İnsan özgür doğar, ama her yanı zincire vurulmuştur. -Rouesseau |
|
||||||||||
|
YAZ YALNIZLIĞI Ben daha çocuktum. Yani on bir on iki yaşlarında çelimsiz zayıf kuru bir dal gibi işte. Talihim yaver gitseydi şu kaçak bindiğim trenden kondüktör tarafından yakalanıp ilk istasyonda bir çöp gibi dışarı atılmayacaktım. Üzerine resmi elbisesini kuşanır kuşanmaz vicdanını terekesine atan bu kondüktörlerden nefret ettiğim kadar çok da korkardım. Nefret etttiklerinden korkmadığımda büyümüş olacağımı o zamanlar hissettim. Bunu araya sıkıştırmış olayım. Yine de şehir banliyösüne kaçak binmekten vazgeçmezdim. Can sıkıntısı insanın aynı bildik deliğe girmesine izin verir her seferinde; benzer bir akibete düçar olacağını bilerek üstelik . Ah başka çareler bilebilseydim ovakitler nasıl da diklene diklene çıkardım şu külçe ruhlu kondüktörün karşısına. Tahayyül edemezdiniz. Kondüktörler hepsi aynı hizarda düzleştirilmiş keresteler gibi benzerler birbirlerine. Sanki şeklen olduğu kadar ruhça da öyleydiler. Ve nasıl da adam kayırırlardı bir bilseniz. Güzel bir bayanın biletini elindeki gri metal delgeçle işaretlensin diye delerken nasıl da başka biri oluverirlerdi şaşardım. Gel de tiksinme şu kondüktörlerden , hele o hanımların yanlarında sarı saçlı, çil yüzlü veletleri varsa başlarını okşamaya kadar vardırırlardı ikiyüzlülüklerini. A bir de benim gibi yıkıldı yıkılacak ıssız bir çocukla karşılaştılar mı azılı bir haydut görmüş gibi hiddetlenir, bir kasılma bir gerilme üzerime hışımla üstelik ağzı dolu hakaretlerle gelir, bütün yolcuların içinde hiç çekinmeden rezil ederlerdi şu elcağızı. Yüzüm nasıl da kızarır dı o vakit bilemezsiniz. Yüzümü ateş basar, ben yangını alev alev görürdüm. Öyle de utangaç kırıldı bir ruh halim vardı benim. Yolcular da bu resmi taaruzdan çekinirler miydi ne biri olsun çıkıp yahu bırak şu garibi, şu el kadar çocuğu, koca trene yük mü ki bunca azar edip savuruyorsun yürekçiğinden demez, kayıtsız tasasız oturmaya devam ederlerdi koltuklarına. İşin tuhaf yanı ben biri çıkacak, çıkışacak şu kalpsiz kondüktöre haddini bildirecek diye herseferinde minik bir aralıkta sanki uzay gibi bir boşlukta umutla beklediğimi hatırlıarım. ama nafile işte, resmi elbiseye ilişlimez bir kudret vehmedildiğini velet aklımla anlardım sanki, suspus olmuş o yüzlerin kaygısız bakışlarından uzaklaşır, umudumu yitirir, başımı öne eğer aha oracıkta ağlamaklı olur, yüzüm filan titrer durur, engelleyemezdim çenemdeki o melun depremi. Talih bana düşman, kondüktör bana takmış, yolcular bana bigane. Yanımda günü doğrultacak biraz mangırım olsa gam yemezdim ama bizim gibi yoksul ailelerin çocuklarında para nasıl da kıt bir umuttur bilemezsiniz. Sanırsınız para bize düşman, öyle bir ahit imzalanmış bizsiz bir oturumda. Haberim yok tabi. Parasız pulsuz Bayraklı tren istasyonunda öylece kalakalmışım. Yalnızım. Üstelik şu minik mideme kursağımdan geçecek bir kuru ekmek dahi olsun yok. Bazı zamanlar evden yarım ekmek içine domates, salça ya da denk gelirse anamın akşamdan yaptığı baharatlı patates püresinden koyar yanımda nevale diye bulundururdum. Ekmek bayatlamış ta olsa arasında annemin patates püresi nasıl da lezzetli olurdu anlatamam. Hani derler ya içine sevgi karılmış ta ondan hah işte tam da öyle. Olsa da yesem. Canım anneciğim. Açım anlayacağınız. Hem de nasıl bir açlık. İstasyonun karşısında çok ilerdeki ekmek fırınından bile alıyorum mis gibi ekmek kokularını. Öyle teyakkuzda yani duyargalarım. Gözümün önüne neler geliyor birbilseniz, başım dönüyor dolanıp duran yemeklerin hayali görüntüsünden. Nerden düştüm ben bu belaya ah nereden? Yaz çocuğuyum; mutluluğun içinde yok olmaya en münasip mevsim; ama o vakitler canım nasıl da sıkılırdı, öyle böyle değil kırbaç yer gibi içimin acıdığını hissederdim. Evde, mahallede dursam mutlak öleceğim zannederdim. Öyle bir sıkıntı işte. Şimdi de şuracıkta bir garip gurbete düşmüş gibiyim. Etrafımda insanlar belli bir gaye içinde hareket ediyor, saatlerine bakıyor, ya da akbank yazılı banklara oturup bir sonraki treni bekliyorlar. İnsanın bir amacının olması ne güzel birşeydi. Demek ki karınları tok, ceplerine talih az çok para sıkıştırmış daha ötesi için kudretleri de de moralleri de yerinde herbirinin. Ben o zamanlar bir tek kendimi dertli gamlı zanneder, bu istisnai kaderime içerler dururdum. Aha da işte şimdi ne yana dönsem boş kaskatı bir bir belirsizlik, istikametsizlik üzerime üzerime geliyor. Gücümü çağırayım, aklımı başıma toplayayım diyerek boş bulduğum bir banka oturmuyorum da yığılıyorum adeta. Önümdeki raylara şu demirden yola bakıyorum. İki yanı yumruk kadar yığın yığın taşlarla desteklenmiş, ortalarında eşit aralıklarla kalın ağaç kütükleri kocaman vidalarla rapt edilmiş. Şu koca demir taşıtına uygun bir terkip. Taş, demir ve ağaç kütükler biraraya gelmiş sapasağlam bir yol olmuşlar tahammülsüz ağırlıktaki trenlere. Sağımda aralıksız talihsiz apartmanların dizildiği dönemece paralel ardı yokmuş gibi oracıkta başlıyormuş izlenimi veren demiryolu, solumdan devam ediyor, ilerde sağlı sollu söğüt ağaçlarının arasından sanki yokluğa uzanmış gibi güneş ışınlarının hülyalı serpintisinde titreyip yok oluyor sanki. Yol mu, işte insan kendine uygun olanı bulana kadar şaşkın şaşkın dolanıp duruyor ve böyle olunca bir adım öteye varamıyor. İnsan ya kendine uygun bir yol bulmalı ya da yola uygun hale getirmeli kendisini; netice de ikisi de aynı yola çıkar diyeceksiniz. Yok öyle değil arada sıradağlar kadar fark var. Bu bahsi belki ilerde açarız. Burada muzipçe gülümsediğimi hatırlıyorum. neden bilmiyorum yaşıma göre akıllıca laflar ettiğimi sandığımdan olacak. Ah bir de midem gurul gurul feveran edip vurmasa aklımı, ya da şu çorak ceplerimde biraz para bitmiş olsaydı gör bak her şey nasıl da kolay olacaktı. Yani dünya yaşanır, yaz çekilir herşey yoluna girerdi. Nafile. Gökten helva ve bıldırcın eti de yağmaz ki artıkın. Ninem anlatmıştı. Musanın hikayesini. Başına bunca dert sıkıntı niye almıştı Musa analayamazdım. Sarayda mis gibi yaşamak, dilediğin çeşitte ve lezzette yemek yiyebilmek varken ne diye cedelleşirsin Firavun’la, Musa? !..Musa bu yalnızlıkta arkadaşım gibi yakınımda aha şuracıkta duruyor sanki. Aynı bankta oturuyoruz gibi. Neredeyese omuzu küçük omuzlarıma değecek. O denli yakın bana Musa. Sonra da huysuz, mızımız can sıkıcı şekva bir halkla sonu bilinmez bir yola düçar oldun öyle değil mi Musa?.. Hoş sonun selamet olmuş ama ben yine de bunca insanın öleceği sonu meçhul o kaçış yolculuğunda sersefil olmayı göze almazdım. Yani ben sen olsaydım sarayda kral gibi yaşar giderdim . Ama Ninem öyle demiyor, o seni tutuyor, seni övüyor... Musa zülme boyun eğecek biri değildi. O adaletin hükmünü yerine getirmek için bu dünyadaydı. Bazıları bunun için seçilir. Nine derdim, adalet ne uzun ne zor bir yolmuş. Öyle derdi gülümseyerek biraz da ciddiyetle gözlerimin içine bakarak, ne düşündüğümü sanki önemseyerek, “Sen olsan Firavun’un zulmune boyun eğerek, göz yumarak her çirkinliğine yine de huzur içinde yaşar mıydın sarayında ...Bir tek miden tok, sırtın pek?.. Ha söyle bakayım!? gerçek cevabımın onu üzeceğinden emin olduğum için; “Yok nine ben de Musa gibi yapardım.” derdim. Ninem başımı okşar memnun mesrur gülümserdi. “Aferin sana, aferin benim insan torunuma, aferin kuzuma... “ sonu gelmez aferinler sanırsın Musayım kavmini zorba Firavun’un elinden kurtarmış. Ben en çok aferin benim insan torunuma sözüne dayanamaz içten içe gülerdim. Ama belli etmezdim gülmemi yoksa fena halde kızardı bana ninem. Ne de olsa ninemin insan torunuydum. Yetişkinler anlaşılmaz şekilde ciddi ve alıngan olabilyorlar öyle beklenmedik anlarda üstelik. Bunu bilebilmek kestirebilmek hiç de kolay değilidi o yaşlarda. Belki karnımı bir güzel doyurabilirsem bu meseleye de tekrar dönebiliriz. Çünkü ben hala çok açım ve çaresizim. Başımı gayri ihtiyari kaldırıp Bayraklı’nın cam keskinliğindeki gergin göğüne akıyorum. Yukarıda bulutsuz bir mavilik sıcaktan gerilmiş sanki yarılacak gibi bir yerinden. Yağsa yağsa ölü bıldırcın yağar bu gökten üstüme...Neyse bir tren geliyor ters istikametten, kızgın ve öfkeli çıkardığı seslerden belli değil mi? seyt kemal sakan
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © seyt kemal sakan, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |