Başka dillerle ilgili hiçbir şey bilmeyenler, kendi dilleriyle ilgili de hiçbir şey bilmiyorlar. -Goethe |
|
||||||||||
|
Giriş Gitarın tellerine her vurulduğunda havaya uçuşan notaların ses dalgaları üzerinde dans edişiyle ortaya çıkan o eşsiz melodiye eşlik eden, hafif bir esinti ile isteksizce kıpırdayan dalgaların üzerine vuran bir yakamozdu. Ay ışığının gece karanlığında gecenin üzerine bir nakış gibi işlediği yakamoz kadar güzel olan gözlerine daldıkça en derinlerindeki midyelerin içinden çıkardığı inci tanelerini birer birer kalbinin içindeki iplere diziyordu. Zaman, hayatın içinde bir yerlerde karadeliklere yakalanmıştı sanki. Kelimelerin her biri kendine saklanacak bir delik bulup gizlenmiş, ortalıkta yalnızca söylenen şarkıya eşlik edecek kadarı kalmıştı. Duygular bakışların kalpten kalbe kurduğu köprüden geçiyor, varolmak için sözcüklere ihtiyaç duymuyorlardı. Kumsalda toz toz olmuş kum tanecikleri kadar saftı bakışlar ve o saflıkla kurulan köprü üzerinden geçen her his bir daha geriye dönmek istemiyordu. Şarkı sona erdi birden. Her sonun bir başlangıca kapı açması gibi bir evrensel kaide olmasa belki de hiç bitmeyecek bir şarkı söylemek isterdi. Açılan kapının ardından ne çıkacağını bilemeden gözlerini denizin üzerinde çok uzaklardan geçmekte olan bir gemiye yöneltti. Ağlamak geliyordu içinden. Dalıp gittiği gözleri ellerinin üzerinde beliren ilahi bir dokunuşla sahile döndü tekrar. Gözlerini güç bela o dokunuşa yöneltti. Ellerinin üzerine soğuk kum tanelerini yavaşça serpiştiren elleri tutmamak için kendini zor tuttu. Kum yağmuru dindiğinde ellerinin kuruduğunu hissetti. Nefesi tıkandı sanki. Bir türlü bakmaya cesaret edemediği gözlerin sahibinin açılan kapının ardından kendisini nasıl karşılayacağını bilemiyordu. Gecenin sessizliğini yırtıp geçen yakınlardaki bir havai fişek gösterisinin başlayışıydı. Göğe doğru fışkıran renkler gökyüzünde eşsiz bir resim çiziyordu. Uzaklardaki gemi yavaş yavaş gözden kayboluyordu. Gecenin vefakar bekçileri olan yıldızlar hiç olmadıkları kadar parlıyordu o gece. Hafifçe esen bir rüzgarın bahçelerdeki ağaçlardan koparıp getirdiği erguvan, yasemin ve mimoza kokusu tüm sahili kaplamıştı. Elinde tuttuğu gitarını usulca dayandığı kayığın üzerine koyarken, yavaşça gözlerini tekrardan gözlerine doğru çevirdi. İçinde açan lalerden bir tanesini koparıp uzattı görünmeden. Yavaşça bir elini saçlarının içinden geçirip başını okşadı ve ağzından iki kelime çıkıverdi bir anda: “Sana aşığım” Gelişme Avuç içlerine kazınmış iki hayat çizgisi usulca birbirine dokunurken, kaderin aralarında ördüğü kozadan habersizlerdi. Gözler görmez, kulaklar duymaz olmuştu o an. Varlıklar aleminde kendine iyi kötü bir yer bulmuş ne kadar kavram varsa hepsi aniden ortadan kaybolmuş, yalnızca aşk kalmıştı ortada. Öylesine yoğun duygular yaşanıyordu ki, anlatmak imkansızdı sözcüklerle. Bakışlar yetiyordu her ikisine de. Konuşmak o anın mükemmelliğini bozacak diye korkuyorlar olsa gerek ağızlarından tek bir kelime bile çıkmıyordu. Dalıp gittikleri gözlerinden birkaç saniye içinde sonsuz hayaller çıkarmışlardı. Elleri daha önce hiç gitmedikleri kumsallarda yürüyüşe çıkmışcasına yavaşça birbiri üzerinde geziyordu. Garsonun sipariş ettikleri çayları getirmesiyle kendilerine gelebildiler ancak. Utangaç bir tavırla her ikisi de kendisini sandalyesinde geriye doğru yasladı. Zamanın durmasına şahitlik etmişlerdi kısa bir süre için. Güneşli bir Cumartesi günü, deniz kenarında cıvıl cıvıl bir insan kalabalığı, iskeleye yanaşmakta olan vapurun peşine takılmış gelen martıların çığlıkları, her köşe başında mis gibi kokan taze simitlerle örülmüş tezgahlar ve kaldırımları mesken tutmuş çiçek satıcıları arasından geçip giderek gelmişlerdi şu an oturdukları kafeye. Nasıl bir yer olduğunu hiç bilmeden girmişlerdi içeriye. Loş ışıklarla kaplanmış kafenin vitrininde çeşit çeşit tatlı, pasta ve kurabiyeler dizilmişti üstü kapalı kapların içerisine. Yoldan geçenleri cezbeden de belki bu yiyeceklerdi. İçeriye girip kendilerine bir masa seçme telaşına girdikleri anda karşılarında ufak bir bahçeye açılan bir kapı görmüşler ve hızla kapıya doğru yönelmişlerdi her ikiside. Kendilerini beş, bilemediniz altı tane masanın yer aldığı çok şirin bir bahçe karşılamıştı. Hiç tereddüt etmeden en köşedeki masaya oturuvermişlerdi. Birbirleriyle geçirdikleri her saniye tadına doyum olmayan bir hazza dönüşüyordu. Heyecanları yüzlerine ve ellerine vurmuştu. Kafesten kaçtıklarında nereye gideceklerini bilemeyen ürkek kuşlar misali, ne yapacaklarını, ne yiyeceklerini, nasıl oturacaklarını, hatta belki de ne konuşacaklarını bile bilemiyorlardı. İşte bu koşullarda yeşermeye başlamıştı kalplerinde aşkın filizleri. Yaşadıkları o an, hayat yapraklarına ansızın konuverecek bir kelebek misali muhteşemdi ve ilkti. Kader işini harikulade yapmış olsa gerek kalpleri arasında ördüğü koza yıllar yılı kopmayacak bir bağı simgeliyordu her haliyle. Sonuç ... Aşkları yaşamak her zaman çok kolaydır ama o aşkları sonsuza kadar taşıyabilecek bir kalbe sahip olmak her zaman göründüğü kadar kolay olmaz. Umarım bir aşkı büyütüp çiçekler açtırabilecek kadar güzel bir bahçeniz vardır. Ve de umarım açan çiçeklerin hiç solmaması için yağmurlar eksik olmaz tepesinden.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Ahmet Yağcı, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |