hırıltlı bir ölüm gibi öksürüyorsun, için çıkıp daılıverecek gibi odanın cilalı çıplak parke zeminine. içinde bir ay tut yıldız gevele ne halt ediyorsan et işte ama kes artık şu öksürmeyi. elimde değil mi diyorsun, demek ciğerlerini fena üşüttün, oh ne ala. inandırıcı gerekçeleri beyinimin gergin telaşına yayıverdin, mesele halloldu öyle mi? dünyanın çelişkisi içimde, kasırga, depremler, mağma huysuzlanmaları, gel git mesabesi derin karanlıklar, ani boşluk takvimi, kelebeğin üstüne boşalan çağlayan bloku, dahası var ama demedim, inlemedim bir ima dağıtmadım şu odaya buncadır. sense altı üstü ciğerlerini üşütmüşssün. ha, haksızlık etmeyim tabi ya öyle üşütme değil, fena olan cinsten bir üşütme. bir şeyin başına fena geliyorsa dramatik bir çıkıntı belirir, insanlığımı sınamaya kalkaşacak değilim, karşı konulmaz çıkıntı der ikna olurum. ama dur, öyle sanıyorsan acırım sana. külahıma anlat onu sen. külahım ikna olmaya bayılır. ama külahımı geçirdiğim kafamın içindeki et parçası itiraz eder herşeye. yumuşak suretine bakıp onu ikna etmeye çalıştılar bugüne dek. kimler mi; uzmanlar, amatörler, insan avcıları. genetik zaafımın üstesinden geldiğimi bilmiyorlardı ama hergeleler. yemedim. yenilmedim:)
ne oldu peki bak söyliyeyim sana, şimdi herbiri peşimde. çünkü gelenekleri bozuldu. bütün kusursuz sistemlerinde bir açık olduğunu farkettiler. beni bulup, yeniden ikna etmeye çalışacaklar. benim itaatimi görmedikçe tanrılarından şüphe edip duracaklar; bunu biliyorlar artık ve bu sürgiderse çok tanrılı huzursuzluğun yıkım saati büyük gongla kıyametlerini haber verecek. şimdi biraz daha sessiz olur musun? kes diyorum sana!