Bir takım şeyler görürsünüz ve "Niye?" diye sorarsınız. Ben ise bir takım şeyler düşlerim ve "Niye olmasın?" diye sorarım. -George Bernard Shaw |
|
||||||||||
|
Belediye tahsildarı Bircan Bey, postacının mektubunu büyük bir dikkatle okuduktan sonra, önce çekmecesine koydu, daha sonra dalgın dalgın ve kırılmış iç halini yansıtan bir boyun büküşle başını "Olsun bakalım” gibilerinden öne eğdi. İşini seviyordu, çalışma düzeni de iyiydi, fakat bu ona yetmiyordu. Futbol maçları, kahvehane oyunları, ama ille de şiir yazma merakı olmazsa olmaz tutkularındandı. Ayla Hanım eşinin bu merakına hem gülüyor, hem de gereksiz çocuk oyuncağı gibi bir şey olarak görüyordu. İşten anlayanlar için ise bu bir mizah konusuydu.Çünkü güzel denebilecek mısraları oldukça azdı. Yazdıkları sanki bir derleme veya üçüncü sınıf şairlerin kopyaları gibiydi. Fakat o dinlemiyordu. Öyle ya, büyük şairler anasının karnından şair mi doğmuştu? Yazı işlerinden Davut Bey, ona arka çıkardı. "Boş ver kardeş,kendini rahatlatıyorsun ya, bu bile yeter adama. Ben kendimi senin gibi avunacak bir şeyler bulsam da şu benim evdekilerin dırdırından bir uzaklaşabilsem bana yeterdi. Başım şişiyor inan ki.Senin gibi olabilsem, daha ne istiyeyim!” diye sözler sarf ederdi çoğu zaman. Fakat Bircan Bey bu işe kendini bayağı kaptırmıştı. Önceleri bunu bir zevk gibi gördükten sonra, gazetelerin halka açık sayfalarında yayınlanan şiirlerini saklar, millete gösterirdi. Yanına oturanlara iç cebinde sakladığı gazete parçalarını onların yanında bir harita gibi açar, okutur, yorum yaptırır ve sonra kendi morali de bayağı düzelirdi. Edebiyat öğretmeni Muzaffer Bey, kahvehanede bir sohbet sırasında ona yazdıklarının edebi bir değer taşımadığını, ama rahatlamak için yazabileceğini söyledi. Bu söz ona dokundu. Evet o kitaplardaki allı felli şairler gibi çok iyi olmayabilirdi, ancak yine de iyi şeyler yazıyordu.Orhan Veli’nin”Düşünme arzu et sade/ Bak böcekler de öyle yapıyor”şiirinden de fena değildi yazdıkları. “Ne güzel bakıyorsun Bana naz yapıyorsun Ah deli etmek için Kızıl gül takıyorsun” Şiiri okuyunca Muzaffer Bey,bir yandan gülüyor,bir yandan da soruyordu: - Bu maniyi annenden mi dinledin? İyi şiir yazmak için okumak gerek.Sen okumuyor, ha bire arabesk dinliyorsun… -!!! … Bu olaydan sonra eskisi kadar kimseyle şiir muhabbeti yapmadı. Yalnız şiirlerinden birinin bestelenmesini istiyordu. Bestekar da olan bir şarkıcıya güfteyi gönderdi. Günlerce uykuları kaçtı.Şarkısı bestelenmek ne büyük bir şeref olacaktı.Kendisiyle dalga geçenler o zaman nasıl moraracaklardı. Yaklaşık on günlük bir bekleyişin sonunda beklediği cevap geldi. Okumaya başladı.Yüzü çatılmıştı. “Değerli Bircan Bey, internet keşfedileli beri böyle mektup almayı unutmuşuz, ama sayenizde nostalji oldu. Biz de şiir yazan mı diyelim, kendisini şair sananlar mı? Bilmiyorum, ama onlar Avrupa’dakilerden ortalama altı yedi kat fazla. Bu ne demek bilir misiniz? Herkes kendisini şair sanıyor ülkemizde.Keşke uygun bir şey yazmış olsaydınız. Ama üzülmeyin, tekrar denersiniz. Ama ne olur adam gibi bir şey yazmadan bana göndermeyin, bu sefer fena olurum. Size işlerinizde başarılar…”Diyordu. Belediyede mektubu okuduktan sonra yırtıp parça parça etmek istedi,ama çekmecesine koymayı uygun buldu sonra. Gücü yetse adamı Avrupa mahkemesine şikayet ederdi.Derin bir sessizliğe daldı.Mesaisi bitince düşündü,nasıl bir yol izlemeliydi?Dalıp geçti. Bu hiç iyi olmamıştı. İşte bir bilen adam “şap” diye tokadı indirivermişti.Bu ne kadar şiddetli bir acıydı. Bunun bir benzerini Sivas’ta askerlik yaparken, karla karışık esen şiddetli rüzgarlar vurmuştu da yüzünün felç olduğunu sanmıştı. Koltukta dalmış ve yaslanmış halde kendinden geçtiğini gören Davut Bey: -Haydi çıkmıyor musun? Dedi. -Gel buraya Davut, biraz da oturalım! -Yürü kahveye, o zaman. -Otur yahu! İki dünya kelamı ederiz.,diyerek ısrarcı bir ses tonuyla onu oturmaya razı etti. -İyi değilsin, neyin var? -Beni ancak sen anlıyorsun Davut Bey, dedi acı bir ses tonuyla. Bazen böyle oluyorum. Ne yapalım? -Ben sende kendimi buluyorum da onun için.Belediye,ev,kahve…Aynı hayatı yaşamaktan gına geldi. -Şiiri hayattan kaçmak için yazıyorum,aziz dostum! Fakat kimse beni anlamıyor.Bir tüy kadar hafif,bir kelebek gibi hür olmak istiyorum. Uçmak istiyorum göklerde.Sadece şiirlerim veriyor bu fırsatı bana.Yer yüzünde yaşayacak kadar güçlü değilim. Genç değilim artık.Haydi, gidelim, boşverelim bunları.Tilkinin ağıp dönüp varacağı yer kürkçü dükkanıdır.Bizi kahvehane paklar… …………….. Gece biraz geç olmuştu.Hava az bulutlu ve keskindi.Üşümüyordu.Sadece ruhu biraz yorgundu.Siteye geldiğinde kimsecikler görünmüyordu. Herkes evine çekilmiş,bir arı sessizliğiyle çoğu uykuya dalmıştı.Bir an dünyada ne kadar yalnız olduğunu hatırladı.”Şu Davut da olmasa ne yaparım?”Dedi.Ağır ağır merdivenleri çıktı.Başı önünde bir suçlu çocuk gibi ev kapısının önünde durdu.Anahtarı vardı ama birisinin kapıyı açmasın tercih ederdi her zaman.Zili birkaç kez çaldı.Uykulu gözlerle eşi karşıladı. -Saat kaç?Sana bir şey demeyeceğim. Nasılsa anlamıyorsun. -Yahu Şunun şurasında birazcık efkar dağıtalım,dedik. -Hep arkadaşlarınla mı dağıtman gerekiyor bu efkarı?Biz yetmiyor muyuz? İki çocuğun yetmiyor mu? -Canım her şeyin yeri ayrı. -Tabi,biliyoruz biz.Yerimizi de…Sana iyi geceler o zaman,sabah işim var! -Bırak şimdi işi,Senin birinci işin ben değil miyim? Diyerek kendine çekmek istedi.Ayla Hanım bir el çevikliğiyle kendini kurtarıp parmağını kocasının dudakları üstüne koyarak; -Sana kırgınım bebişim,dedi. -Neden? -Bana bir şiir bile yazmadın! -Haydi yatalım,dedi, yarın sana yazarım. ………………………………………… Gece boyunca uzun müddet uyuyamadı.İçinde şahlanan duygularını kontrol edemiyordu.Eşi horul horul uyumaktaydı.Mutfağa geçti.Bir şiir yazmalıydı.Duyguları bir sel gibi akmalıydı mısralarda.Yazıyordu; Rüyalarında benim olduğumu bilseydim, Gezer miydim bulutlarda,bir uyku olmak varken,,, Hem yazdı hem de bir bardak portakal suyunu içti.Duygularının doruğuna ulaştı.Şimdi yüreğinden kopup gelen güzellikleri bir halı dokur gibi gibi kağıda nakşetmişti.Yıllardan beri hasretini sona erdirmişti.İstediği şiiri yazıyordu işte.Tekrar tekrar okudu.Kağıdı büküp öptü ve gömleğinin cebine koydu.Yavaş yavaş da mırıldanıyordu: Bilirim bir anına bütün ömürümce yansam Yine kavuşmaz yolumuz dünyaları dolansam ………………………………………………. Soğuk havalar son günlerde kendini ağır ağır hissettiriyordu. Evlerden kömür kokuları gelmeye başlamıştı artık. Kömür, biraz kirli havanın yanında adeta aile saadeti demekti Bircan Bey için. Çay,kestane gibi şeyleri özellikle soba üzerinde pişirmeliydi. Fakat şu kaloriferler var ya,güzel bir şeydi güzel olmasına,fakat ellerin buz kestiğinde elini sobanın üzerinde tutmak yok muydu?İşte o günleri arıyordu.Postahane memuru olan eşi Ayla Hanım’la, yıllarca böyle sobalı bir evde yaşamışlardı. Fakat ne kadar zamanda biriktirdikleri parayla siteden aldıkları şu daireye bir türlü alışamamıştı. Kadınlar bu tür değişikliklere çok çabuk uyum sağlıyorlardı. Fakat,yıllar ilerledikçe ona kimse fikrini sormuyordu artık.Sadece ona verilen görevleri yerine getirmekle görevliydi o! Kaloriferlerlerin yakılmasıyla birlikte kışlıklar da çıkarılmaya başlandı. Koyu siyah paltosunu giydi.Mesainin bitimiyle birlikte yorgun ve bitkin düşer,akşam yemeğinin ardından kahveye yollanırdı.Biraz kağıt oynar,ardından evinin yolunu tutardı. ……………………… O gün evde elbiselerini çıkarırken cüzdanının yanında olmadığını anladı. Büyük bir telaşla telefona koştu.Kredi kartları ve banka kartlarının kıllanılmaması için telefon etmeye başladı. Korku ve sıkıntının verdiği ruh haliyle bardaktan boşanır gibi ter boşanmaya başlamıştı vücudundan. Ayla Hanım geceliğiyle süzülüp geldi: -Ne bu telaşın,bir şey mi oldu?Nereye telefon ediyorsun bu saatte?Dedi. -Soyuldum Ayla,diyebildi. -????? -Bana öyle ters ters bakma! Zaten kendi derdim kendime, bir de seninle uğraşmayayım. -Zaten senin başına gelecek vardı! Oh,canıma değsin! -!!!!!! -Çok para var mıydı? -Yahu sen benim cüzdanımı benden iyi bilmez misin? Fazla bir şey yoktu ama kartlar, kimlikler bayağı bizi uğraştıracak. Bir müddet sonra birden irkildi. -Yahu benim şiir de gitti be! Diyerek dövünmeye başladı. -Aman çalsınlar şu senin değerli şiirlerini, bana da iyilik olur. Böyle bir vakitte şiir sırası mı?Halimize baktığımız yok.Şiiri kaybolmuş beyefendinin? -Yahu hanım,şu en zor anımda bile benim derdimi artırdın ya,unutma bunu!Çek git yanımdan. Beni kendi halime bırak! Nasıl oldu,ne oldu?Anlayamadım. Akıllara ziyan! Çay paralarını ödediğimizde eksiğim yoktu! Kalorifer bacasının dumanı yükselmeye devam ediyodu. Sitenin üzerine derin bir sessizlik kaplamış, gece sabahı bekliyordu… Aradan dört ay geçmiş, konu küllenip unutulmuştu.Gazeteye kayıp ilanları verilmiş, sonuçta hiçbir şey çıkmamıştı. Kahvede televizyona yakın bir yere oturdular. Kağıtlar karılıp dağıtılmaya başlanmıştı.Televizyonda insanı yormayan Türk Sanat Musikısinden parçalar çalıyordu. Ondan sonra “Yeni Besteler”adıyla bir program başladı. Bir iki parçadan sonra sunucu “Şimdi sözlerini Bircan Akdoğan’ın yazdığı, bestesini Uğur Erdem’in yaptığı rast makamındaki bir şarkıyı Harun Tan’dan dinleyeceğiz: “Gezer miydim Bulutlarda?”diye anons da etti. Bircan Bey birden ayağa fırlayarak “Yandım anam!”diye bağırmaya başladı. Arkadaşları önce delirdiğini sandılar “Vah zavallıya! Gördün mü, bu kadar kafaya takmanın sonucu işte bu!”diyerek samimi bir şekilde üzülüyorlar, diğer yandan da onu zapt etmeye çalışıyorlardı. -Ulan görmüyor musunuz, benim şiirimi okuyor adam? Diye bağırınca kimisi bıyık altından gülmeye başladı. "Yahu bu şiir benim değil mi?” diyordu da başka bir söz bilmiyordu sanki. Kollarından tutup bir masaya oturttular. Arkadaşları elleriyle “sus”işareti yapıyorlar, “Gözünü seveyim etme” diye adeta yalvarıyorlardı. O sırada Bircan Bey’in telefonu çalmaya başladı.Arkadaşları bir baş işaretiyle "Bak” dediler. Kendisini toplamaya çalışarak güçlükle: -Alo, kimsiniz? Diyebildi. Telefon bir ankesörden geliyordu. -Sizi tebrik ederim, kardeşim! Besteyi, daha doğrusu şiirininizi televizyonda dinlediniz mi? -Siz kimsiniz? -Kardeş, ben vicdan sahibi bir hırsızım. Cüzdanını aldım, ama şiirini okuyunca bu sanat eseri yazık olmasın, dedim ve senin adına bir bestekara ulaştırdım. -Niçin yaptın bunu? -Çünkü hırsızım, fakat sanata ihanet edecek kadar alçak değilim.Tebrik ediyor, gözlerinden öpüyorum! -Ulan, seni bir ele geçirirsem var ya! -Yahu kardeş,bu insanlara iyilik yapmak da yaramıyor. Ben seni meşhur ediyorum,şu senin bana yaptığına bak! Ama neyse ben iyiliklere kötülükle karşılık görmeye alışkınım. Sen yazmaya devam et yine de. Yolun açık olsun!
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Ünver PAZARLI, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |