İstanbul'da Son Düşüm (Romance)
Bir gidiş gittin ki, her taraf sis içinde, göz gözü görmüyordu. Dünya dönmüyordu. Acım dinmiyordu. /
/
ERDEN ERKİN
Bir gidiş gittin ki, her taraf sis içinde, göz gözü görmüyordu. Dünya dönmüyordu. Acım dinmiyordu. /
/
ERDEN ERKİN
Taksim Meydanında sıra konakların, Bağdat Köşkünün çinilerinin, Baruthane Deresinin, Kozyatağındaki arabacılar kahvesinin, suyu akan çeşmelerin İstanbuludur bu dizelere ruhunu estiren Kendi dünyasından bir anı sonraki nesiller için sonsuzlaştırmıştır dizelerinde şair. İstanbul, dinmeyen bir esinti ve bir devam ediştir
Davullar, zurnalar, halaylar, oyunlar, Grup Yorum, Kardeş Türküler...Babaların omuzunda çocuklar..Bebek arabası süren anneler..Derdini anlatmak isteyen, kesinlikle 1.000.000 çok üstünde insan. Konuşmalar başladı, miting bitecek, Gümüşsuyu, Saraçhane, Mecidiyeköy kolları hâlâ uzayıp gidiyor. Gezi alanı da hıncahınç.
kaç milyon hayatı taşıyorsun içinde istanbul... kaç hayatı birleştiriyorsun... ve kendini büyütüyorsun hep... istanbul büyüyor.. çocukluğundan cıkıyor... acılarıyla... mutluluklarıyla... ama tüm ihtişamıyla büyüyor.. ve uzaktan kör topal... izlemek koyuyor seni istanbul...
Biraz öteden acayip bir gümbürtü başladı, davullar trampetler, haykırışlar. Bu zavallı üç kızın çaldığı gürültüde kaynıyor. Gürültüye gittim. İstanbul Percussion bilmem ne grubuymuş. Of, ne iştahla çalıyorlar görmeliydiniz.
Gençler edepsizce özgürleşmiş mi, yoksa, “Onu yapma, şunu içme, el ele tutuşma, elini sevgilinin omzuna atıp parkta oturma” diyenlere inat, yeni başkaldırı yöntemleri mi geliştirmiş, anlamadım. Metronun yürüyen merdiveninde, ayakta duran sevgilisinin beline bacaklarını, boynuna kollarını dolayıp yapışarak inen genç kızı görünce, benim yorumum yolunu şaşırdı, afalladım kaldım.
Nasıl ki bütün çiçekler biraz gül ise, bütün şehirler de biraz İstanbuldur aslında. İstanbul deyince akan sular durur, şair yanım tutar yine.
İstanbul gülüşünde, İstanbul gözlerinde, İstanbul bizi biz eden ne varsa tam içinde!
Sokaklarında dilendirdiğin, çıplak ayaklı, okul formalı ilkokul çocuklarına benzedin şimdi... Yada makyajı akmış, yorgun bir sokak fahişesine... Neden böyle oldun İstanbul?
Sen ucu bucağı var bir şehirsin, bense sonsuzluğu taşıyorum içimde...
Mahmut Bey, elimi bırakmadığı gibi bir de yemek davetini İstanbulun en güzide otellerinden birine "davet etme" cüretkarlığını da göstermişti. Asansörün yedinci kata gelmesi ile elim bir yabancının elinden kurtulmuş oldu. İşte o an var ya Leo, ben sana, o kadar içerlemiştim ki, anlatamam.
Uluslararası emperyalizmin İstanbul üzerinde yoğunlaşan rant hırsının, Haydarpaşa ve Sirkeci garlarına olan yansımalarına değinmek istedim.
Böylece tarihteki ismi “Hrisopolis” yani “Altın Şehir” olan Üsküdar’a “Altın Şehir” dedikleri için ne kadar haklı olduklarını anlamıştım.
İstanbulda bir insan olarak solumak ne zor imiş. Elbette bir bedeli var bu memlekette yaşamanın üstelik bedelini nefeslerimizle ödüyoruz. Çünkü, yaşamlarımız, beklenmedik çizgiler arasında zikzaklar çizen bir oyun bu şehirde. Bir anda yükselişler, inişler, bir anda seslenişler ve susuşlar, bir anda yaşananların iyiliği kötülüğü ve yine beklenmedik yahut
yarın gece 95,6 frekansında 00:30 da gecenin içinden programındayım şiir kitabım "gelişigüzel - serpçe" yle
Yağmur yağıyor, dün geceden beri. Hani diyorum, tarlası olanlar, rahmet bekleyenler için, iyi oldu herhalde. Çok da emin değilim tabii. Bu güne dek, ne köy gördüm, ne de ırgatlık yaptım. Kulaktan dolma, solmuş bilgilerle fikir yürütüyorum kendimce. Sıcak
Sanki şehirler silip burunlarını pecetelere bu varoşlara atmıştır. Zaten izmarit gibi kokarlar, doğalın nazlı gazı henüz tenezül edip uğramamıştır ve sobalar duman duman örter bu fakirliğin yığma konukluğunu. Bu yüzden bağdaş kurup oturmuştur yırtık çorabını saklar gibi evler.