Yedi iklim dört köşeyi dolandım / Meğer dünya her tarafta bir imiş. -Dadaloğlu |
|
||||||||||
|
Kırk tilkiye cirit attırıp, kuyruklarını da birbirine değdirmeyen insanlara bakılırsa Ulvi’nin ya otlağı küçüktü ya da hayvanları büyüktü. Çünkü hiç bir ayrıntıya kafasını yoğunlaştıramıyordu. Bu da onda uyumsuzluk sorunu yaratıyordu. Dededen kalma mal ve mülkü yoktu ama umarsız, duyarsız, kaygısız, ahlaksız gibi hak etmediği pek çok söz, babasından yadigâr olarak kalmıştı. Hem de diğer kardeşlerine paylaştırılmadan. Zaten babasının onu ayırmadığı tek şey de buydu. Hakaret! Dört duvarın birbiriyle buluştuğu köşelere ağlarını kuran örümcekler dışında evini paylaştığı tek bir canlı yoktu. Etrafındaki eşyaların üzerindeki toz kalınlığı neredeyse nefes almasını engelleyecek kadar yükselmişti. Gri toz, eşyaların orijinal renklerini kar tabakası gibi saklamıştı. Sallanan ayaklarının üzerinde zar zor durmaya çalışan ahşap bir masa, kendini güçlükle aydınlatan ampul, kel kalmış bir halı ve kapı kenarında nöbetçi misali dikilen çalı süpürgesinin arasında zamanla kendini de bir eşya gibi görmeye başlamıştı. Şimdilerde su saatinden farksız çalışan kalbi gençliğinde büyük bir aşkla atıyordu. Herkesin ne buluyorsun bu çirkin kızda dediği Oya’yı çılgınca seviyordu. Ona; dünü, bugünü ve yarını gözüyle bakıyordu. Bu sevda; ne yazık ki büyük bir heyecanla girdikleri üniversite sınavı sonrası bitivermişti. Başkalarının canını kurtaracak bir mesleği seçen cananı, Ulvi’yi terk ederek adeta canına fatiha okumuştu. Ulvi, sınavda barajı bile geçememişti. Oya’nın aniden terk edişi, sınavı kazanamayışı, ailesinin hor görüşü onu iyice hayattan bezdirmişti. Elini attığı her iş sanki lanetliymiş gibi başarısızlıkla sonuçlanıyordu. Serbest meslek şemsiyesi altında kâh sigortalı kâh sigortasız çeşitli alanlarda hizmet vermişti. Zor bela da olsa nihayet emekliliği hak etmişti. Bunu hayatındaki tek büyük zaferi olarak görüyordu. Kimseye muhtaç olmadığı için Allah’a şükrediyordu. Ama son günlerde içine düştüğü yalnızlık çemberinin gün geçtikçe kendini daha da içine aldığını hissediyordu. Belli bir süre sonra hisleri de nasırlaşmaya başlamıştı. Kapalı gözkapakları, zorlanan dış kapının sesi ile birlikte bir anda açılıvermişti. Hiç kıpırdamadan gözlerini kapıya odaklamıştı. İçeriye uzun bir gölge düşmüş ve kapıyı yavaşça örtmüştü. Adım adım yaklaşıyordu. Yüzünü seçmek için gözlerini kıstı fakat adamın taktığı maskeden dolayı hiçbir şey göremiyordu. Karanlığın içinde bir görünen bir kaybolan bıçak, ay gibi parlıyordu. Adamın nefesini bile hissedebiliyordu. Boğuk bir sesle konuştu. - Yapayalnız bir ihtiyarsın! Yeni emekli olduğunu biliyorum! Bana sıkıntı yaratmadan sökül paralarını! Nerede saklı? Sen mi söylersin yoksa ben mi arayayım ha! Hadi uğraştırma beni! Yoksa bankada mı? Ulvi, kazağından çekiştiren hırsıza gülümseyerek baktı. - Dur hele! Uzun zamandan beri evimi ziyaret eden bir Allah’ın kulu olmadı. Şaşkınım! Hatta deli mi bu diyeceksin belki ama sevinçliyim biliyor musun? Adam, “benimle kafa mı buluyorsun? Kes sesini ve paranın yerini söyle? Buraya seninle duygusal saatler geçirmek için gelmedim! Ben hırsızım pis ihtiyar! dedi dişlerini sıkarak. Ulvi, koltuktan yavaşça doğruldu ve cevap verdi. - Yalnız bir şartım var! Ben sana parayı vereceğim ama sen de beni öldüreceksin! Anlaştık mı? - Bela mısın sen be! Ben katil değilim! Sen zaten bu kokuşmuş evde uzun süre yaşamazsın! Kendi kendine geber! - O zaman söylemiyorum! Ne yapacaksın bana? İşkence mi? Adam bir süre düşündükten sonra “tamam” dedi kısık bir sesle. Ulvi’nin bir anda gözleri parlamıştı. - Para bankada! Yarın çeker sana veririm. Ama sonra buraya geleceğiz. Ben, evimde ölmek istiyorum. Adam kafasını iki yana salladı. - Bunca yıldır bu işlerin içindeyim ilk kez böyle bir şeyle karşılaşıyorum. Peki beni polise yakalatmayacağın ne malum! Bu gece senin misafirim olacağım! Sabah bankaya birlikte gideceğiz anlaşıldı mı? Hem Ulvi hem de hırsız sabahı zor etmişlerdi. Bankaya varıncaya kadar her şey planladıkları gibi olmuştu. Ulvi, bankada kendisine uzatılan evrağı imzalamış ve vezneye giderek bütün parasını çekmişti. Dışarıya çıktığında gözleri bir gece önceki konuğunu aramıştı. Fakat adam yoktu. İçinden “Kendince haklı? Polise ihbar edeceğimden korkuyordur!” diye düşündü. Eve gelinceye kadar pek çok kez arkasını dönmüş, çevresine bakınmıştı. Evinin kapısının önünde nihayet adamla burun buruna gelmişti. Elindeki çantayı hırsıza uzatırken parlayan gözleri bir anda sönüvermişti. Çünkü adam sözünü tutmamış ve çantayı aldığı gibi kaçması bir olmuştu. Ulvi’nin omuzları bir anda çökmüştü. “Güvenebilecek bir dostum olmasını ne çok isterdim. Hem de ölümüne!” diyordu umutsuz yüreğiyle. Aysel AKSÜMER
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Aysel AKSÜMER , 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |