Materyalist bir dünyada yaşıyoruz, ve ben de materyalist bir kızım -Madonna |
|
||||||||||
|
Balsa kütüklerinden yapılmış bir sal, üzerinde bambudan bir kulübe, altı yetişkin adam -Thor Heyerdahl, Knut Haughland, Bengt Danielsson, Erik Hesselberg, Torstein Raaby, Herman Watzinger- ve bir papağan ve Pasifik’in orta yerinde. Haklı bir soru Heyedahl’in sorusu; böyle bir duruma nasıl düşülür? Biraz geriden doğru gelmek gerek anlayabilmek için. Gerçi her ne anlatırsam anlatayım, bazıları için anlaşılabilecek bir durum söz konusu değil, hatta düpedüz çılgınlık bu. Oysa binlerce kilometrelik bu destansı yolculuğun temelinde iki basit olgu yatar… Fati-Huva’da geçen günlerinden sonra artık hiçbir şey eskisi gibi olamamıştır Heyerdahl için. Zihnini sürekli aynı sorun kurcalamaktadır; Pasifik halklarının kökeni. New York’ta büyük bir müzenin karanlık bir ofisinde, yaşlı bir bilim adamının, umutla taşıdığı el yazmalarına bakmaksızın söylediği sözler 17 Mayıs sabahı içine düştüğü durumun hazırlayıcısıydı aslında. Müzedeki yaşlı adam hiçbir zaman Peruluların sallarla Pasifik’e açılmadığını, ama isterse O’nun kendi balsa salıyla Peru’dan Pasifik adalarına yolculuk yapabileceğini söyleyerek Heyerdahl’in neredeyse tüm ömrü boyunca sürecek çılgın yolculuklarının fitilini ateşliyordu… Bu durumu destekleyen bir diğer olgu ise, kapitalist düzenin dikte ettiği kara ve havayolu alternatifsizliğinin aksine, çağlar boyunca denizlerin atalarımız için engel değil araç oluşuydu. Heyerdahl’in savına göre Peru kıyılarından Pae-Pae’leri ile yelken açan –Güneş Tanrı- Kon Tiki ve halefleri Pasifik boyunca tüm kültürlerini yanları sıra taşıyarak adadan adaya yayılmış, Güney Amerika kültürünü Pasifik’in ücra köşelerine kadar taşımışlardı. Böylece, Thor Heyerdahl, Knut Haughland, Bengt Danielsson, Erik Hesselberg, Torstein Raaby, Herman Watzinger ve –miço- yeşil papağan 28 Nisan 1947’de 8.000 kilometrelik destansı yolculuklarına Peru’nun Callao limanından başladılar. Yerlilerin Pae Pae adını verdikleri sallar geçtiğimiz yüzyıla kadar kullanılmaktaymış aslında. İleri teknoloji en ücra köşelere kadar burnunu sokmadan önce, binlerce yıl boyunca İnkalar bu sallarla filolar halinde açık denizlere yelken açmışlar. Her konuda kendini dev aynasında görmek gibi bir kuruntusu olan günümüz insanının tüm itirazlarına karşın Pae Pae’ler deniz karşı değil, denizle birlikte ve uyum içinde tutarlı ve kararlı bir yolculuk aracı olmuş her daim. Yol boyunca tek kayıp vardır; miço papağanı dalgalar alır götürür bir fırtına sırasında. Okyanusta kural basittir; hayatta kalmak istiyorsan teknede kalmalısın; denize düşen, denize kalır. Bu arada mürettebata eklenen bir de Johannes vardır; yengeç Johannes dümencinin yanı başındaki tahtaların arasında yolculuk etmektedir. Uçanbalıklardan oluşan kahvaltılar, köpekbalığı avları, çeşitli bilimsel deneyler, bazen bitmek bilmeyecekmiş gibi görünen fırtınalarla geçer günler. Sakin bir havada lastik botla açılan iki adam kahkahalara boğulurlar uzaktan gördükleri Kon Tiki manzarasının karşısında. Yüzen bir kulübe, etrafında yarıçıplak sakallı adamlarla gerçeküstü bir tablo vardır karşılarında. Can havliyle palamutlardan kaçarken suratlara çarpan uçanbalıklar, kulübenin tepesinde bulunan bir yavru mürekkep balığı, def-i hacet sırasında musallat olan bir köpekbalığı, uyku tulumunun içinden çıkan ne idüğü belirsiz –bu yolculukta ilk kez karşılaşılan yılan balığı Gempylus- bir tuhaf mahlukat gibi irili ufaklı olaylar salın üzerindeki rutin yaşantıya renk katar. Deniz korkulanın aksine her daim yanlarındadır. Daha doğrusu balsa sal öylesine uyumludur ki denizle, deniz onu ya ciddiye dahi almamaktadır ya da şefkatle, özenle koynunda taşımaktadır. En ürkütücü dalga salın kıçına yaklaştığında dahi altı adam sakince salın en üst noktaya kadar yükselmesini ve sonra zarifçe dalganın üzerinden kayarak süzülmesini beklerler sadece. Tüm ürkütücü kehanetlerin aksine Kon Tiki, balsa kütüklerinin özsuyu sayesinde su çekmemektedir. Daha da önemlisi tamamen bitkisel halatları balsa kütüklerine sürterek aşınmak yerine, kütükleri aşındırıp içine gömülerek daha bir sağlamlaşmaktadır. Yani ilkel ama doğal teknoloji bir çok kurt denizcinin ölümcül kehanetlerini boşa çıkartmıştır. Hatta ilk günlerde ne işe yaradıklarını bir türlü anlayamayan altı adam “guara” denen omurga tahtalarının işlevini keşfettiklerinde İnkaların ne denli başarılı denizciler olduklarını daha iyi anlamışlardı. Salın üzerinde yer alan guaraları kontrol ederek dümen kullanmaksızın sabit rotalarda ilerlemeleri belki de İnkalı denizcilerin en önemli sırrıydı. Her ne kadar bugün aşina olduğumuz basit bir salma sistemi gibi görünse de bir salı sadece bu tahtaların derinliklerini ayarlayarak basitçe yönlendirmek dönemin denizcilerinin dehasının basit bir göstergesi olsa gerek. Balsa kütüklerinin su çekerek batmasından, liflerden mamul halatların aşınarak kopmasına kadar sayısız uyarılara karşın Kon Tiki’ye inanmayı seçen Heyerdahl ve arkadaşları yüz günlük yolculuklarının sonunda hala tek parça olan -Pae Pae- Kon Tiki ile Raroia resifine ulaşmayı başarırlar. Aslında 93 gün olarak hesaplanır yolculuk. Hatta tam da 93. günde Puka Puka adası gösterir kendini ufukta. Fakat Kon Tiki’nin hareket kabiliyeti biraz kısıtlı olduğundan uzaktan bakmakla yetinmek zorunda kalır ekip. 97. günde Angatau resifinin güleryüzlü yerlilerinin gayretine rağmen Kon Tiki’yi resifin aralığından içeri sokabilmek mümkün olamamıştır. Kon Tiki’nin destansı yolculuğu 7 Ağustos 1947’de Tuamoto Adaları arasında bir birinden tehlikeli mercan resifleri, resiflerde kırılan berrak ama tehlikeli dalgalar ve zaman zaman görülmeyecek denli sığ mercan döküntüleri arasında yer alan Raroia resifinde sona erer. Altı adam, plastik bot ve uzaktan bakıldığında bir enkaz yığınını andıran Kon Tiki, resifin sıcakkanlı yerlileri ile geçen günler, Tahiti’ye –yedeğe alınmış Kon Tiki ile- yolculuk ve eve dönüş. Sonraki yıllarda Heyerdahl inanılmaz yolculuklarına devam edecek ve belki de insanlık tarihinin en çılgın bilim adamı olarak RA Ekspedisyonu ile Atlantik’i aşacak, Tigris Ekspediyonu’nu tamamladığında Ortadoğu halklarının da sanılanın aksine denizi bir araç olarak kullandığına dikkatleri çekecektir. Sürekli yollarda geçen yaşamının sonunda Heyerdahl, tarih boyunca denizin dünya halkları arasında sanıldığı gibi engel değil aksine bir köprü olduğuna dair destansı günceler bırakır ardında... 1948 yılında Heyerdahl tarafından yayınlanan “Kon-Tiki / Pasifik’te 100 Gün” adlı eseri Pasifik halklarının kökenine dair savını ispatlamanın ötesinde böyle bir serüven için neredeyse ihtiyaç duyulabilecek tüm bilgilere dair ipuçları da veren bulunmaz bir rehber niteliğindedir. Birkaç yıl sonra tek başına bir sal üzerinde kendini Pasifik’in koynuna bırakan William Willis üzerinde ne derece etkisi vardır bilemiyorum ama doğaya karşı değil doğayla birlikte olma fikrine inananlar için artık Salların Altın Çağı başlamıştır. Peşi sıra Eric de Bisschop, Carlos J. Caraveda Arca, Alain Bombard, Devere Baker bir şekilde kendilerini okyanuslarda bulan kaşifler olarak salların altın çağına adlarını yazdırdılar. SAYGIYLA! Hakan Tiryaki Naviga Şubat 2010
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Hakan Tiryaki, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |