..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
Hala çevrende bulabileceğin güzellikleri bir düşün ve mutlu ol. -Anne Frank
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > Öykü > Deneysel > niyazi bircan




2 Ağustos 2010
Ölümlüler  
niyazi bircan
Adamın biri o günün tanrısı olarak belirlenen bir gize, öldürdüğü sinekleri adayacak. Başkaları ise bu durumu görüp sinsice gülecek ve diyecekler ki “ deli!” . İki hecenin içine sıkışacak şehir dediğimiz metal soysuzluk. İffetli bir dulun ağzından çıkan yalan ile de kendi tanrısına adadığı bir genci ölümlüler listesine koyacak, vakti gelince, evet ama şimdi, atılan yalanın izzet- i hakkı için, kızabilir tanrılar, bekleyecek koca şehir. Bekleyip sırasını savmadan ve şeytanlara kaptırmadan eline alacak ermemiş bir ömrü. Hep birlik bir gecenin esrarında kutlayacaklar, yolcusu, kerhanecisi, kargası, düzenbazı…


:AGEC:
Aslında çok sessizdiler.

     Bir gün içlerinden biri bir yalan söyledi.



Genç sağrılı bir at…

Şımarık bir kedi…

     
     Kızıl bir güneş doğuyordu. Tatlı ya da kâbuslarla dolu uykusundan sıyrılarak gözlerini aralayan kent, uyuşukluğunu göstermemek için içindeki tüm lambaların fişini çekivermişti. Apartmanlarından, parklarından, kaldırımlarından iç damarlarına doğru akmaya başlayan insandan ya da bazen metalden kanıyla gözleri kızarmış; kimi yerinde uykusuz bir orospunun çığlığı ile kimi yerinde de umarsız bir sarhoşun yalpalaması ile kendi uykusunu almış bir şekilde ellerini dizlerine dayayarak ayağa kalkmıştı.

     Saatin çalmaya başladığını mı yoksa artık son kez mi çaldığını bir türlü kestiremiyordu. Caddenin kavşağında yerlere serilmiş bir semt kalbi tak- tuk atarken çevresinden dolaşırsa işe geç kalmanın endişesini bir gün yerle bir edeceğinin hesabını yapıyordu. Kalbin ansızın paramparça olduğunu gördü, hızla doğruldu saat altı kırk beşten almış başını ellilere doğru sağ salim ve yavuz bir hızla ilerliyordu. Elini alnına bile koyamadan pantolonunu giymeye koyuldu. “ Eyvahlar olsun” diyordu bir iç ses. “Bu defa kesin atıldın. Çayın altı yakıldı mı, şekerlikler atıldı mı, hayır lan önce masalar silinecek, silindi mi? Hayır! Hayır! Hayır! Atıldın anam, zaten okul da boka sardı. Haydi, geçmiş olsun…” Koşar adımlarla merdivenleri iniyordu. Apartman kapısına henüz çıkmıştı ki aklına yan odada mışıl mışıl uyuyan ev arkadaşı geldi. Nasıl da kıskanıyordu onu, nasıl da imreniyordu onun horuldayan uykusuna… Ara sıra koşarak, ara sıra da koşar adımlarla caddenin ucundaki durağa gelecek otobüse yetişmeye bakıyordu. Sinirli ve şaşkındı. Tek tük insan kalabalığını hızla geride bırakırken onlara da neredeyse her sabah imrendiğini, kendisinin de ne zaman böyle telaşsız adımlarla işe gideceğini sorguladığını sezinledi. On dakika… On dakikaya oradaydı, olsun. Her sabah neden geç kalkıyordu ki? Hayır, her sabah değil. Genellikle cumartesi, salı, perşembe ve yine cumartesi bazen de ne cumartesi, ne salı; cuma, pazar, pazartesi, salı… Sorunu biliyordu. Geceye kalan ve hocanın gevezelikleriyle uzadıkça uzayan o üç günün ertesindeki günlerin sabahı.” Çocuklar ders yarın değil, ondan sonraki gün yine aynı saatte. OROSPU… Zaten o gün geç kalmıştı, ne diye ertesi güne… Hem sonra o bitmez öyküler, kişisel gelişim zırvaları, yine öyküler, uyku git uyku, gözler kapanır, dünya sarsılıyor gibidir. Yanındaki arkadaşı omzunu sarsar oysa: “ Şii! Uyan lan hoca geliyor. “

     Güç olmadı. Durağa otobüsten önce gelebilmişti. Aslında bu çoğu kez böyle olurdu. Artık alışmış sayılırdı. Damağında önce balgamla birleşip sonra kuruyan tükürüğün garip tadını hissedince elini gömleğinin cebine daldırdı boş, pantolonun sağ ve sol cepleri boş, arka cep boş, burnunun dibinde hain bir sinek kanını içmek için deli gibi dolanıyordu, bir eliyle sineği kovmaya çalışırken diğer eliyle boş olduğuna inanamadığı cepleri üçüncü defa kurcalıyordu. Durakta oturan iki amca bir teyze merakla kendisine bakıyorlar, içlerinden biri bir şeyler söylemek istiyormuş gibi dudaklarını oynatıp kafasını uzatıyordu. O ise bulamadığı sigara paketini karşısında dikiliyormuş gibi hayal ederek sessiz sessiz küfür ediyordu. Sineği de hallettikten sonra durağın camına ellerini cebine sokup dayanmaya başladı. Bankta oturan ihtiyarlara baktı, kenarda oturan kadın dudağını ısırarak kendisini izliyordu, çantasını şişman karnının en güvenli yerine çekip sıkıca tutmaya başladı. Diğer iki ihtiyar da birbirlerine kısaca bakıp onu izlemeye başladılar. Az önce hakkından geldiği sineğe benzer başka bir sinek daha amansız bir saldırıya geçmişti. Söve söve uzaklaştırdı sineği, ah bir sigara olsaydı; eli kolu tutmuyor gibiydi. Saatine baktı, otobüs henüz gelmemişti. Aslında çoktan gelmesi gerekirdi. En azından iki haftadır hiç bu vakte kalmamıştı. Ama o şüpheler yok muydu? İnsan, her şeyine yabancı olduğu bir şehrin içinde acele bir yaşam sürdürüyorsa alışması, her şeyi yoluna koyması zorun da ötesinde bir işkenceye dönüşüyordu. Örneğin otobüsün geç kalması… Bir örf, gelenek ya da alışkanlık vardı bu işin içinde. Şehrin, kasabanın ya da semtin birinde bir durakta; otobüslerden biri mutlaka gelmesi gereken süreden daha geç gelirdi. Buna kızılırdı, daha erken gelmesi gereken daha da erken gelirse işte buna da kızılırdı. Fakat bu geleneği bilen, bu geleneğe göre yaşayan amcalar ve teyzeler çoğunlukta olmak üzere, küçük bir topluluk da vardı. Selam verilmekten çekinilmeyen, artık bir zararı olacağına ihtimal vermeyeceğimiz kişilerden oluşan sessiz bir topluluk…

     “Otobüsü mü beklersin ay oğul?”

Çevirip başını kafasını salladı. Yaşlılar birbirlerine baktı.

Kadın:      

     “ Nereye gediyordun sen?”

     “ Çeşme’ye”
     
     “Getti o. Öteki durağa yetiş. Sen gelmeden eveli getti, varıve, seğirt!”

Kalın bir kütlenin kopuverdiğini, içlere daha da iç boşluklara amansızca düşerken usa inen bir korkunun nasıl da endişeye dönüşüverdiğine uykusunu bitiren ya da yitiren koca şehir şahit oldu. Koşuyordu. Bilmediği bir durağa doğru, İhsan’ın ağzından kurtulmak, kötüsü gelirse işinden olmamak için var gücüyle koşuyordu. Dedesinin sağrılı kısrağı geldi aklına: “Aklına tüküreyim Behman, başına açtığın işlere bak, hay aklına tüküreyim, aklına…”



     Zarafetini kaybetmiş biri.      


Beyaz çizgileri saymaya çalışıyorum. Bir elimde direksiyon bir elimde telefon, dünya, hayır, gayet de umurunda değiliz. İletim gelmiş: Doğum gününüzü kutlar, nice sağlıklı ve başarılı yıllar dileriz, kalan bakiyeniz. Sıçayım! Işıklara geliyoruz, arkamdakiler de öyle, aynamdan görebildiğim kadarıyla, yalan söylüyorum, aynadan kimseyi gördüğüm yok, hayır yine yalan söyledim, çünkü düşünüyorum. Işık. Doksan saniye, eksik olmasınlar koca şehri tek bir renkte tutabiliyorlar. Ama olmaz. Cam silen gençler yok. Olmamaları bir bakıma iyi ama hayır… Bu oyunun eksik yönleri var ha şehir? Gören de deli mi bu diyecek? Efendim, güzelim, bu deli olsa ne işine yarar? Bu ve bu gibileri bırakınız rahat rahat sıçabilmeyi öğrensinler. Dönemeçler dönüyoruz, küçücük tümsekleri aşarak. Vay anam, vay! Korna üstüne korna! Ne var be piç kurusu? Araba kullanıyoruz diye çükün mü kalktı? Hay kornana! Basıyorum gaza, üzerime geliyor koca binalar. Şimdi bunlarda, bir sürü sekreter de çalışıyordur. “Alou! Fehmi Gündenkaydı’nın ofisi, ao hayır şimdi kendileri yok –kendileri!-, a tabi neden olmasın. İsminiz neydi? Hıhım, hıhım, yazdım peki…” Yine dönemeçler, koca binaların önlerine dikilmiş yine koca binalar. Hepsini yıksak, hayır yıkmasak? Kendileri kovsak, evet belki… Böyle yapınca da tat alamıyorum ki. Ne yapmalı? Hayır, bu soru daha önce soruldu. E bakalım Özlemmm! Ne yapmalı? Sorular, sorular! Oysa bugün izinliyim. İzinli olmak, nefret ediyorum. Çalışmalıyım. Bunu onlara, o kendileri denilen adamlara anlatmak güç, hemen konuşurlar, hemen gülüşürler, kendi kıçımın biraz daha fazla çalışmasına –ki bu tamamen o orospu çocuklarının yararına olan bir durumdur, evet ayna kuklası sen de bunu onayladın- izin vermedikleri gibi de ahkâm keserler. Akıllarınca efendim, iş saati bu, yol saati bu. Sadece iş yerindeki sürtükler de değil, bu koca şehir bile güler bana. Al işte, vın diye geçip giden şu motosikletli genç, çarpıp sorsak, başka türlü durmaz, desek ki izin gününü seviyor musun? Allah’ıma bin şükür, çalışıyoruz…” Yahu sana izin gününü seviyor musun dedik, ne diye Allah’a yalakalık peşindesin! “ Gibi olabilir mesela, ayna kuklası buna da başını salladın ilk firende keserler misinanı ona göre. Kendimle kazanımım yokmuş, peh! Ne cümle be arkadaş... Kendimi sevemez miydim? Hayır, durun orada. Kelimelerin harfleri eksiliyor, kanatlanıp uçamıyoruz işte. Anlamıyorlar oysa… Karnım aç, dün öğleden beridir ağzıma tek bir ekmek kırıntısı dahi girmedi. Herkesin bildiği taraflı bir yer bulmalı. Yaşamaya, öldürmeye, kahrolmaya uygun ve bunlara taraf olan insanların olduğu bir yer. Dikkatini çekerim ayna kuklası insan dedim. Olamaz efendim. Uzun burunlu yavşak yalan söylemiş, sana et kemik olacak ağacı kökünden kazıyıp yaktılar. Aklın varsa ücretini sorma. Yetim bir gecekonduda iki ayda kül oldu can-ı elmasın. Haydi uğurlar ola. Kim bu çocuk? İşeyecekmiş gibi de bir hali var. Camı aç!

     “Ne var?”

     “Beni Çeşme’ye bırakabilir misiniz?”

     “Niye? Onca otobüs var?”

     “Otobüsü kaçırdım. Diğerini beklersem işten atılırım.”
     
     “Kaçırmasaydın. Atılırsan ölmezsin korkma.”

Basar gaza geçer giderim kukla! İşten atılırmış. Atıl ulan! Sinirlendirdi beni. Sinirlenince erkek olurum, sinirlenince…      
     

     Şehir.

Adamın biri o günün tanrısı olarak belirlenen bir gize, öldürdüğü sinekleri adayacak. Başkaları ise bu durumu görüp sinsice gülecek ve diyecekler ki “ deli!” . İki hecenin içine sıkışacak şehir dediğimiz metal soysuzluk. İffetli bir dulun ağzından çıkan yalan ile de kendi tanrısına adadığı bir genci ölümlüler listesine koyacak, vakti gelince, evet ama şimdi, atılan yalanın izzet- i hakkı için, kızabilir tanrılar, bekleyecek koca şehir. Bekleyip sırasını savmadan ve şeytanlara kaptırmadan eline alacak ermemiş bir ömrü. Hep birlik bir gecenin esrarında kutlayacaklar, yolcusu, kerhanecisi, kargası, düzenbazı…


Tanrı adakları.

“Abi voliyi çevirmiş orospular.”

“Akşam sendeydiler demek?”

“Yok abi, İhsan’ın oradalardı. Salim sızmış, dedim siktiret. Atladık şimdi bunun arabaya tamam mı? Hasan tutturdu birer bira alalım. Neyse açık tekel arıyoruz. Bilader nah götüm kadar büyük şehirde açık tekel mi olmaz ya. Neyse bulduk birini. Tekelci de uçmuş anasını satim. Adam kurmuş düzeneği bilader. Yattığı yerden otunu çekip parasını alıyor. Kafa bi abi ha! Neyse aldık biz biraları. Buz gibi, rus karıları var ya onun gibi. Tabi boş değiliz, mallar sağlam. Gittik karıların yanına. İhsan piçi karının birine bağlamış ipi çeviriyor da çeviriyor. Neyse karıştık aralarına. Sonra bunlar içtiler içtiler, karılar sıvışacak, lan dedim Hasan al getir ikisini, yolumuzu bulalım, mavramız şenlensin. Hasan gitti abi ama oh! Bakma güldüğüme, o ne koşturma öyle, lan oğlum Hasan dedim. İki gram için değer mi lan. Karılar da korkmuş, ah o İhsan yok mu? Ne piç kurusu çıktı. Zamanında az koşmadık ibnenin peşinden. Görsen abi, anası babası adam yerine komazdı bunu. Ah orospu çocuğu ah… Neyse abi. Çektim Hasan’ı o da kıl oldu İhsan’a. Dedim oğlum gel siktiret bize yem çıkmaz. Başka yerde kenelenelim. Hasan’ın eli kolu tek durmuyor, zorla arabaya çektim. Geçtim abi direksiyona otları da sarmışız. Biralar da buz gibi. İhsan’ın oradan da fındık fıstık çarptık. Abi bir çıkarsın yola. Daha yirmi metrede kafalar milyon. Böyle görsen camları açıp bağırıp çağırıyoruz. Açmışız müziğimizi. Siksen bi daha yaşanmaz. Neyse abi… Basıyorum gaza, dedim ya kafalar da milyon. Işıklar üzerime üzerime geliyor. Biraları da çekiyoruz ağır ağır. Hasan sızmış. Ulan dedim. Kalk itin oğlu! Kalk! Seninki yüzüme böyle bön bön bakıyor. Ne var lan ibne dedi bana. Tokat attım, Hasan’a hep vurarım böyle yavaştan. İbneliği tutsun diye. Çek lan sağa çek ibnenin evladı diye bağırıyor. Abi ne içtiysek… Neyse çektim sağa. Hasan başladı ibneliğe. Dansöz karıları gibi dans ediyor, bildiğin dansöz ya. Arabadan da şöyle oynak bir şeyler açtım. Güzel güzel oynuyor ibne.      

     “Ottan başka uyuşturucu var mıydı?”

     “Yoktu abi. Valla yoktu. Olanı da Hasan körükledi zaten.”

     “Size bulaşanlar?”

     “O orospu… Bilmiyorum abi.”

     “Hasan öldü.”

     ……

     “İhsan’ın işi mi bu?”

     “Abi…”

     “Ya?”

     …..

     “Hadi Hasan’ı geçtim. Ya o çarptığınız araba. Arabada kaç kişi olduğunu biliyor muydun?”

     “Bilmiyordum abi. Arabayı Hasan kullanıyordu. O piçler Hasan’a şey yapınca, biz de peşlerine düştük abi. Hasan kudurdu, kafalar da milyon. Gözümüz hiçbir şeyi görmüyordu abi. Sonra duyulursa…”

     “Ne yapacaktınız yakalasaydınız?”

     ….     

     “Öldürecek miydiniz? “

     ….

     “Çarptığınız araba dört takla attı. İçinde bir kadın bir erkek vardı. Özlem Suran, Behman Sonzamancı. İkisi de öldü. Hasan da öldü. Gece alkol, uyuşturucu alıp sabaha kadar adamları aradınız. Sabah da o arabaya çarptınız. Doğrusu bu mu? Söyle. Hasan da öldü. “
     


     

Ve çığlık çığlığa bir şehir…


İkiağustos.



Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.


 


İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.


Yazarın öykü ana kümesinde bulunan diğer yazıları...
Yetenekli Kaybedişler Adına - 1 -
Jointy
Gorki"nin Çocukları
Bavul
Yayla Öyküleri
Sokağımda
Yayla Öyküleri – 2

Yazarın diğer ana kümelerde yazmış olduğu yazılar...
Yağmur Alışkanlıkları [Deneme]
Akşamüstü ve Gölgeler [Deneme]


niyazi bircan kimdir?




yazardan son gelenler

 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2024 | © niyazi bircan, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.