Tarih, hiçbir zaman orada bulunmamış kişiler tarafından anlatılan hiçbir zaman olmamış olaylarla dolu bir yalan. -Santayana |
|
||||||||||
|
O ise yorgun. Akşamı nerede, nasıl geçirmiş? Bunu da bilmiyoruz. Uzun mu uzun saçlar, boynundaki garip beyazlık, gözlerinin altında saklanan gizli torbalar, saçlar sarı unutmadan, boyu kısa, olsun, elleri titrek, yüzü de telaşlı. Ortalama değerde diyor sağ yanımdaki eleman. Ortalama değerler içerisindeyiz. Bu da bugünün dehşet verici söylemi olsa gerek. Yoksa çağımızın mı? Neyse. Biz, tüm dikkatini kısa boylu garson kıza veren, amaçsız üç kişi, hiç işimiz yokmuş gibi onu izliyoruz. Hava da giderek soğuyor, zincirlerini kıran, kapıları çarpan bir içedönüş sanki. Kimsenin içtenliği ortaya dökülemiyor. Dökersen eğer en ağır sözlerle cezalandırılırsın. Hâl yine böyle iken iğrenç şarkılar çalınıyor, biz çaylarımızı yudumlayıp olur olmaz şeylerden masallar anlatıyoruz. Olmayacak masalları, olmuşa çevirmede üstümüze yoktur. Masamıza doğru yaklaşıyor, hemen üç meraklı göz oluyoruz, masallar bir kenara bırakılıyor, onu izliyoruz. Çaktırmadan tabi. Nerede o yürekli adamcık olabilme. Birimiz dergisine gömülüverdi ki o da en yüreklimiz, ben çay kaşığını emmeye başladım, böyle durumlarda ekşi bir tat verir ya, severim onu. Diğeri de ne yapacağını bulamayınca karanlık bulutların getirdiği yağmurlara baktı. Elimizden bir şey gelmezdi. Ama üçümüz de gizli tasarılar içerisindeydik. Üçümüz de bundan emindik… Bu anın gizli kahramanlarıydık ve harekete geçmeliydik. Fakat bu kimsenin iradesi altında gerçekleşmemeliydi. Çaylarımızı içip çıktık. Soğuk yüzümüze çarpınca birimiz açık verip bir kız için, üstelik hiç tanımadığımız bir garson için… Üstelik o yer de iğrençti. Müzikleri hele bize hiç uymazdı. Bir daha da asla gitmeyecektik. Gidersek onu çağırmayacaktık. Köşeyi döndük, turuncu ışıklı sokak lambaları dar sokağı çevrelemiş, apartmanların beyaz pencereleri parlıyordu yerde. Üçümüz de bu yansımalara bakıyorduk. Suskunlaşıp neler yapabileceğimizi düşünüyorduk. Birbirimizden bunları sakladığımız için, birbirimizden ve kendimizden tiksinip utanıyorduk. Ama aklımızdaki o düşünce bizi rahatlatıyor, adilane boş verişlere doğru hareketlendiriveriyordu. Sahi neydi o düşünce? Kimsenin bir başkasını düşünmemesi… Başka ağızla da arkadaşının kızına yazma kuralı. Umurumuzda mıydı? Caddeye çıktık. Çürükleri donduran o iğren rüzgar peşimizdeydi. Birkaç sokak sonra ayrılacaktık, ayrıldığımız anda herkes kendi kahramanlığını çağıracaktı. Bu çağrılacak olan şey kimde en uzakta ise bu savaşı o kaybedecek, ömür boyu susma hakkını elde edecek, bulduğu ile yetinip köşesine çekilecekti. Hayvancaydı. Farkındaydık. Her şey biran hayvanca olabildiyse o masalı kime anlatacaktık ki? Ayrıldık. Soğuğun ve karanlığın içinde şaha kalkmış düşüncelerle birlikte kaybolduk. Kaybolmalıydı kahramanlık. Kahramanlar ise kıçları buz tutarak soğuğa düşmeliydi. Ama ben. Kahraman değildim ki. Ben durdum. Soğuk havayı sigaramla içime çektim, hafif öksürünce ağdalı cümlelerin esaretinden kurtuldum. Ruhum kıvranıyordu, karanlık bir duvar bana bakarken üç beş kedi geçip gitti önümden. Onları ilk defa bir arada görünce başka şeylerin de anlaşılmaz tasarılar içerisine girdiğini düşündüm. Sağ elimi cebime sokup bizden ya da benden en son ayrılan elamanın, özür dilerim, kahramanın peşinden hızlı hızlı yürümeye başladım. Kahramanımız tanıtılmayı hak eden, kendisinden söz edildiğinde yavaşça doğrulup kulak kabartılan kişilerden olmasa peşinden gitmezdim. Sıcak evinde muhteşem bir kahramandı o. İyi yemekler yapar, içmeden, eğlenceden söz açarsa dinlenen biriydi. Üçümüzü de tartıya koysalar onun dikkati ilk çeken çilek olacağınız ikimiz de biliyorduk. İkimizi düşününce ürktüm, arkamsıra uzanan apartmanların karanlık sokaklarına baktım, benden başka kahraman avcısı ya da sözgelimi gözetleyicisi yoktu... Hata yapmıştım? Olasılıkları iyi değerlendirmeden, içgüdülerimin iradesiyle sokakları mükemmelce aşıp kahramanımızın evine gelmiştim. Buraya kadar her şey harika… Ama ilk saldırı kimden gelecek sorusunu hiç sormadım. Tarttım kendimi. Kendim değildim, diğerini düşünmek kendimi düşünmek kadar zor olmadı. O da olamazdı. İlk potu o kırmış, savaş meydanında ilk açığı o vermişti. Hem aramızdaki en belirgin çilek kimdi? Sigara yakıp bekledim. Korulukları camdan bir durağın ıslak bankına oturup sağ çaprazımdaki apartmana baktım. Bizimkisi ışıkları yenice yakmıştı. Düşündüğüm gibi hareket ediyorsa az sonra banyoya girip hafifçe çalışma yapacak sonra da giyinip bekleyecekti. Karşı kaldırıma geçtim. Arabalar sıralanmış bekleşiyordu. Bir sigara daha yakıp sabrımı ölçmeye başladım. Apartmandan çıkan yoktu. Seçenekleri düşündüm. Zora düşersen seçenekler iğrençleşirdi. Ya o kızın başka bir kahramanı var ise? Kimse bunu düşünmedi. Oysa olasılıklar bizim gibilerin düşünmesini sağlayan hatta tahammül gücünü arttıran şeylerdi. Kabanımın fermuarını boğazıma kadar çektim, uzun saçlarım gözümün önüne döküldü, ellerimle geri ittim. Kahramanımız gergin bir kapı açılışı ile dışarıya çıktı. Hemen karanlığa gömüleyim derken ayağım takıldı. Arkamdaki boş arazinin kenarına düşüverdim. Kahramanımız kaybolup gitti… Üstüm başım çamurlara bulandı. Evine giden yaşlı bir amca yanıma gelip halimi hatırımı sordu. Gücenmiştim. Amcanın iyilik meleği mendilini alıp yüzümdeki ıslaklığı sildim. Amcaya teşekkür edip hızla uzaklaştım. Aptalca bir işin peşinde olduğumu anlamıştım. Yağmur diner gibi olup tekrar başladı. Yürürken evime sapacak yolları düşündüm. Sıkılmıştım. Masal iyice berbatlaşmıştı. Hevesleniverdim. Öyle nefessiz bırakan sıkıntının içinden aniden çıkınca her şeyin aslında şimdi, bu iğrenç sıkıntının patlayıvermesi ile güzelleştiğini anladım. Daha da sert olmalıydım ama. Akıllılık edip yolumu kolaylaştıran sokağa sapıverdim. Kafeye doğru hızlı hızlı yürüdüm. Tekrar düşününce evet dedim. Her şey bokun üstünde iken güzelleşiyordu. Ne de olsa bu sadece benim masalımdı… Daha da sert olmanın, acımasız olmanın vakti geldi çattı. Kahramanımız tüm aleniliğiyle kafede oturmaktaydı. Köşe masalardan birine de ben çöküverdim. Kimdim ben diye düşüncelerin içinde at koştururken kahramanımızın garson kızımız ile hafiften işe giriştiğini gördüm. Tiksindim… Bir şeylere geç kalmışlık, bir şeyleri de unutmuşluk hissinden nefret ediyorum. Ve nefret ettiklerim neden tamamen karşımda, özellikle burnum ve hayalarımın karşısına geçip benimle dalga geçiyordu? Televizyonda başbakan konuşuyordu, dalganın kırıcılığını anlayabilirdiniz. Bu arada kahramanımız da işine bakıyordu. Kalkıp girişmek istedim. Masalın berbatlaştığı bu yerde kahramana saldırmak ne denli heyecan verici olurdu acaba. Denemeliydim. Ayağa kalktım, kasıklarım masaya çarptı, çay bardağı devriliverdi...
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © niyazi bircan, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |