Mutlu köle çoktur. -Darwin |
|
||||||||||
|
Mahir bey bugün derse birkaç dakika geç geldi. Şemsiyesini kapatıp öğretmen masasının yanına koydu. Öğrencilerle selamlaştı; onları yerlerine oturtup dersine başladı. Dersin bir yerinde öğrencilerin sıkıldığını hissetti. Onların dikkatini bir yere toplamak için, konunun dışına çıkmak istedi. ‘Ne müthiş bir yağmur yağıyor, değil mi çocuklar?’ dedi. ‘Bu yıl çiftçinin yüzü gülecek. ’ Öğrencilerden biri ‘Hocam, yağmurlu havalar benim içimi daraltıyor. Hem biz çiftçi değiliz ki. ’ Diye söylendi. Mahir Bey, konuya diğer öğrencileri de dahil etmek istedi. Çünkü konuşan öğrencisinin sözleri onu hayal kırıklığına uğratmıştı. ‘Olur mu yavrucuğum?’ dedi. ‘Tam tersine, yağmur insanın içini açar, duygularını güzelleştirir. Nice kişiler –hatta ünlüler- çocuklarının adını bile Yağmur koymadılar mı?Nice şairler yağmuru şiirlerine konu etmediler mi?’… Bir başka öğrenci ‘Hocam, siz İstanbul’daki bir bodrum evde olsanız, evinize su basacağını bildiğiniz halde yine de yağmuru sever miydiniz?’ diye sordu. Bir başkası da öğretmenine yağmur yüzünden ertesi günkü pikniğe gitmelerinin mümkün olamayacağını üzüle üzüle anlattı. Bir diğeri tarlaların, bahçelerin sulanmasının yağmura değil Devlet Su İşleri’nin plan ve program yapmasına bağlı olduğunu ortaya attı.. Orta sıralardan bir öğrenci de yağmurun erozyon ve taşkınlara da sebep olduğunu, Menderes Ovası’nın bu taşkınlar yüzünden kışın ekilemediğini vurguladı. Mahir Bey’in konuşulanlara canı sıkılmıştı. Ancak sınıfta pek belli etmedi, ‘Zamane çocukları işte. ’ diye söylene söylene dersten çıktı. Yolda giderken eski arkadaşlarından Necdet’i gördü. Tokalaşıp ayaküstü sohbetten sonra, Necdet onu caddenin karşı tarafındaki bir arkadaşının pastanesinde, birer salep içmeye ikna etti. Pastaneci, onları fazla rahatsız olmayacakları, köşedeki bir yere oturttu. Siparişi aldıktan sonra iki dostu baş başa bıraktı. Bir hayli konuşmadan sonra konu yine yağmura geldi. Mahir Bey: -Yahu birader! dedi. Şu bizim gençliği, yeni nesli anlayamıyorum. -Neden? Dedi Necdet. -Bizim çocukluğumuzda hiç aklımıza gelmeyen şeyleri getiriyorlar. Biz yağmura ne kadar minnet duyardık. Bunlarda o sevgi ve minnet bir yana, yağmuru kendilerine zararlı bir şey,bir düşman gibi görüyorlar,diye kükredi. Necdet güldü. -Sen şair ruhlu bir adamsın. Yağmuru seyretmek hoşuna gidiyor. Benim gibi elektrik idaresinde çalışsan, ıslak ve yağışlı bir yerde direğe çıkmak zorunda kalsan, böyle düşünmezdin, dedi. Mahir bey artık söyleyecek bir şey bulamadı. ?.... Birazdan kalktılar. Necdet dışarıya bakınca “Yandım. Eve gidinceye kadar mahv olurum”diye söylenip, bir daha görüşme umuduyla uzaklaşıp gitti. -Böyle şey görmedim arkadaş,diye bir yandan söyleniyor,bir yandan da binaların saçaklarına sığınarak ıslanmaktan kurtulmaya çalışıyordu.Açık alana çıkınca Necdet,ceketini çıkararak başının üstüne geçirdi.Mahir Bey,arkadaşının arkasından bakarken,kendini gülmemek için zor tuttu. Yağmur, gökyüzünden boşalan gözyaşı gibi düşüyordu. Kara sevdalısı toprağa vefasını böyle gösteriyordu belki de. Yere düşen damlalar adeta hemen dere oluyor; tek bir damlanın hiçbir öneminin olmadığı yerle, yapraklarla bulanık ve anlamsız kaynaşmalara dönüşüyorlardı. Kuşlar can telaşından kâh bir binanın kuytu yerine, kâh ağaç çataklarına sığınıyor, dünyadaki bütün haklarından feragat etmişçesine boyunlarını büküyorlardı. Önce yıldırım gürültüleri ve şimşek parıltılarıyla ürperiyorlar, sonra yerlerinden de olma korkusuyla derin bir sessizliğe gömülüyorlardı. Bebeğini taşımakta olan bir anne bir eliyle bebek arabasını sürerken, diğer elinde tuttuğu şemsiyesiyle yavrusunu yağmurdan korumaya çalışıyordu. Belediyenin yaptığı kanalizasyon logarları suyla dolup taşıyor, kendilerine yeni yeni yollar arıyorlardı. Kısacası toprak biricik sevdalısı suyu kana kana içiyor, misafir ediyordu. Mahir Bey’in manzara karşısında şemsiyesini açmadan yürümek ve iliklerine kadar ıslanmak geldi içinden. Sonra romatizmalarının artması ihtimali onu bu düşüncesinden vazgeçirdi. “Hiç değilse yaya evime gideyim” diye düşündü.Acaba o yağmuru niçin çok seviyordu?Sebeplerini düşünmeye koyuldu.Acaba nimete duyduğu şükran mı?Gençlik yıllarındaki romantizm mi?Çocukluğunda yağmurlu günde işe gitmekten kurtulması mı?Okuyup sevdiği şiirler mi?Hangisiydi? “Ama ne olursa olsun,ruhumun kiri yağmurla arınıyor”diye söylendi içinden.Bir yandan da yavaş yavaş evinin yolunu tuttu. Geç vakitte evine varmıştı. Zile sert sert bastı. Oğlu kapıyı açar açmaz hayret dolu bir yüzle: - Baba bu halin ne?Böyle nasıl ıslandın? Diye sordu. Hanımı da mutfaktaki işini bırakıp dehşet dolu bir bakış fırlatarak: - İnanamıyorum. Göle mi düştün?Bu pantolonu sabahleyin giydin.Diye çıkıştı. - Boş ver siz anlamazsınız. Dedi Mahir Bey. Mehtap Hanım: - Yahu adam, şu senin ne değişik zevklerin var anlamıyorum zaten ,diye söylendi. - Anlamıyor değil, anlayamıyorsunuz.Dedi Mahir Bey.Sizler başlarına jöle süren garip saçlı insanları anlayabilirsiniz. Saçları yağmurda ıslanmış ve tabiatı ruhunda hisseden benim gibi insanları anlayamazsınız,diye sürdürdü sözlerini. Dünyada her şey öyle ters yüz oldu, öyle kavram kargaşası meydana geldi ki artık pes doğrusu. İnsan kendi hayatını borçlu olduğu tabiata karşı düşman kesildi. Kendi menfaatine olan hiçbir şeyin kıymetini anlamaz oldu. Soluduğu havayı kirletiyor; akarsuları, denizleri zehirliyor. Bunun adına uygarlık(!) diyorlar. Kendisini temizleyen, karnını doyuran yağmurdan ürküyor,rahatsızlık duyuyor.Yazık… Nasıl bir insanlık bu?Yalnız başkaları olsa neyse,kendi ailem,sizler de bu çarkın bir parçası olmuşsunuz…Sizler açlıkla terbiye olmadan bunu anlayamıyacaksınız herhalde.E,tabi her şeyi hazır buldunuz.İnsan hazır bulduğu şeylerin değerini anlayamıyor tabi ki.Sizi birkaç gün çöle bırakmalı,o zaman anlarsınız. Bir yandan söylendi, bir yandan üstünü değiştirdi. Yemeğe oturdular. Haberler başlayınca çocuklara televizyonun sesini yükselttirdi.Bir yandan da çorbasını kaşıklıyordu. Sunucu dikkat çekici bir ses tonuyla “Sayın seyirciler, olumsuz hava şartları devam ediyor. Uzmanlar iki gün daha Balkanlar üzerinden gelen yağışlı havanın etkili olacağını belirtiyorlar” diyordu. ÜNVER PAZARLI
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Ünver PAZARLI, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |