Bilen sever. -Leonardo da Vinci |
|
||||||||||
|
Benim sokağıma ulaşabilmek için içi ten dolu araçlara gerek duymazsınız.Bizim sokağın hikayesine ulaşabilmek için; karanlığın otomatik bir lambayla kaybolduğu apartman merdivenlerini, boş arsaları, korna çığlıklarını, yürüyen çanta ve kitapları, başıboş müzikleri, tuşlanarak gönderilen sevgi sözcüklerini itina ile geride bırakmalısınız. Sokağım. Anahtar deliğinde yalnız bırakılıp üstüne kilit vurulmuş güvenceli düşleri kabul etmez. Derileri boyalı, tenleri ütülü, hayatı sayılara dökülmüş bir çantanın içinde bekleyen, dosyalanan, üzerine koşullu imzalar atılan düşünceleri de içine almaz… Önce, hesaplaşmanın kanlı zaferinde yenik düşmeniz gerekir. Elleriniz pislik içinde, yüzünüz çizikli, gözleriniz ağlamaklı, titreyen beyniniz, adım atamayacak hale gelen bir bedeniniz olmalı. Ben dediğiniz şeyin aslında şey olmaktan ileri gidemediğini çarpık çurpuk da olsa anlamalısınız.Sonra mı? Onu merak etmeyin, kendiliğinden düzelir her şey. Düzelir ve siz bilmediğiniz o şeye, gerçekliğinize, geri dönersiniz. Anladınız mı bilemem. Size sokağımın yolunu tarif ettim. Nerelerden gelinir, nerede sağa ve sola aynı anda sapılır, nerede durulur durulmaz savaşa koşulur… Hepsi bir bir yazılı. Karar verdiniz mi? Bakın ben edilgenlik delisi biri değilim, burada kimse öyle değil. Olamazlar da. Karar verdiyseniz, bıraktıysanız tüm edilgenliklerinizi… İzninizle, sokağıma dönüyorum… Benim Sokağımda; Parçalandıkça kenetlenen insanlar vardır. Sokağımda mesela postacılar, işsizdirler. Bu sokağın kaldırımında yaşayanlar birbirlerine harfler kadar uzak değillerdir. Boyu arşa kadar yükselen arsız binacıkları göremezseniz korkmayın, sizi karşılayacak bir virane bulunur. Burada öyle takım elbiseli düşmanlar yoktur, hayat kavgasında ağır darbe alıp abandone olmuş erkekler vardır. Oysa onlar hiçbir zaman kahraman olmazlar, öyle de bir amaçları yoktur, bilirim. Burada yaşayanlara romantik diyemezsiniz, gerçekçiler kadar ütopik olacak hikayelere sahiptirler. Benim sokağımda, yani baktığım pencereden görünen bu şey eğer gerçekse; Vakitsiz öten horozlar, çöplükler, kutsanan ya da henüz kutsanamayan çöplükler, kirli kaldırımlar, ağrısız adamlar, dilsiz kadınlar, kediler, köpekler, düşten uyanan sabah çocukları, sarhoşlar, evsizliğine üzülmeyen kimsesizler, köşedeki duvarın taşı, duvarın üzerindeki sarmaşığın yarısını kapattığı “burada” yazısı, çalışmayan saat, elektriğin geçmediği kablolar, güneşi sevenler, güneşten nefret edenler, mutlu olanlar, varoluşunu her sabah kutlamaktan bıkmayan insanlar… Bunlar, gerçekse eğer ve siz kendi gerçekliğinizin aldanışına kapılmışsanız; görebilirsiniz hissedebilirsiniz de… Sorgulayıp düşünmek sizlere kalmış. Unutmayın oradan bakınca ütopya halinde görünen bu yer, ben, onlar… Aslında ütopya olan, ulaşmakta zorlanılan sizlersiniz. Yarım kalacak diye korkmayın, devam edecek diye de umutlanmayın. Hayat, kilitlediğiniz hislerinizle açılacaktır.” Son mektubunu böyle yazmak isterdi. Oturuyordu, ayağa kalktı, sandalyeyi eski yerine koydu, pencereye döndü, uzak apartmanların sisli çatılarına bakıp umutsuzluğuna üzüldü. Bir süre öylece bekledikten sonra işçilerin ayaklanışını okuduğu kitabı eline aldı. İlk sayfasını çekip kopardı, dikkatle katlayıp cebine koydu. On dört kilitle donatılmış kapının tüm kilitlerini güvenceli bir hisle çevirip anahtarları halının altına sakladı. Biliyordu. Öyle bir mektup yazmış olsaydı son cümlesini daha düzgün yazardı. Yapabilirdi, ama yapmadı. Ama o son cümle hep aklındaydı. Kurgusal zekasının ani bir ihanetle yerlere serilen kelimeler, noktası virgülüne girmiş çarpık cümleler… Hepsi ama hepsi ipi yukarıya savururken, hınçla atılmış bir bağı ölüm için kontrol ederken, aklının bir köşesinde öylece beklemişti. Fakat umursamadı. Durup düşünmek yerine salona gitti, radayoyu açıp odaya döndü, perdeleri sonuna kadar itip bulutların içinde yavaş yavaş beliren güneşi fark etti. Sandalyeyi odanın ortasına koydu, üzerine çıktı. Bedeni başından kayıtsız sallanırken anlayabileceği şeyleri düşündü. “Tamam, işte oldu” diyen bir hissin aceleci yargısıyla aşağıya inip masadaki boş kağıda;”Hayat, kilitlediğiniz hislerinizle açılacaktır.” cümlesini hızla yazıp yine aynı hızla cümlenin üzerine tam ortasından başlayan kalın bir çizik attı. Cebindeki kitap yaprağını da çıkarıp kağıdın kenarına koydu. Gözlerinin önüne dizilen saçlarını geriye atıp; “Saçmalamayın. Güneşi seçin” yazdı. Sandalyeye çıkıp, bulutların arasından çıkan kış güneşini, telaşsız uçuşan kargaları gördü. Önce gülümseyip sonra sessizce tekrar etti: “Güneşi seçin”
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © niyazi bircan, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |