki şiire ihanet eder. Yeni bir şiir aşkıdır o aşkı bitiren. Çünkü onu aşan karşıtı doğacaktır. Gerçek ozan/şairin yaradılışındaki bu sınırsızlık dürtüsü, onu çoğunlukla bedensel, tinsel ve değişken aşklara koşturur. Ne var ki, içsel yaratının sınırsızlık dürtüsü, bu aşklarla yetinemez; onun için şair, süregen bir doyumsuzluğa mahkum olur, kısır döngüye düşer çoğu kez, kendini yinelemeye durur. Çağlar boyu yaşayabilen ozan/şairler, bu döngüden sıyrılmayı başaranlar, bu zinciri kırabilenler, yapamadığında şiiri bırakanlardır. Duygu ve düşüncelerin özgürce dillendirildiği dönemlerde yaratı, evrenselliğe daha rahat yönelir. Ozan/şairin taşkın ve aşkın duyguları, yurdunun, gezegeninin, evrenin dört bir yanını daha özgürce gezer, şiirini yaratır. Temalar çeşitlenir, çoğalır, zenginleşir, renklenir, iç dünyayla evren arasında daha bir yakınlaşma oluşur. Ama bunda da bir görecelik vardır. Çünkü şiir, sınır tanımaz, özgürlük, hep görecedir onda. Toplumsal baskı dönemlerinde, ozanın magmasından fışkırmak isteyen aşkın ve taşkın lavlar, can korkusuyla içeri tıkıştırılır. Ozan/şairin doğasında var olan arayış itimli bunalımı iyice derinleşir. “Sophie’nin Seçim”i gibi bir seçimdir dayatılan. Ya da kırk katırla kırk satır. Ya biat edecek, saray şairi olacak, padişaha methiyeler düzecek, caize almasa bile kelleyi kurtaracak, ya kalemi bırakacak ya iyice sözcüklerin anlaşılmazlığında yitip kendini kandırmanın sancılı ağırlığıyla yaşayacak, o ağırlığı anlaşılmaz sözcük oyunlarıyla atmaya çalışacak, belki intihar edecek ya da sınırlarını açmak, aşmak için savaşıma girecektir. Edebiyat tarihi, her seçenekten sayısız örneklerle doludur. Çünkü, çiçek, böcek, göğün mavisi, derenin şırıltısı, yaprakların hışırtısı, erguvanlar, bitip tükenmez yarım aşklar, deniz ve dalgalar, kır çiçekleri, içki şişeleri, şişelerin dibi, dibinin dibi/camın içi, martılar...Hayır, tüm bunlar, ozanın özündeki sınırsızlığı doyuramayacaktır. Sınır, ozanın doğasına aykırıdır. Burada, şairin doyumsuzluğu ve sınırsızlığına ilginç bir örnek vermek isterim. XIX. yüzyıl Avrupa’sı, Fransa. Kilisenin yüzyıllar boyunca aklın önüne ördüğü duvarlar hızla yıkılmakta. Aydınlanma doludizgin yaşanıyor. Ama büyük ozan/şair Baudelaire sembolizme sığınmış, haykırıyor Albatros’ta. Neden? Yüzyıllarca zincire vurulmuş olan akıl, şimdi kurtulmuş zincirlerinden, doludizgin ortalıkta koşturuyor, meydan onun artık. Karanlık çağ, akıl-sezgi/duygu dengesini iyice bozmuş, her ikisini de zincire vurmuş. İkisi bir olup isyan ettiyse de o tarihsel dönemde, en sıkıştırılmış olan akıl, kurtulduğunda, gemi azıya iyice almış. Akıl, öyle bir koşturmada ki, duyguyu, sezgiyi yok sayıyor, ezip geçiyor. Her nen, salt aklın terazisinde tartılmakta artık. Deney en gözde yöntem. Ama evren, salt, insanın pek azını kullanabildiği aklıyla mı sınırlı? İnsan aklının ürettiği deneylerle evrenin gizemini çözmek olası mı? Büyük Baudelaire bunu seziyor işte ve isyanda.Baudelaire kilisenin bağnazlığını mı özlüyor?.. Aklı mı yok sayıyor?.. İsyanı, akla karşı değil, aklın duyguyu ezmesine. Çünkü, ozan yüreği akıldan daha yakın evrene. Dışlanma, acı çekme pahasına isyandadır Baudelaire. Ozan, geminin güvertesine düşen, göklerin egemeni, özgürlüğün simgesi, koca kanatlı Albatros’tur artık. Yüreğindeki kızgın magmanın ateşiyle kavrulan ozan, bu kez de aklın zincirine vurulmaktadır. Kim durdurabilir bu isyanı?.. Baudelaire’yi bugün de severek okuyoruz. “Albatros’tan İşte,o yüce bulutlar prensine benzer Ozän,/Fırtınayla sarmaş dolaş, okçuyu umursamayan,/Yeryüzüne sürgün, bağrış ve çağrışlar arasında,/Engeller adım atmasını o devden kanatları.” Kötülük Çiçekleri, Charles Baudelaire // Çev: Hulki Can Duru- İzedebiyat.com Bir başka örnek de bugünden: "Bütün Sanatçıları Susturun'dan “Bütün sanatçıları susturun,/Hatta öldürün,/Bedenlerini yakın,/Ve küllerini betondan,/Devasa yalanlarımızın temellerine,/Gömün!” Umut Salih Tiryakioğlu// İzedebiyat.com Böyle haykırıyor, ülkemizden bir ozan. Elbette başkaları da var haykıran. Okura gelince...O da seçimiyle başbaşa sevgili okur. Ya bugünde kalacak ya da çağları aşacak olan ozanının ve şiirinin ardından koşacaktır. Ayrımında olalım olmayalım, yaşamımızın her anı bir seçimi dayatır bize. Seçeriz, sürekli seçim halindeyiz. Ayrımında olsak da olmasak da... Şiire, ozan/şairlere, okura sevgiyle... 15.06.2011 Vildan Sevil
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Vildan Sevil, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |