Müzik söylenemeyeni, ama sessiz de kalınamayanı anlatıyor. -Victor Hugo |
|
||||||||||
|
Babası yaramazlığı yüzünden onu Ortaokula göndermedi. Ne iş bulduysa çalıştı. Hiçbir işte dikiş tutturamadı. En uzun çalıştığı iş inşaatçılık olmuştu. İyi bir usta olma yolunda hızla ilerliyordu. Tam iyi bir usta olduğunda askere çağrıldı. Bu işe en çok babası sevinmişti. Böyle avareleri ancak askerlik adam eder diyordu. İki yıl göz açıp kapatmadan bitti sanki. O artık çok değişmişti. Ne yazık ki babası onun askerlikten dönüşünü göremeden ölmüştü. Artık ailenin reisi de olmuştu. Bu yüzden hemen çalışmaya başladı. Annesi oğlundan çok memnundu. Birde onun mürüvvetini görsem diyordu. Diyordu ama oğluna bir türlü kız beğendiremiyordu. Komşularının kızı evleniyordu. Oğluna Bak oğlum komşumuz bizi kızlarının düğününe davet ettiler. Hadi sen de gel benimle. Orada kasabamızın tüm kızlarını görebilirsin. Belki biri gönlüne düşer de seni de evlendiririz. Boş ver be anne, bu zamanda evlenmek akıllı adam işi değil. Neden oğlum, bu evlenenlerin hepsi akılsız mı? Kazaya uğramışlardır anne. Oğlum benim bir ayağım çukurda. Bu dünyadan göçüp gittiğimde seni kim çekip çevirecek? Aman anne ağzından yel alsın. Sen gittin mi benim halim ne olur? Hadi bakalım güzelce giyin. Her işte bir hayır vardır. Bakarsın bu düğünde düşüncelerin değişir. Annesini kırmamak için isteksizce giyinmeye gitti. *** Yakın komşu olduklarından önlerden bir yere buyur edildiler. Bu nedenle dans edenlere çok yakındılar. Kız kıza dans edenler vardı. Bunlardan bir tanesi dikkatini çekti. Harikulade güzel bir kızdı bu. Bu kıza karşı yüreğinden ılık ılık bir şeyler aktığını hissetti. “neden bu kızı daha önce görmedim”diye geçirdi içinden.Gözlerini kızdan ayıramaz oldu. Bir ara göz göze geldiler. Gözler biri birlerine kenetlenmişti sanki. Bir türlü biri birlerinden kopamıyorlardı. Müzik durduğunda dans edenler yerlerine geri döndüler. Ne güzel bir rastlantıydı bu, o güzel kızın gelip oturduğu sandalye en fazla iki metre uzaklıktaydı. Yine göz göze geldiler. Bu durumda ne yapması gerektiğini bir türlü kestiremiyordu. Yanına gidip konuşma olasılığı yoktu. Dans bilmediğinden dansa davet etmesi de olası değildi. Yine göz göze geldiklerinde önce parmağıyla kendisini, sonra da kızı gösterdi. Sonrada sol elinin baş ve işaret parmağıyla bir yuvarlak yaptı. Bu yuvarlağı sağ elinin yüzük parmağına geçirdi. Bunun anlamını tüm gençler bilirlerdi. Anlamı ben seninle evlenmek istiyorum. Kız başıyla olur işareti verdiğinde çıldıracak gibi olmuştu. Annesine dönüp kızı gösterdi. Annesi o ana kadar kıza dikkat etmemişti. Kızı görünce güzelliğine hayran oldu. Oğluna Ne güzel bir kız bu dedi. Gelinin olmasını ister misin? Hangi anne böyle bir gelini olmasını istemez ki? Ne zamandan beri evlenmem için ısrar ediyordun. İşte sana bir gelin adayı. Az önce işaretle seni istemeye geleceğiz diye işaret ettim. Tamam dedi. Kimin kızı bu biliyor musun? Hayır anne ben de bilmiyorum. Sen hele dur bakalım. Ben şimdi onun kimlerden olduğunu öğrenirim diye kalktı. Gelinin annesinin yanına gitti. Kızı gizlice işaret ederek kim olduğunu sordu. Komşu kadın belli etmemeye çalışarak, kızın olduğu tarafa baktı. Gösterilenin kim olduğunu hemen anladı. O bizim damadın akrabalarından olur. Hayrola oğlun için gözüne mi kestirdin yoksa? Eh öyle gibi bir şey. Oğlumun da benim de çok hoşumuza gitti. Çok iyi bir ailenin kızı o. Hele şu düğünün yorgunluğunu üstümüzden atalım, beraberce kız evini ziyarete gideriz. Böylece kızı ev haliyle de görürsün. Hoşuna giderse hemen isteriz. Tamam. Benim oğlum da senin oğlun sayılır. Bunca yıllık komşuyuz. Yarım anne sayılırsın. İnşallah kısmet olur. Amin dedi komşu kadın *** *** Komşu evi kutlamaya gelenler yüzünden hiç boş kalmıyordu. Bu yüzden iki komşunun kararlaştırdıkları kız görme ziyareti için bir türlü fırsat bulamıyorlardı. Selim bu ziyaretin bir türlü gerçekleşmemesi yüzünden çıldıracak gibiydi. Annesine, Anne ne zaman gideceksiniz kızı görmeye? Bir başkasına kaptıralım diye mi oyalanıyorsunuz böyle? Yok be oğlum, komşumuz Zehra hanımın evi hiç boş kalmıyor ki. Hele şu ziyaretlerin arkası kesilsin. İlk işimiz oraya gitmek olacak. Zehra teyzeye sık sık hatırlat ki umutlarımız boşa gitmesin. Tamam oğlum, sen merak etme. En az senin kadar ben de istiyorum kız ailesiyle tanışmayı. Günler sonra kızın evine gittiklerinde evi kapalı bulmuşlardı. Kızın ailesi tütüncü olduğundan tütün tarlasındaki çardaklarına göç etmişlerdi. Çaresiz dönüşlerini bekleyeceklerdi. *** O yıl kurak geçtiğinden tütünler cılız kalmıştı. Bu nedenle hasat erken bitmişti. Kuruttukları tütünleri kışlık evlerindeki depoya kaldırarak geri taşındılar. O sırada yakın komşularının aracılığıyla kızlarını elektrik tesisatçılığı yapan bir gence söz kestiler. Kız önce nazlanacak oldu. Düğünde görüp beğendiği delikanlıdaydı aklı. Ne çare ki vefasız çıkmıştı. Oysa o düğün gecesi ne kadar da umut vermişti kendisine. O çok yakışıklıydı. Kim bilir kimi bulup unutmuştur beni diye düşündü. Unutmasaydı ne yapar yapar gelip bulurdu beni. Yeni kısmetini kabul etmekten başka çaresi yoktu. Bu nedenle peki demişti ailesine. Selim annesinin kız evine gideceğini öğrendiğine çok sevinmişti. Aklından hiç çıkmayan o güzel kıza kavuşmak için gereken ilk adım atılmış olacaktı. İçi içine sığmıyordu. Hele annesi bir gelse ve kendisine en güzel haberi getirse. Annesinin ağzından, Tamam oldu bu iş kelimelerini bir duya bilse. Annesi döndüğünde çok üzgündü. Oğluna öğrendiklerini nasıl söyleyeceğini bilemiyordu. Biricik oğlunun bu kötü habere çok üzüleceğini biliyordu. Hiç konuşmadan divanın üzerine oturdu. Selim merakla annesinin yanına gidip dizlerinin önüne çöküp ellerini tuttu. Anneciğim ne oldu sana böyle? Sorma oğlum. Nasıl söyleyeyim sana. Geç kaldık oğlum, hem de çok geç. Ne yazık ki kızı başkasına sözlemişler. Selim önce duyduklarına inanmak istemedi. Anneciğim ne olur bana doğruyu söyle. Vermek mi istemiyorlar, yoksa gerçekten başkasına sözlemişler mi? Evet oğlum sana doğruyu söyledim. Kızı başkasına sözlemişler. Selim beyninden vurulmuşa dönmüştü. Annesinin boynuna sarılıp uzun uzun ağladı. Annesi Yeter be oğlum nedir seni böylesine kahreden. İnsan bir düğünde gördüğü bir kıza böylesine bağlanır mı? Belki olmadığı senin hayrınadır dedi. Yok anne ben o kızı ilk gördüğümde aşık oldum. Onu delicesine sevdim. Geleceğimi hep onunla hayal ettim. Ondan başka kimse bana yar olmaz. Hele sen şu kollarını boynumdan çek. Yoksa boğulacağım. Çek ki rahat konuşayım. Selim annesinin boynundan kollarını çözüp yanı başına oturdu. Gözlerinde akacak yaşı kalmamıştı. Ağlamaktan kızarmış gözlerini annesine çevirdi. Anne, bilemezsin o kızı ne denli sevdiğimi. Bundan böyle yaşamak haram bana. Ne diyorsun be oğlum. O nasıl söz öyle. Amasya’nın bardağı, biri olmazsa biri daha diye boşuna söylememişler. Sen şöyle etrafına bak. O kız gibi daha nice kızlar var çevremizde. Annen kurban olsun sana. Sen yeter ki şu olsun de. Ne yapar yapar, istediğin kızı koparırım sana. Düğün ışıklarında çok abartmışsın o kızı. Kızı görmeye benimle gelseydin, inan bana, dürterdin beni vaz geç istemeyelim diye. Bir görseydin onu, yaz güneşi altında çalışmaktan marsığa dönmüş, kara kuru bir şey olmuş. İnan bana oğlum, anneciğin sana ondan çok daha güzelini bulur. Yeter ki benim bulacağıma he de. Yok anne, ben o kızdan başkasına ısınamam. Benim için evlilik umutları tükendi artık. Bir başkasıyla evlenmeyi düşünmek bile istemem. İnsaf be oğlum. Bir gece gördün onu. Bir gecede ne buldun o kızda. İnsan soyunu sopunu dahi bilmediği bir kıza nasıl aşık olur böyle? Bilmiyorum anne. O kız beni yıldırım çarpmıştan beter etti. Hadi bakayım, erkek adama ağlamak yakışmaz. Hele git elini yüzünü bir yıka. Açılmanı sağlar. Bundan böyle o düğün senin bu düğün benim. Senin için en güzel, üstelik en namuslu kızı arayacağız. Yok anne. O defter kapandı artık. Elimi yüzümü yıkadıktan sonra gidip yatacağım. Daha erken be oğlum, bu saatte yatılır mı? Uzanıp düşüneceğim anne diyerek avludaki tulumbaya gitti. Buz gibi suyla elini, yüzünü ve ayaklarını yıkadıktan sonra yatak odasına gidip yatağı açmadan üstüne uzandı. Sabaha kadar gözüne uyku girmedi. Sabah kahvaltıda annesine, Anne bana Ayşe’nin evini tarif etsene. Hangi Ayşe? Hani bana istemeye gittiğiniz kızı. Oğlum sen hala orada mısın? Ne yapacaksın elin sözlenmiş kızını. Delirdin mi sen? Gidip onu görmek istiyorum. Sakın bir delilik yapma oğlum. Başının belaya girmesini istemem. İstemeye istemeye kızın evini tarif etti. Selim tarif edilen yere gitti. Kızın evini buldu. Umutla pencerelere baktı. Sevdiği kızı göremedi. Görürüm umuduyla saatlerce evin önünde gidip geldi. Kendisine meraklı gözlerle bakanlara aldırmıyordu. Günlerce o evin önünde gezindi durdu. Eline artık iş te almıyordu. İyi bir inşaat ustası olduğu için hiç boş kalmıyordu. Oysa başladığı işlerin yarım kalmasına dahi aldırmıyordu. Selim usta hadi artık gel de şu yarım kalmış işi tamamla diyenlere, Memlekette usta mı kalmadı? Bulun birini tamamlatın diyordu. Tüm ısrarları geri çeviriyordu. Annesi oğlunun bu durumuna çok üzülüyordu. Belki bu kara sevdadan kurtulur düşüncesiyle beğendiği kızları göstermek istiyordu oğluna ama, oğluna bunu kabul ettirme olasılığı yoktu. Ayşe diyordu sadece. O olursa olur, o olmazsa olmaz diyordu. *** Ayşe’nin nişanının kına gecesi vardı. Genelde geniş avlulu evlerde yapılır kına geceleri. Kızlar bir tarafta, delikanlılar da karşı tarafta.İki taraf ta kendilerine eş veya dalgalarını geçecek birilerini ararlardı. Selim ön tarafta bir yer buldu kendine. Ayşe’nin dikkatine çekecek ve ona bu işten vazgeç, seni ben isteteceğim diye işaret edecekti. Kaç kez Ayşe ile göz göze geldiler. Ayşe onun kendisine işaretle bir şeyler anlatmaya çalışan delikanlıyı anımsamıştı. Sağ elini göğsünün üzerine götürdükten sonra ellerini yumruk yaparak bir birine Bakın bakalım şuna. Üzerinde her hangi bir tedbir var mı? Görevli büyük bir defteri açtı. Tapu kaydını buldu. Hadi gözün aydın. Üzerinde hiçbir pürüz yok dedi. Emlakçı tapuyu alıp geri döndü. Yenilerde kaymakamlık katibi Ömer efendi emekli olmuştu. Emekli ikramiyesini bir araziye yatırmak istiyordu. Gidip onu kahvehanede buldu. Ömer efendi hadi benim dükkana gidelim dedi. Ömer efendi, Hemen mi diye sordu? Hemen şimdi. Hadi bekliyorum. Emlakçı hemen dükkanına geri döndü. Az sonra Ömer efendi geldi. Sandalyelerden birine oturdu. Anlat bakalım Hasan efendi. Ne oldu da böyle apar topar beni çağırdın. Tam sana göre bir arazi buldum. Başkasına gitmemesi için hemen sana geldim. Kaç dönüm bu arazi? On dönüm. Üstelik kasabamıza çok yakın. Kim satıyor bu araziyi? Deli Selim. Neeee, sen benim başımı belaya mı sokacaksın yahu. Hiç o deliden mal alınır mı? Alınır, alınır. Anladığım kadarı ile buradan çekip gitmek istiyor. Sen alıcı olarak görünme. Ben tüm işlemleri hazırlatırım. Onunla iş bittikten sonra gidip tapunu alırsın. Varsın o yeri benim aldığımı sansın. Eğer başıma iş açmayacaksa tamam derim. Kaça mal olur o yer bana? Oldukça ucuza kapatırız. Sen merak etme. O yer aslında dört bin eder. Biz iki bine kıvırırız o yeri. İki yüz lira bana komisyon verdin mi iş biter. Ben ona yarın gel dedim. Sen bana sabah erkenden parayı getir. Bu işi bitirelim *** Selim sabah emlakçıya gitti. Hoş geldin Selim. Haydi gözün aydın. Senin yere bir müşteri çıktı. Hemen bu gün satışı yaparız. Kaça vereceğiz yeri? İki bin liraya. Az değil mi? O yeri almaktan herkes korkuyor. Yabancı birini buldum. Seni tanımadığı için almak istedi. O da ancak o kadar veriyor. İstersen verme. Madem o kadar veriyorlar verelim be Hasan amca. Zaten b ir işime yaramıyor. Emlakçı Hadi tapuya gidelim dedi. Beraberce tapu dairesine gittiler. Hemen evrakları hazırladılar. Alıcıyı beklemeye gerek yok. O daha sonra gelip tapusunu alır diyerek, tapu memurunun önünde parayı verdi. Selim gerekli yerleri imzaladıktan sonra tapu dairesinden ayrıldı. Müdürün yanında konuk olan Ömer efendi memurun yanına gelerek gerekli işlemleri tamamladılar. İş bitiminde memur, Hayırlı olsun dileğiyle tapuyu Ömer efendiye uzattı. Uygun bir zamanda tapuyu ıslatmamız gerekir, aman unutma Ömer efendi. Unutmam, unutmam merak etme. *** Selim parayı alır almaz doğruca inşaat malzemesi satan bir mağazaya gitti. Yirmi torba çimento satın aldı. Oradan kireççiye gitti. Beş yüz kilo kireç satın aldı. Varil satan bir yerden üç tane iki yüz litrelik varil satın aldı. Bir at arabacısıyla anlaşıp aldıklarını yükledikten sonra temel kazdığı yere yöneldiler. Vardıklarında arabayı boşalttılar. Arabacıya nakliye ücretini ödedi. Arabacı geri dönerken, Allah, Allah, yahu bu deli bu dağın başında ne yapmayı düşünüyor diye mırıldandı. Selim aşağıdaki su birikintisinin yanında bir çukur hazırlamıştı. Çukuru suyla doldurduktan sonra kireci kovalarla taşıyarak çukura boşalttı. Her döküşte çukurdaki suyu kürekle karıştırdı. Daha sonra kovaları suyla doldurup yukarıya temelin yanına taşıdı. Getirdiği üç bidon doluncaya kadar su taşımaya devam etti. Çimento torbalarını nem almasın diye inşaat için yığdığı taşların üstüne koymuştu. Bu durumda yağmur bile yağsa çimento torbaları pek etkilenmezdi. Gün iyice kararmıştı.Oturup bir süre dinlendi. Amacı havanın iyice kararmasını beklemekti. Böylece el ayak çekilir ve çimentoların çalınma riski kalmazdı. Hava iyice karardığında kalkıp evine doğru yöneldi. Evine vardığında tulumbada iyice yıkandı. Mutfakta sucuklu yumurta pişirip karnını doyurdu. Yorgunluktan ayakta duracak hali kalmamıştı. Soyunma gereği duymadan yatağın üzerine uzandı. Hemen uyudu. Sabah erkenden kalktı. Önce bakkala gitti. Helva, peynir ve iki paket te sığara aldı. Fırından aldığı ekmekle inşaat yerine doğru yürüdü. İnşaata vardığında kuru otların üzerine bağdaş kurup getirdiklerini önüne koydu. Karnını doyurduktan sonra daha önce taşıdığı kum yığınının ortasına bir çukur açtı. Kovaları alıp aşağı kireç çukuruna indi. Kovaları kireçle doldurup çukur doluncaya kadar taşıdı. Bidonlardan döktüğü suyla kumu kireçle karıştırmaya başladı. Karma işi bittiğinde kocaman bir harç kümesi olmuştu. Yığını dinlenmeye bırakarak temele taban taşlarını döşedi. Döşeme işi bittiğinde öğle vakti olmuştu. Ellerini bidondaki sudan yıkadıktan sonra çıkınını açıp kalanların tümünü yiyerek karnını doyurdu. Dere yatağına inip bir ağacın altına uzandı. Öğle sıcağı geçtiğinde tekrar temelin yanına döndü. Diğer kum yığınının bir kısmını ayırıp üzerine beş torba çimento boşaltıp, kumla çimentoyu biri birine karıştırdı. İyi karışması için kumu iki defa daha aktardı. Yığının ortasına açtığı çukura su doldurdu. Suyla çimentolu kumu iyice karıştırdıktan sonra kovalara doldurup temele döşediği taşların üzerine döktü. Ağır bir kütükle döktüğü çimentonun üzerine yeterince vurdu. Her gün inşaata gidiyor, akşama kadar dinlenmek bilmeden çalışıyordu. Tek başına çalışması nedeniyle tasarladığı kulenin inşası umduğundan ağır ilerliyordu. İşin ağır gitmesini umursamıyordu. Sabırla çalışmasını sürdürüyordu. Kule yüksekliği on metreyi geçtiğinde gök yüzünü incelediğinde, göğün yüksekliği hiç değişmemişti. Aşağı baktığında ulaştığı yükseklik baş döndürücüydü. Daha fazla yükselmesi olanaksızdı. Üstelik o kuleyi yükselttikçe, sanki gök yüzü aynı oranda yükseliyordu. İçine bir hüzün çökmüştü. Kule duvarına eklediği demir basamaklardan aşağı indi. Takımlarını toplayıp evine doğru yöneldi. Kuleye uzaktan baktığında gök yüzü altında bir nokta gibi göründü gözüne. Aylardır boşu boşuna uğraşmışım diye geçirdi içinden. Evladını kaybetmiş bir anne gibi hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. Evine vardığında gece yarısı olmuştu. Açlığına aldırmayarak soyunup yatağa girdi. Yorgun bedeni uykuya hemen teslim oldu. Sabah açlık dürtüsüyle erkenden uyandı. Tan yeri daha yeni ağarıyordu. Kalkıp giyindi. Çarşıya gidip erken açan bir lokantaya girdi. Sabah çorbası henüz çıkmamıştı. Lokanta sahibi Hoş geldiniz. Çorbalarımız en geç on dakika sonra çıkacak efendim. Siz buyurun oturun. En yakın masaya oturup beklemeye başladı. Aklı başarılı olamadığı kuledeydi. Gök yüzüne ulaşmak için kule yapmak kesinlikle yetersizdi. Karmaşık düşünceler içerisinde gidip gelirken lokantacının sesiyle daldığı düşüncelerden sıyrıldı. Çorbanız nasıl olsun efendim, paça, işkembe, mercimek? İşkembe olsun. Çorbasını yudumlarken dükkanın önünden hızla bir bisiklet geçti. Kafasında bir şimşek çaktı. Uzaya gideceği aracı keşfetmişti. Bir çorba daha istedi. Çorbasını içerken kanat taktığı bir bisikletle gök yüzünde dolaşmaya başlamıştı bile. Lokantadan çıkınca eski bisiklet te satan bir bisiklet tamircisine gitti. Bisikletlerden birini seçip fiyatını sordu. Tamirci, Elli lira dedi. Hemen parayı çıkarıp verdi. Aldığı bisiklete binip doğruca evine gitti. Bisikletini avluya soktuktan sonra duvara dayayıp bisikletin pedal düzenini uzun uzun inceledi. İyi bir binicinin bu tip bisikletle elli kilometre hıza ulaştığını biliyordu. Ama o hız tasarladığı uzay gezisi için yeterli değildi. O hızı onlarca defa aşması gerektiğini düşündü. Hesaplar yaptı. Kadroya ilaveler yapıp yeni dişliler yerleştirmeyi tasarladı. Ne yapacağına karar verdikten sonra tekrar bisikletçiye gidip eski bir pedal göbeğiyle birlikte birde filibir ve zincir satın aldı. Oradan kaynakçıya gitti. Filibirin dişli kısmını çıkarıp pedal dişlisinin tam orta yerine kaynak ettirdi. Pedal göbeğini de bisikletin kadrosuna kaynattırdı. Tekrar eve döndü. Bisikletin zincirini söküp kadroya kaynak yaptırdığı göbek dişlisinin ortasına kaynaklı küçük dişliye geçirip zincir kilidini yerine taktı. Satın aldığı diğer zinciri göbek dişlisi ile bisikletin arka tekerleğini çeviren filibire geçirip ölçüp işaretledi. Zinciri yerinden çıkarıp işaretli yerinden ayırdı. Zinciri tekrar yerine geçirip kilidini yerine taktı. İşi bitirdiğinde üzerine binip sürüş denemesi yapmak istedi. Bisiklet yerinden bile kımıldamadı. Akşam olmuştu. Yiyecek bir şeyler almayı da unutmuştu. Bisikleti olduğu yerde bırakıp sabah çorba içtiği lokantaya gitti. Sulu yemekler bitmişti. Sadece ızgara köfte vardı. Duble köfte söyledi. Karnını doyurduktan sonra eve döndü. Erken olmasına rağmen soyunup yatağa girdi. Yatakta bu bisikleti nasıl sürebileceğinin hesaplarını yaptı. Sonunda bisikletini binmeden kulesinin bulunduğu tepeye çıkaracaktı. Yolun en yüksek yeri orasıydı. Oradan aşağı doğru bisikletine binecek ve yokuş aşağı pedallara basacaktı. Kararı oldukça mantıklıydı. İniş aşağı istediği hıza ulaşacaktı. Denemesi başarılı olursa, sıra kanat takmaya gelecekti. Planı iyice rahatlamasına neden olmuştu. Derin bir uykuya daldı. Sabah yine erken kalktı. Önce çorbacıya gidip karnını doyurdu. Dönüp bisikletini alıp yedeğinde sürmeye başladı. Kulesinin yanına geldiğinde yokuş bitmişti. Biraz daha ilerledi. İnişin yoğun olduğu yerde, bisikleti iterek koşmaya başladı. Yeteri kadar hızlandırdığında üstüne atlayıp pedallara tüm gücüyle basmaya başladı. Baş döndürücü bir hıza ulaştı. İleriki viraja vardığında virajı almayıp elli metrelik yara doğru uçtu. Havada taklalar atarken başardım, başardım diye bas bas bağırıyordu. Birden ters dönüp kayanın birine kafa üstü çakıldı. Bir ağaçtan kırılan dal gibi çatırdadı kafası. Kafasından çıkan çatırtı sesini bisikletinin kayalara çarparken çıkardığı ses bastırdı. Cesedi kayanın alt tarafına yuvarlandı. 28-01-2001 Özcan Nevres
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Özcan Nevres, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |