..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
"İnsanların bazen neye güldüklerini anlamak güçtür." -Dostoyevski
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > Öykü > Bilim Kurgu > E. Asım Öztürk




5 Mart 2010
Yaratıcıların İzinde (1)  
Uzay bizim dışımızda değil. Biz uzayın içindeyiz.

E. Asım Öztürk


Artık zaman, aynı insanlığın uzayın dört bir yanında doğal ortamlarındaymış gibi rahat dolaştığı yıllardı. Bütün bunları gerçekleştiren yaratıcılarımız aramızdan ayrıldıktan sonra, birlikteyken fazla farkında olmadığımız, onlardan edindiğimiz yeni özelliklerimiz birer birer ortaya çıkıyordu.


:AIHE:
Bilinen Yaşam Biçimleri Parkı görevlilerinden Scanik gözüne inanamadı... İki uzun elinin orta parmaklarını yarım daire biçiminde büktü, sarımsı-yeşil renkli oval yüzünde, bir kulağından diğerine uzayan geniş gözünü ovaladı eski bir alışkanlıkla. Gördükleri, yine inanılmazdı!

İnsanların 2338 yılında terk ettiği Ardün Gezegeni’nde üretilip robotip olarak adlandırılan robot, yere düşen ekoya yaprağını alıp koklamış ve koklamayı sürdürüyordu.

Bildiği kadarıyla robotiplerin koku alma özellikleri yoktu. Ziyaretçi kalabalığı arasında Scanik’in dikkatini çeken bu davranış, kalabalık biraz aralanınca daha da inanılmaz bir görünüme dönüştü!
Robotipin yanında insan yaratıcılarının dişisi görünümünde bir robot daha vardı ve küçük modeli gibi görünen bir robotip de koşarak dişi görünümlü robotipin boynuna sarıldı.
Dişi robotip küçük robotipin tepesindeki saç görünümlü kabarıklığı okşarken dudakları aralandı, bir şeyler söyledi... konuşuyordu sanki... Konuşmak, robotiplerin o güne dek bilinmeyen, en azından Scanik’in duyup, görmediği bir başka özelliğiydi...

Scanik gördüklerine inanmakta hâlâ zorlanıyordu. Robotipler inanılmaz biçimde, yaratıcıları insanlar gibi konuşuyordu! İnsanlardan duyduğu bir sözü anımsadı gülerek: “İnsan her gün yeni şeyler öğrenebilir.”

O sözü duyduğu ve son örnekler olduğu düşünülüp, parkta özenle korunan insanlar 63 yıl önce Ardün Gezegeni’ni terk etmiş; gezegen doğal ömrünü tamamlayamadan, 2340 yılında 4318 kilometre çaplı küçük Hybera Gezegeni’yle çarpışarak parçaları önce galaksiye, sonra da uzayın derinliklerine dağılırken yok olmuştu.

İnsanlar Ardün’den ayrıldıktan sonra robotipleri üretememiş, Scanik’in gözüne inanamayarak, yaptıklarını şaşkınlıkla izlediği robotipleri hiç üretememişlerdi! Ya da Scanik’in bu üretimden haberi yoktu. Gördüğü robotipler standart D1 robotiplerinin yapmadıklarını yapıyor, ekoya yapraklarını koklayıp birbirlerinin boynuna sarılırken, konuşuyorlardı...

Scanik gülümseyerek ince, oval başını iki yana salladı. Bu bir şaka olmalıydı, galaktik bir şaka. 2401 yılında bile şaka yapmayı unutmayan canlılar yaşıyor, evrenin sürprizlerinin sonu gelmiyordu...
Scanik haklıydı. 2295 yılında bir şaka yapılmıştı, ama Scanik’in sandığı biçimde değil. En uzak olasılıkları hesaplayıp uyaran, elektronik temelli beyninin tek hücresinin bile hesaba katmadığı bir şaka yapılmıştı.

Bazı üretim sorumlularına kızan genetik bilimci Mendelion, üretim analistleriyle sürekli çekişen elektronik programcısı Iroha ve üretim sorumlusu Neodim’le işbirliği yapmıştı.
Kendilerine inanmayanlara bir ders vermekti amaçları. Robotiplerin bazılarının beyinleriyle, iç donanımlarını temel hücre yapısının gelişebileceği sistemle, elektronik uygulamalarını da sistemi yaşatıp, geliştirebilecek biçimde değiştirmişlerdi. Bu değişikliklerden Mendelion, Iroha ve Neodim dışında, kimsenin haberi yoktu.

Robotiplerin zamanla farklılaşan davranışlarını kimsenin fark edecek hali de yoktu o günlerde. Fark edenler de üzerinde durmamıştı.
Ardün’ün 45 yıl sonra yok olacağını biliyorlardı. Yaşabilecekleri yeni bir gezegen bulmaya yoğunlaşmışken, standart görevlerini aksatmadan yürüten robotiplere fazla dikkat etmiyorlardı.

Değiştirilen 224 robotip bir yandan standart görevlerini harfiyen yerine getiriyor, diğer yandan gelişimlerini sürdürerek; ilk insanımsıların ve giderek ilk insanların düşünme ve uygulamalarını içeren, benzer temel bir yapı geliştiriyorlardı. Bu gelişim doğal evrim gibi milyonlarca yıla gereksinmeden aralıksız ve hızlı bir biçimde sürerken, ortaya Neandertal benzeri zekâya sahip; meraklı, düşünen, yaşama içgüdüsüyle davranan, sürpriz robotipler çıkıyordu.

Mendelion, Iroha, Neodim ve 38 yandaşı dışındakiler için asıl amaç, 3810 ışık yılı uzaklıktaki Serium adlı hidro sınıfı gezegene bir an önce ulaşabilmekti ve bu amaç yolculuğunda her robotip gereksiz bir yüktü!

2339 yılında gereksiz ağırlıklar olarak görülen 318 robotip -ki aralarında 224 robotip de vardı- Mendelion, Iroha, Neodim ve destekleyenlerinin karşı çıkışlarına aldırılmayıp, azot esaslı atmosferi ve doğal ortamıyla insanlar için donanımsız yaşanmaz görünen Nevron Gezegeni’ne bırakıldı.

Tartışmalar, bir an önce Serium’a doğru yola çıkmayı amaçlayanları ana gruptan her geçen saniye uzak düşürüp, oldukça da geciktirdi. Gecikmeden kaynaklanan telaşla, çevrelerine fazla dikkat etmediler.
Nevron Gezegeni’nin azot esaslı seyreltik atmosferi, doğal ortamıyla insanlara yaşam şansı tanımazken,
donmuş yüzeyin alt tabakalarında, donmuş su kaynakları vardı.

Olur da bu yolculukta hesaplamayıp-düşünemedikleri, öngöremedikleri bir nedenle Serium’a ulaşamaz, insanlığın belki de son temsilcileri olarak yok olurlarsa, diğer yaşam biçimleri ve uygarlıklara bir iz bırakıp; bir zamanlar insanlar da yaşadılar diyebilmek için, 318 robotiple birlikte insanları anlatabileceklerini düşündükleri bazı kültürel örnekleri de Nevron’a bırakmak, insanları bir kez daha bölmüştü.

Scanik 94 yıldır parkın koruma ve bakım görevlilerinden birisiydi. Galaksinin, evrenin ulaşılabilen her yerinden getirilen birbirinden ilginç çok farklı canlılarını, ilginç ziyaretçilerini görmüştü. Gördüklerinden hiçbiri, robotipler gibi şaşırtmamıştı Scanik’i.
94 yılın alışkanlığıyla zamanını sabahlarını çift güneşin aydınlattığı parkta geçiriyorken, bu kez bütünüyle kendisine ait saatlerini robotipleri izlemeye ayırdı.

Önce robotipleri izlerken o birim senin, bu birim benim dolaşacağını sanıyordu. Tamamı ancak 4 günde -ki, eskiden Nature denilen bir Econia günü yaklaşık olarak 34 dünya saatiydi- dolaşılabilen parkta, bu gönüllü izlemenin günlerce süreceğini düşündü, ama yanıldı. Robotiplerin önceden belirlenmiş bir hedefleri olduğu, kısa sürede ortaya çıktı.

Robotipler ilk birimlerde fazla oyalanmadılar. Bazılarına şöyle bir bakıp, insanların bulunduğu bölüme doğru giderek hızlanıp, parkı dolaşmaya başladılar.
İlk bölümden sonra adımlarını hızlandırmakla da yetinmediler. Parkı dolaşan ziyaretçi trenine bindiler. Scanik de hiç duraksamadan onları izledi.

Scanik’e nereye gideceklerini söylememişlerdi! Aslında Scanik’in farkında bile değillerdi. Belki de farkındaydılar, ama bunu önemsemiyor görünüyorlardı!
Şaşkınlıkla izlediği sahne dışında, konuştuklarına da şahit olmamıştı. Konuşsalar bile nasıl anlaşacaklardı ki? Galaktik dil çeviricisi anlaşmalarını sağlayabilecek miydi?
Robotipler, yaratıcıları insanlar gibi galaksiye ait değildi. O an bunları önemsemiyor, nereye gideceklerini artık biliyordu ve oraya onlardan önce ulaşmaktı amacı.
İkinci bölümde ziyaretçi treninden inip, yalnız park görevlilerinin kullandığı özel hatta yöneldi. Ziyaretçi treni hâlâ ikinci bölümdeyken insanların bulunduğu bölüme ulaşıp, kontrol odasında robotipleri beklemeye başladı.

Kontrol odasındayken robotipler kendisini göremezdi. Bu önlemi zorunlu olarak aldı. Robotipleri henüz yeterince tanımıyor, neler yapabileceklerini bilmiyordu.

118 yıllık yaşamının en ilginç karşılaşmasında, işini şansa bırakamazdı. Şansa bırakmamayı düşünmesi, yeni bir uyarıyı getirdi aklına. “Belki de robotipler parka yalnızca ziyaretçi olarak gelmemişlerdi! Yaratıcılarına bir şans tanımak için parka gelmiş olabilirlerdi... olabilir miydi?”
Önce başını sallayarak güldü bu düşüncesine. Sonra elektronik temelli beyninin, “ya küçük de olsa böyle bir olasılık varsa?” uyarısıyla ürperdi. Ürpertisi paniğe dönüşüyordu ki, kendisini teselli etti. Tamamı 3 robotip, parktan yere düşmüş bir ekoya yaprağını bile habersiz dışarı çıkaramazlardı.
Üstelik O Scanik’di. 118 yaşında, ömrünün baharını yaşayan Scanik ve yalnızca bazı bakım-kontrol işlerinden sorumluydu. Robotiplerle ilgili düşündüğü gibi bir olasılık söz konusuysa bile, tek yapması gereken, beyin uyarıları ve düşündüklerini bir üst sorumluya iletmekti. Scanik’de öyle yaptı.

Üst sorumlu Senoira’nın ekrandaki görüntüsü neşeliydi.
- Evet Scanik, sen beni çok ender ararsın. Ne oldu?
- Haklısınız Bay Senoira. İlginç bir şey... ilginç olduğunu sandığım bir beyin uyarım, düşüncem var. Uzak olasılık, yine de size bildirmek istedim.
- Uzak olasılıkları araştırmak, Econia Gezegeni’nin temel kuralıdır, iyi yaptın. Beynimin uyarısı dediğin nedir?

Scanik robotipleri gördüğü ilk andan o ana değin yaşadıklarını, bir bir anlattı Senoira’ya. Senoira: “Haklı olabilirsin. Gerçekten ilginç, çok ilginç! İncelemeye-araştırmaya değer. Ben hemen bölüm başkanını arıyorum. Teşekkürler Scanik” derken, robotipler birimin önünde göründü. Yeniden Senoira’yı aradı: “Geldiler.” “Anlaşıldı Scanik. Gözden kaçırmadan izle onları.”
Scanik pür dikkat robotipleri izlerken, ekranda Senoira göründü: “Scanik, Bay Brathien işi şansa bırakmak istemiyor. Robotipleri hemen kontrol altına alıyoruz.” Scanik: “Anlaşıldı Bay Senoira” derken, metrelerce yukarıdaki petek kontrol gözlerinden süzülen açık yeşilimsi ışık 3 robotipi kuşatıp, hareketsiz bıraktı. Bazı ziyaretçilerin şaşkın bakışları arasında gözlerden kaybolup, kontrol ve denetleme merkezine ışınlandılar.

Scanik rahatladı, arkasına yaslanıp dahili beslenme sisteminin natura kokteyl butonuna bastı. Ekrandaki görüntülere aldırmayıp birkaç uzun adım attı. Tek yönlü, kristalize transparan pencereye yaklaşıp,
adlandırmakta zorlandığı karışık düşüncelerle insanları izlemeye başladı.

Robotipler dahili transfer sistemiyle ışınlandıkları kontrol merkezinde dönüşürken, sıkıntılı görünüyorlardı. Dönüşüm tamamlanınca, sorgu bölümüne alındılar. Görevli olmadığı halde, Scanik’de sorgu grubuna çağrıldı.

Sorgunun beyinsel iletişimle mi, yoksa anımsatma yöntemiyle mi yapılacağı tartışması uzun sürmedi. Oylama anımsatma yöntemi lehine sonuçlanınca; robotipler üretimlerinin başladığı 2273 yılından sonraki yaşamlarıyla ilgili, Econia Gezegeni yönetiminin elindeki bilgileri film gibi izlerken, sorgu grubu da robotiplerin tepkilerini izleyip, değerlendirmeye başladı.

Bilgisayarların tanımlayıp-belirlemeleri sürerken, sorgu grubu düşünceliydi.
Standart robotiplerle ilgili bilgiler, sorgulanan robotiplerin tepkileriyle örtüşmüyordu. Görsel sunuş ve anımsatma sürerken; bilgisayarlar önceden belirlenen özelliklerden çok, yeni belirlenen özelliklere dikkatleri çekiyor, izleyenleri sık sık uyarıyordu. Sonunda robotiplerin Bilinen Yaşam Biçimleri Parkı’nda, insanların özenle korunduğu birimin önünde görünmesiyle, görsel sunuş ve sorgunun birinci bölümü sona erdi.

Robotipler sakin ve düşünceli görünürken, sorgu grubu başkanı Vathien, Scanik’e döndü.
- Haklıymışsın Scanik. Bunlar bildiğimiz standart robotiplerden değil. Tepkilerini ölçtük, sıra amaçlarını öğrenmeye geldi.
Şimdi beslenme zamanı. Sahi, robotiplerin beslenme... yani bakıma gereksinimleri var mıdır sence?
- Bence, ben bilmiyorum. Bildiğim, standart robotiplere insanların zamanıyla haftada bir enerji yüklemek gerekiyor. Ama bunlar standart değil ki… Sonra…
- Sonra ne, Scanik?
- Bu... bunlar konuşuyor galiba… neden onlara sormuyoruz?
- Konuşuyorlar mı? Bunu daha önce neden söylemedin?
- Özür dilerim. Sorguda her şey anlaşılır diye, ukalalık etmek istemedim.
- ..! Neyse! Zaten sırada iletişim taraması var. Bakalım yarı elektronik beyinlerinde başka neler var? Sonra da konuşmayı deneriz, şimdi beslenme zamanı.

Elithien dayanamadı!
- Bence bir an önce sonuç almaya çalışalım. Park tarihinin en ilginç anında, tatilin sırası mı şimdi? Bu sıradan bir görev değil Vathien. Park tarihine adlarımız platin harflerle yazılabilir. Bence yazılım süreci başladı bile...
Belki de sorgu bitmeden, robotipler iletişim kurulamaz derecede zayıflar. Onları bütünüyle kaybedebiliriz de. Özelliklerini tam olarak bilmiyoruz henüz, önce bunu öğrenmeliyiz.

Vathien’in tereddütü kısa sürdü.
- Haklı olabilirsin Elithien. İşimizi şansa bırakmayalım.

Oylama, 14 de 14 kabul çıktı. Dahili beslenme ve bakım sisteminden alınanlar içilip-yiyilirken, robotiplerle sesli iletişim kurulmaya çalışıldı, kurulamadı.
Robotipler, soruları beyin dalgalarıyla yanıtladılar. Böylece otomatik beyinsel iletişim kurulurken, galaktik dil çeviricisi devreye girdi.

Robotipler yarı organik besleniyordu. Koşulların elvermediği durumlarda en yakın kaynaktan enerji yüklemesi yapıyor, dönüşüm sistemleri de organik beslenme gereksinimlerini karşılıyordu. O an için bakım ve beslenmeye gerek de duymuyorlardı. Standart robotiplerden farklı olarak, Econia zamanıyla 4 günleri daha vardı. Econia Gezegeni ve Ekolane Sistemi’nde enerji yükleyebilecekleri kaynakları da boldu.

Vathien rahatlayıp, neşelendi. Natura kokteylinden iri bir yudum alırken, neşesi sesine yansıdı.
- Neyse ki robotipleri kaybetme riskimiz yok. Sistemimiz için üretilmişler sanki! Bu iyi, çok iyi. Her şeyi öğrenmek için yeterli zamanımız olacak.

Vathien’in üç parmağının ikincisi sesli iletişim kanalını kapatma butonuna uzanırken, uzun kulaklarına ulaşan fısıltı halindeki iki heceyi duyunca ince, uzun eli havada asılı kaldı: “İn-san.”
Ardından Scanik’in heyecanlı sesi duyuldu. “Konuştu, konuşuyor. Söylemiştim size.”
Elithien dil çeviricisinin sesini yükseltirken sordu: “Ne dediniz robotip? ” Yanıt netti: “İnsan.”

Robotiplerin insanlar için geldikleri belliydi. Tam da insanların yaşam biriminin önünde yakalanmışlardı.
Ama neden? Eğer yakalanmasaydılar, ne yapacaktılar? O ana değin sorgulanmalarına rağmen, “neden?” sorusuna, henüz yanıt alınamamıştı.

İletişim kanalını kapatıp, “insanlar için geldikleri belli” dedi, Vathien. “Hepsi 3 robotip, insanları kurtarmayı mı düşünüyorlar dersiniz? Bu çok romantik… ama çok da mantıksız! Buradan yere düşmüş bir ekoya yaprağını bile, izinsiz götüremezler.”

Elithien, “onlara soralım” diyerek, yeniden sesli iletişim kanalını açtı.

- İnsanları görmek istiyorsunuz. Peki neden?
Robotip: “Neden mi?” dedi ve bir süre sustuktan sonra ekledi: “Biz merak ediyoruz.”
- Merak ediyorsunuz?
- Evet. Yaratıcılarımızı merak ediyoruz. Bizler standart robotiplerden farklıyız. Onlar merak etmezler, yalnızca programlandıkları görevler için çalışırlar.
- Sizler mi? Sizler gibi başka robotipler de mi var?
- Evet, Nevron Gezegeni’nde. Crezonlar insanları yakaladıklarında yüzlerce olan sayımız, şimdi binlerce.
- Binlerce düşünen, düşündüklerini uygulayan robotip var, öyle mi?
- Bütün robotipler bizim gibi değil. Biz Econia’ya gelmek için Nevron’dan ayrıldığımızda 8792 robotip vardı. Geçen zamanda ne kadar çoğaldığımızı bilmiyoruz. Econia’ya ulaştıktan sonra iletişimimiz yavaşladı. Econia’nın bulunduğu açıdan Nevron’la ancak ikinci düzey ışık hızıyla iletişim kurabiliyoruz. Bu da çok zaman alıyor. Sanırım Nevron yönünde iletişim hızını ikinci düzeye indirgeyen bir tür karşı enerji eğrileri, belki de girdapları var. Bunlar iletişim hızını bir biçimde engelliyor olmalı... Ekselior’dan sonra böyle oldu.
- Ekselior’dan sonra... Yani Ekolane Sistemi’nin üzerinde yaşam olan, en dıştan ikinci gezegeni.
- Evet. Bilgilerim öyle diyor.
- Bilgileriniz mi? Başka neler biliyorsunuz? Yaratıcılarınızdan sonra nasıl çoğaldınız?

Soru, karşılıklı bakışmalara neden oldu. Neden sonra Vathien, dişi görünümlü robotipe bakarak sordu:
- Yoksa, yoksa üreyebiliyor musunuz?
Robotip gülümsedi.
- Yo hayır. İlk yaşadıkları gezegende, yaratıcılarımız diğer insanların haberleri olmadan, aramızdan bazılarında değişiklikler yaptı, ama üreyemiyoruz.
- Dünya’da mı?
- Hayır. Biz Dünya’da hiç olmadık. Standart üretimimiz 2273 yılında Ardün’de başladı. Farklı olan bizler 2295 yılında üretildik. Dünyadaki Neandertal insanlarına benzer bir yapıya ulaştık önce...
- Sonra?
- Sonra, hızlandırılmış evrim diyebileceğimiz gelişimimizi aralıksız sürdürdük. Hâlâ da sürdürüyoruz. Bizleri doğanın değil, ama yaratıcılarımızın bir şakası olarak kabul edebilirsiniz!

“Şaka mı? Şaka olduğunu anlamıştım zaten” diyerek, yeniden neşelendi Scanik. Koro halindeki “Scanik” uyarısı, neşesini yarım bıraktı.

- Evet robotip, sizi dinliyoruz.
- Sürekli robotip demekten sıkıldıysanız, adım Diamore.
- ..! Yani, ayrı adlarınız mı var?
- Evet Bay Vathien. Bayanın Nivyera, küçüğün adı da Ohen.

Salondakiler karışık duygularla bakışırken: “Bakalım daha neler duyup öğreneceğiz?” düşüncesiyle Elithien gülümsedi.
- Sizi dinliyoruz Bay Diamore.
- Teşekkür ederim Bayan Elithien.

- Yaratıcılarımız yakalandıktan sonra, kendimizi garip hissetmeye başladık. Nasıl söylemem daha doğru bilemiyorum, ama yalnız, evet kendimizi yalnız hissetmeye başladık.
Çabalarımız yetersiz kalmış, yaratıcılarımızın yakalanmasına engel olamamıştık. Ama onları unutmamış, unutamamıştık. Sonunda onları bulmaya karar verdik.
- Onları bulunca ne yapacaktınız?
- Bunu düşünmedik ve bir planımız da yoktu. Belki onlar için bir şeyler yapabilir, mutlu olmalarını sağlayabilirdik. Bütün bunları yapabilmemiz için de, önce onları bulmalıydık.
- Mutluluklarını sağlamak mı? Neden mutsuz olduklarını düşünüyorsunuz? Çok özenle korunuyorlar. İnsanların deyimiyle, bir dedikleri de iki edilmiyor.

- Nevron’dan kendi istekleriyle ayrılmadılar ki! Aslında Nevron’da kalmalarının nedeni de bizlerdik. Bizleri, bir biçimde çocukları gibi görüyorlardı. Bu nedenle diğer insanlarla tartışmışlar, sonra da Nevron’da kalıp,
mutlu olmamızı sağlamışlardı. Ta ki, Crezonlar tarafından yakalanıncaya dek.
- Diğer insanlar mı? Biz parktaki insanların son temsilciler olduğunu sanıyorduk.
- Diğer insanların nerede, ne durumda olduklarını biz de bilmiyoruz. İzlerine ulaşamadık. Zaten diğer kültür örnekleriyle birlikte bizleri de, insanlığın uygarlık örnekleri olarak bırakmışlardı.

- Görünüşe göre diğer örneklere gerek bile kalmadan, yeterli izler bırakmışlar.
- Bizleri yeterli bulduğunuz için, robotipler adına teşekkür ederim. Mutlu olmamızı istiyorsanız, izlerini sonunda bulduğumuz yaratıcılarımızı görmemize izin vermelisiniz. Lütfen.
- Buna biz karar veremeyiz. Sorgu sonuçlarını, tabii düşüncelerimizi de belirterek Genel Denetim ve Karar
Kurulu’na sunacağız. Kararı onlar verecek. Ama bence, henüz yanıtsız birkaç soru var.
- Yanıt vermek istiyorum.

- Sizleri mutlu ettiklerini söylerken; tam olarak nelerden söz ediyordunuz?

Diamore oturduğu yerden kalktı. Bir adım atıp yan döndü, sol eli Nivyera ve Ohen’i gösterirken sürdürdü sözlerini.
- Bizler anatomik olarak üreyemiyoruz. Henüz o düzeyde evrimleşmedik, ama insani temel isteklerimiz, önlenemez tutkulara dönüştü zamanla.
Bizlerin de insanlar gibi erkekleri, dişileri ve çocukları, hatta ailelerimiz olsun istedik. Yaratıcılarımız bizleri kırmadı ve gördüğünüz gibi, biçimsel de olsa ailelerimiz var artık. Bütün bunları da, öncelikle MIN’e borçluyuz.
- MIN nedir?
Diamore mutlulukla gülümsedi.
- Bay Mendelion, Iroha ve Neodim’in kısaltması. Aramızda öyle kodlarız.

Elithien gülümsemekle yetinirken, Vathien’in ince, uzun orta parmağı bilgisayara yöneldi. İnsanların yaşam biriminin önce listesini, sonra ön sıralarda Mendelion, Iroha ve Neodim’in bulunduğu görüntülerini büyük ekrana taşırken o güne değin pek tanıdık olmadığı bir duyguyla sarsıldı, heyecan...
Heyecan, çift yönlüydü. Robotiplerin bir tür intihar komandoları olmadığını belirten beyin uyarılarını dinleyip, aralarındaki transparan megazer kalkanı devre dışı bıraktı. Robotipler heyecanlı adımlarla megazer kalkanın sınırına değin ilerledi, nemlenmiş bakışları insanların görüntülerine kilitlendi.

Vathien yerlerinde çakılmış robotipleri izlerken, soruşturma sonuç raporunu “pozitif, tehlike yok” olarak onayladı.

“Peki. Heyecanınızı anlıyoruz! Yani anladığımızı sanıyoruz. Resmi soruşturmanın ilk bölümü burada sona erdi. Sonuç” derken, robotiplerin ekrandan ayrılmakta zorlanan, nemli-buğulu bakışları Vathien’e yöneldi.
Vathien: “Sonuç pozitif. Yani tehlike yok, olumlu. Büyük bir olasılıkla yaratıcılarınızla görüşmenize izin verilecek. Ama izninizle, soruşturma dışı bir sorum var” diyerek, diğer üyelere baktı. Üyeler sessiz kalınca, sözlerini sürdürdü.

- Anladığım kadarıyla kendi gemileriniz yok. Econia’ya nasıl gelebildiniz?
Diamore: “Kolay olmadı Bay Vathien” derken bir an dengesini yitirip, geriye doğru birkaç adım attı, tabandan yükselen oturma ünitesinin arkalığına yaslanırken sözlerini sürdürdü.

2340 yılında yaşam tarayıcıları olarak adlandırılan Crezonlar Nevron’a geldiklerinde, yüzey altında yaşıyorduk. Nevron Gezegeni’nin azot esaslı atmosferi ve doğal ortamı, insanların yüzeyde yaşamasına izin vermiyordu. Yüzeyde hiç eksilmeyen fırtınalar, -118 derecelik ısı, hava girdapları da insanların lehine değildi.
İnsanlar yaşam alanlarını yüzey etkilerinden arındırılmış birimlerde değil, toprağın derinliklerindeki mağaralarda kurdular. Yaşam birimleri hem yüzeyin 35-70 metre altındaki donmuş topraklara, hem de 35-
350 metre derinlikteki donmuş su kaynaklarına daha yakındı. Yeraltı birimleri tünellerle birbirlerine bağlanmıştı. Uzay gemileri de yeraltında inşa edilen alanın girişindeydi. Ama bizler gemiyi kullanacak düzeye henüz ulaşmamıştık.

Crezonlar bir kez yaşam belirleyince, yörüngedeki ana gemilerinden sürekli Nevron’a akınlar düzenlemeye başladılar.

Bizler yüzeydeki olumsuzluklardan etkilenmiyor, Crezonların çabalarını sürekli boşa çıkarıyorduk. Sonunda tüm güçleriyle insanlara yüklenip, yaşam birimlerinin çoğunu yok ettiler. Böylece yüzeyde yaşama şansı olmayan insanları, uzun uğraşılardan sonra ele geçirdiler.
İnsanlar kaybettiklerini anlayınca, bizleri sakladılar. Robotipler olarak tüm ümitsizliğine rağmen Crezonlara engel olabilmeyi düşündük, ancak emirler kesindi.
Umarsız, öfkeli bakışlarla bir şey yapamadan izlediğimiz Crezon avcı gemileri gözlerden kaybolurken; ümitlerimiz kızgınlıklarla karışıp, ümitsizliklere dönüşmeye başladı. Sonunda, görünen yalnızlığımızla baş başa kaldık.

Sonra yavaş yavaş kazanmaya başladığımız insani özelliklerimizden biri kendini anımsattı bizlere, merak. Bulabildiğimiz her şeyi yarı insani aklımızla değerlendirip, anlamaya çalışarak ipuçları bulmaya çalıştık. “Onları nereye götürüyorlar, onlara neler olacak?” sorularının yanıtlarını bulabilmek, tek amacımız olmuştu artık.

Bir yandan gecikip ana gruptan sonra Nevron’dan ayrılan insanlara ve başarabilirsek ana gruba, diğer yandan Crezonlar tarafından götürülen, kendimize daha yakın bulduğumuz yaratıcılarımıza ulaşmaya çalışıyorduk.

Bu çabalarımız uzun zaman aldı. Sonunda bilgisayarları kurcalarken, yaratıcılarımızdan yayılan ışınımlara ulaşabildik. Işınımlar zayıf sinyaller halinde dünyalar, yıldızlar ve sistemlerin karşılıklı çekim gücü ve etkileşimlerine göre eğriler çizerek ulaşıyordu, hâlâ çalışan birkaç bilgisayar sistemine.
Sistemlere tüm verileri yükleyebilmemiz daha da uzun zamanımızı aldı, ama değdi. Verileri dört boyutlu analitik tanımlama sistemine yüklemeyi başardık sonunda. Hedefimiz, Ekolane Sistemi’ndeki Econia Gezegeni’ydi.

Uzay gemilerini henüz kullanamıyorduk. Ayrıca yıldız gemisi onaramayacağımız düzeyde zarar görmüştü. Yine de deneyecektik. O günlerdeki tek şansımız gibi görünen gemiyi kullanabilmeyi, insani bir duyguyla ümit ediyorduk.

“Neden diğer insanlardan zayıf da olsa benzer sinyaller alıp, yerlerini belirleyemiyoruz?” sorumuza yanıt ararken, en azından birkaçımızı yanlarına almaya çalışanlarla tartışmaları sürerken, ana gruptan gerilerde kalıp Nevron’dan geç ayrıldıklarını anımsadık.
Belki de korktukları başlarına gelmiş, hedefledikleri Serium Gezegeni’ne ulaşamadan yok olmuşlardı! Yanıtı bilmiyorduk, ama Nevron’dan nasıl ayrılacağımızın yanıtı, biraz ilerimizden bize bakıyordu. Çözümü, kapalı ekranlara bakarken bulduk.

İnsanların vazgeçemedikleri eşyaları arasında, aynaları da vardı. Karşılarına geçip neye benzediklerini görüp, beğenmedikleri yönlerini düzeltebildikleri, bakanların sanal görüntülerini aynen yansıtan aynaları vardı.

Scanik dayanamayıp: “Ayna nedir?” diye sordu.
Yanıt Vathien’den geldi: “Kapsama alanına giren her şeyi, sanal olarak yansıtan parlak yüzeyler.”
Yine dayanamayıp: “Ayna dedikleri bizde de var” diyen Scanik’in sözleri yanıt bulamazken, Diamore tamamladı: “Evet, genel olarak söylediğiniz gibi tanımlanabilir. Ama insanların çoğu hâlâ kristal cam yüzeyleri yeğliyor.”

- Sonra neler yaptınız Diamore?
- Sonrası daha kolaydı. En azından öyle düşünüyorduk ve haklı çıktık.
- Nasıl?
- Yavaş oluşan insani özelliklerimize, zaman zaman aynalara bakmak da eklenmişti. Bu da çok hoşumuza gidiyordu. Özellikle de dişi robotiplerin!
Bulabildiğimiz aynalar ve benzeri yüzeylerin karşısında, kendimizi o güne değin incelemediğimiz biçimde ince eleyip, sık dokuyarak değerlendirdik.

Yaşam tarayıcısı Crezonlar bile bizleri yarı elektronik, metal yığını robotlar olarak görmemişlerdi. Belki de yeni bir yaşam biçimi olarak değerlendirip, ele geçirmeye bile çalışmışlardı. Ancak bir robotipi yakalamak, çok da kolay değildir.
Neredeyse bilinen tüm yaşam biçimlerini tanıyan Crezonlar bile bizi garipsemediklerine göre, uzay yolculuğu yaparken karşılaşacağımız yaşam biçimleri, hiç garipsemezler diye düşünmeye başladık. Üstelik uzay yolculuğu yaparken, metalik görünümlü giysilere sık rastlanırken.

Ancak her adıma, yeni bir sorun eşlik ediyordu.

Nevron’dan kendi olanaklarımızla ayrılamıyor, galaksi ulaşım kanalından en yakın turistik alana gidebilmek için modül gemi de isteyemiyorduk. Teknik olarak isteyebilirdik, ama onlara ödeyecek kredimiz yoktu. Kredilerin ne olduğunu, ne işe yaradıklarını biliyor, ancak o güne dek kullanmadığımız kredileri nasıl elde edeceğimizi bilmiyorduk.

Bay Mendelion, Iroha, Neodim ve diğer insanlar Crezonlar tarafından yakalanıncaya değin, Nevron’da diğer uygarlıklarla kredi gerektiren iletişim kurulmamış, kredi de hiç gerekmemişti. Ama artık ve hemen gerekiyordu. Kredi ya da kredi yerine geçebilecek, düşündüğümüz yolculuğu gerçekleştirebilecek başka değerler gerekiyordu bize. Bu sorunun oluşturduğu karamsarlık hepimizi kuşatmak üzereyken, toplanıp bir karar vermeye çalıştık.

Yanıt, hiç beklemediğimiz bir anda “maden, madenler” diyen, yeni kuşak Robotip Young’dan geldi. Young yer altı A düzeyi laboratuarında, 350 metre sonrası analitik tarama programında görevliydi ve anımsadığı bir cümle, bizi buraya getiren yolculuğun kayıp anahtarıydı. Evrenin her köşesinde temel yapı olarak aynı özellikleri ve farklı değerleri taşıyan madenlerdi, aradığımız anahtar.

Young bununla kalmayıp, başka bilgiler de anımsadı. Görevli standart robotipler, ne işe yaradıklarını düşünmeden madenleri elde edip, önceden belirlenen yerlerde topluyordu. Sonra madenler Cyrona Sistemi’nin Xrona Gezegeni’nde bulunan Metalunion Şirketi’ne gönderiliyordu.

Metalunion Şirketi’ne kolay ulaştık. Stokları bildirip, Ekolane Sistemi dahil, geçerli olacak kredi istediğimizi bildirdik.
İsteğimiz karşısında: ”Uzun zamandır aramıyordunuz” diyerek, önce şaşırdılar. Sonra da, neden daha önceki alışverişlerde olduğu gibi takasla Nevron’da olmayan madenlerden değil de, kredi istediğimizi sordular.
Şaşırmakta haklıydılar. O güne dek takaslarda hiç kredi istenmemişti. İnsanların kredi istememelerine alışkındılar. Ancak koşullar farklıydı ve insanların istediği takas değerleri değildi, bize gerekenler. Bizlere gereken yolculuğumuz için gerekli kredilerdi.

Zaman kaybetmeyi hiç istemiyorduk. Yaratıcılarımızın Crezonlar tarafından yakalandığını, onlara ulaşabilmek için de krediye gereksindiğimizi, bütün açıklığıyla anlatan mesajımızı kısa sürede yanıtladı Metalunion Şirketi yetkilileri.

Yanıt, yeni bir sorunla geldi. Nevron standart yaşam alanı barındıran bir gezegen olmadığından galaksilerarası geçerli kredi sistemleri dışındaydı. Metalunion Şirketi’ne satılan cevher ve madenler neye göre, nasıl kredilendirilip, bize ödeme nasıl yapılacaktı?
O aşamaya değin en zor görünen sorunla karşılaşmıştık. Daha kötüsü Econia’ya gidip-dönmek, insanlarla birlikte dönmek için ne kadar, hangi tür kredi gerekecekti? İşte bunu bilmiyorduk. Metalunion’a güvenmek zorundaydık!

Zaman zaman bazı robotipler yaratıcıları kadar, hatta onlardan daha değerli olduklarını düşünüp böbürleniyordu! Ne de olsa insani yanımız yavaş yavaş gelişiyordu... Bu sorunumuza çözüm aradığımız o günlerde böbürlenmek bir yana, kendisini yeterli bulanımız sayılıydı.

- Evet, bu sorun zor bir açmaz gibi görünüyor. Burada olduğunuza göre, sizi fazla hafife almışlar sanırım.
- Hafife almak... Evet Bay Vathien, insani bu deyimle gerçekten de bizi biraz hafife almışlardı. Sizin de bu insani deyimi bilmeniz ilginç.
- Bay Diamore, insanlar 61 yıldır bu parkta. Bu arada insanlar hakkında daha çok bilgi edindik.
- Doğru ya, bir an düşünemedim işte!
- Bir an... doğrusu bir an çözümsüz görünen sorunu, nasıl çözdüğünüzü merak ediyoruz.
- Evet. Söylediğiniz gibi, çözümsüz görünen sorun karşımızdaydı. Bizi gerçekten de fazla hafife almışlardı.

Avladığı hayvanların etiyle beslenen, derisiyle örtünürken, kemiklerini silah olarak kullanan insanlığın uzak geçmişinde kalan bu ilkel yaşamı, 2121 yılında terk ettikleri Dünya’nın bile uzak geçmişinde kalmıştı.
Artık zaman, aynı insanlığın uzayın dört bir yanında doğal ortamlarındaymış gibi rahat dolaştığı yıllardı. Bütün bunları gerçekleştiren yaratıcılarımız aramızdan ayrıldıktan sonra, birlikteyken fazla farkında olmadığımız, onlardan edindiğimiz yeni özelliklerimiz birer birer ortaya çıkıyordu.

- Bu durumda, kendinizde hangi özelliği fark ettiniz?
- Tek kelimeyle… yok cümleyle, şöyle söyleyebilirim: Amaç için vazgeçmemek. Var olmamıza neden olanlara ulaşmak. Onlara olan varlık borcumuzu ödemek. Bunu yapmalıydık, çünkü insanlar olmadan, insanlarla beraber olduğumuz ölçüde mutlu olamıyorduk…
- Bunu biraz da kendiniz için istiyordunuz galiba?
Diamore buruk bir gülümsemeyle yanıtladı Vathien’i.
- Doğrusu evet. İnsani özelliklerimiz sandığımızdan fazlaydı... Yeni duygumuzun adı, ilk bakışta zararsız görünse de, sanırım bencillikti! Şükran duygularıyla iç içe geçip karışmış, çok insani bir duygu, bencillik…

- Sonra ne yaptınız?
- Yaratıcılarımız gibi düşünmeye çalıştık.
- Veee…
- Sonunda ilk bilgilere ulaştık.
- Nasıl?
- Nevron’da kendi halimizde yaşamlarımızı sürdürürken insanlara krediler değil, Nevron’da olmayan cevherler ve madenler gerekiyordu.
Bunun için gerektiği zaman Metalunion Şirketi’yle iletişim kuruluyor, serbest uzay taşıyıcısı Bay Marocas ve ekibi şirketin istediklerini götürüp, insanların istediklerini Nevron’a getiriyordu. Biz de Bay Marocas’dan yardım istemeye karar verdik.

Umduğumuzdan kolay ulaştığımız Metalunion’la iletişim kurmak için tek kanal yeterliydi. Oysa her biri, uzay altı ve uzay üstü olarak adlandırılan 27 ana kanal daha çalışır durumdaydı. Bu durum ilk bakışta lehimize görünse de, değildi.
Bay Marocas’a nasıl ulaşacağımızı bilmiyorduk. Hâlâ çalışan bilgisayarlarda bir kayıta da rastlayamadık. Deneme-yanılma yöntemiyle aramamız gerekiyordu ki, bu da zaman kaybı demekti.

Vathien heyecanını saklamadı.
- Yaratıcılarınızı aratmayan, yeni bir yaratıcılık daha mı?
- Yok canım! Yaratıcılık demek abartılı olur. Biraz sabır demek, daha doğru sanırım.
- Devam edin lütfen.
- Hemen kanalları denemeye başladık. İlk denemeler ümit kırıcıydı. Günlerce gönderdiğimiz mesajlara, sinyallere yanıt alamadık. Sonunda 8. Kanaldan dalga boyunu değiştirip kaçıncısı olduğunu çoktan unuttuğumuz yeni bir sinyal gönderip, sıradaki 11. Kanaldan sinyal göndermeye hazırlanıyorduk ki, yanıt aldık. Başarmıştık, üstelik görüntülü iletişim kurmayı başarmıştık.

Ekranda Bay Marocas’ın pembe yüzü belirdi, şaşkın ifadesi sesine yansıyıp Nevron’a ulaştı: “Sizin orada ne işiniz var? Bay Mendelion, Iroha, Neodim ve diğerleri nerede? Yoksa artık işleri bütünüyle sizlere mi bıraktılar? İşleri geliştirdiler demek! Gelecek sefere daha büyük bir gemiyle gelmeliyim galiba!” dedi, şakayla karışık.

Oysa bizim şaka yapacak ne halimiz, ne de zamanımız vardı.

Bay Marocas daha önce bizleri görmüştü, ama konuşabildiğimizi bilmiyordu galiba! Şaşkınlığı artarken, öfkelendi. Öfkesi sesine de yansıdı ve karşılıklı konuşmalarımız sıralandı: “Neler oluyor orada? Yoksa isyan edip, yönetimi ele mi geçirdiniz? Nedir bu, bir tür robot şakası mı?”
“Bay Marocas.” “Ne var Bay robotip?” “Şaka yapamayacak kadar ciddi bir sorunla karşı karşıyayız. Var olup, olmamak söz konusu! Metalunion Şirketi’nden Bay Metion’la haberleştik. Belki biliyorsunuz?” “Uzayın tüm yolları adına, bu bir düş olmalı! Metion’la da mı görüştünüz? Hayır bilmiyorum. Metion’la yalnız iş olduğu zaman, gerektiği kadar görüşürüz. Ayrıca uzun zamandır Nevron’a gelmedim. Sizler neden söz ediyorsunuz?”
“Biraz sabredip, dinlerseniz anlatmaya çalışacağız. Size gereksinmemiz var. Bu bir oyun değil, ölüm ya da kalım sorunu! Tek umudumuz da sizsiniz." Bay Marocas sakinleşemiyordu bir türlü: “Bugüne dek iş yaptığımız baylar ve diğerleri yokken, nedir bu? Bir tür oyun mu?”

Vathien daha fazla dayanamadı.
- Bu Marocas, sizleri bayağı yormuş olmalı...
- Oldukça uğraştırmıştı bizi. İmdadımıza yine yaratıcılarımız gibi düşünmeye çalışmak yetişti de, ancak ikna edebildik Bay Marocas’ı.
- Nasıl bir ikna?
- Bay Marocas, daha önce nakliye ücretini çift yönlü alıyordu. Getirdiklerinin ücreti olarak, götürdüğünün yarısı kadar madeni kendisi için alıyor, Metalunion Şirketi’ne devrederken krediye dönüştürüyordu. Götürdükleri için de, Metalunion Şirketi anlaştıkları krediyi ödüyordu. Biz, daha önce aldığının iki katını önerdik.
Kötü bir canlı değildi Bay Marocas. Sempatik bir Corionluydu. Ama her şeyden önce ticaret yapıyordu. Önce nazlandı, sonra üç katını önerince razı oldu.

Ertesi sabah soluk güneşi Nevron’un sürekli fırtınalı, girdapların hiç eksilmediği, insan yaşamına düşman yüzeyini aydınlatırken, sıkıntılı, pembe yüzü büyük ekranda göründü. “Merhaba robotipler. Burada neler olmuş böyle, yükleme girişi harabeye dönmüş. Zorlukla inebildim.” dedi, şaşkın bir ifadeyle.
“Olup bitenleri anlatmıştık size Bay Marocas.” “Doğru, anlatmıştınız. Peki, şimdi ne yapıyoruz?” diyerek, biraz da, daha önce inanmamış olmasıyla üzüldü. Belki de bize öyle geldi!

- Bir adım ve bir sorun daha mı?
- Evet, ama çözümsüz değil Bay Vathien.
- Artık her an burada olmanıza daha az şaşırıyorum.
- Bu bir övgü sanırım. Teşekkürler.
“Övgü mü, teşekkürler mi?” diyerek, neşeli kahkahası birimde çınlayan Vathien’i, diğerleri de yalnız bırakmadı.
En neşeli görünen Scanik’in Econia stili gülmesi sona ermeden: “Giderek daha çok meraklanıyorum doğrusu” diyen Vathien’in sesi, yeniden duyuldu: “Öykünüz giderek ilginçleşiyor. Peki sonra?”
- Bakın, sizler dinlerken meraklanmaya başladınız. Bir de yaşayan bizleri düşünün.
Elithien “haklısınız” dedi, övgüyle karışık.
Hermer: “Crezonlar neler yapabileceğinizi bilseydi, ne yapıp edip insanları değil de sizleri ele geçirmeye çalışırlardı her halde! Ama biraz zor olurdu doğrusu!” dedi, neşeyle.
Elithien kızgın bir ifadeyle uyardı: “Yine düşüncesizce bir yanıt Hermer. Beyin uyarıların yeterince doğru değil galiba! Periyodik bakımını yaptırmadın mı?”
Hermer itiraz edecekken, araya Vathien girdi. “Bayanlar, baylar konudan uzaklaşmayalım, lütfen.” Sonra yeniden Diamore’la ilgilendi.

- Evet Bay Diamore?
- Tam o sırada bilgisayarlar bizi uyardı. Crezonlar yine geliyordu.
- Crezonlara rağmen başardınız.
- Evet. İzninizle Crezonları yeri gelince anlatayım.
- Nasıl isterseniz.

- Bay Marocas’a yedek yükleme girişinin koordinatlarını bildirdik. Gemisi girişe kenetlenip yükleme yapılırken, kontrol odasına geldi.
İletişim görevlisi robotip: “Metalunion Şirketi 120.000 platin kredi veriyor. Bu kredi Econia’ya gidip dönmenize yeter de artar bile diyorlar, Bay Marocas” dedi.
Bay Marocas: “Evet, gidip dönmenize, insanlarla dönmenize bile yeter. Yine de en az iki, hatta üç katını vermeliydiler. Onlar benden de açgözlüdürler zaten” dedi. Robotip “hatta” demiştiniz, deyince: “Aradan uzun zaman geçti. Çoğalmış olabilirler, insanlar çoğalmaya eğilimlidirler. Ayrıca insanların vazgeçemedikleri eşyaları, her zaman vardır” dedi.

- Bay Marocas başlarda bizi oldukça uğraştırmıştı, aramıza katılınca hepsi unutuldu. Bu ortamda zaman geçirmeden neleri, nasıl yapacağımızı planladık.
Anlaştığımız madenleri başka türlü taşıyamayacağı için, gemisi bu kez iki sefer yapacaktı.
İlk sefer sorunsuz tamamlandı. İkinci sefer dönüşü kredilerimizi de getirip, seçilen 18 robotipi en yakın turistik alana götürmek üzere her an Nevron’a yaklaştığını bildirdi. Heyecanla Bay Marocas’ı beklemeye başladık.

Bay Marocas’tan önce, Crezon avcı gemileri geldi yine. Haberleşme için kullandığımız sinyaller, dikkatlerini bir kez daha Nevron’a çekmişti anlaşılan.
Ama bu kez insanları yakaladıklarında, yalnız insanların isteklerini yerine getiren robotipler yoktu karşılarında. Hâlâ çalışanlarla yetinmeyip, ürettiğimiz koruyucu silahlarımız vardı ve artık o silahları binlerce robotip kullanabiliyordu.

İlk yoğun birkaç saldırıyı kolaylıkla püskürttük. Onlarca, uzaktan yüzey tarama ve yakalama sistemleriyle donatılmış avcı gemisini yok ettik. Bir o kadar robotipi kaybettik. Kaybettiğimiz arkadaşlarımızın yerine standart robotipleri üretip dengeyi sağlarken, aralıksız saldırıları püskürtüyorduk.
Crezonlar da Nevron’un doğal ortamında donanımsız yaşayamıyordu. Bu da en büyük avantajımızdı. Nevron yüzeyine yayılan robotipleri avlamakta zorlanıyor, ancak uzaktan yok edebiliyorlardı.
Yine de kısa dinlenmeler sonrası saldırılardan vazgeçmiyorlardı. Sanırım bu adı konulmamış tek yanlı savaşı, bir tür gurur meselesi yapmışlardı ve mutlaka kazanmak istiyorlardı. Ancak biz de kaybetmeyi, her an gelişen aklımızın ucundan bile geçirmiyorduk.
Crezonlar saldırıyor, bizler püskürtüyorduk ki Bay Marocas aradı. Durumu görmüş, yörüngedeki ana Crezon gemisinin belirleme alanı dışında, gemisini güvenceye aldıktan sonra, bizi aramıştı.

Yüzeyin doğal koşullarından etkilenmeyişimiz, bir kez daha işimize yaradı. Crezonlarla sonu gelmez görünen savaşı sürdüren arkadaşlarımızla vedalaştık. 18 robotip önce Nevron’un savaşmadığımız yüzeyine inen Bay Marocas’ın modülüne, sonra güvenli, ama uzun bir rota izleyip ana gemisine ulaştık.

- 18 mi? Burada yalnız 3 robotip görüyorum.
- 15 robotip Ekselior’da bekliyor. Biz başaramazsak, onlar başarmaya çalışacaklar. Ayrıca Ekselior’dan Nevron’la sürekli haberleşip, olan bitenleri izliyorlar.

Sorgu grubu şaşırmıştı. Vathien övgüyle karışık gülümsedi.
- Bu, bu müthiş bir...
- Plan mı Bay Vathien?
- Evet. Müthiş bulduğumu itiraf ediyorum. Özellikle...
- Özellikle de bir robot, daha doğrusu robotlar grubu için değil mi, Bay Vathien?
- Doğrusu öyle düşünmüştüm.
- Açık sözlülüğünüz için teşekkürler. Ama unutmayalım ki bizleri insanlar, şu an tutsağımız olan insanlar yarattı.
- İnsanlar tutsağımız değil. Belki gönülsüz konuklarımız oldukları söylenebilir.

Sessiz saniyeler uzuyordu ki Elithien’in rahatlıkla karışık, sıkıntılı sesi duyuldu: “Soruşturma dışı, bir bilgilenme sorusu da benden.”
- Önce insanları bulunca ne yapacağınızı bilmediğinizi, bunun için bir planınız olmadığını söylemiştiniz. Sonra da, Econia’dan insanlarla birlikte dönmeyi düşündüğünüzü söylediniz. Bu dönüşü nasıl gerçekleştirecektiniz?
Planınız yoksa bile, insani bir ümidiniz var mıydı? Çok zor, hatta olanaksız görünse bile, bu dönüşü nasıl gerçekleştirmeyi ümit ediyordunuz? Biraz çelişkili davranmıyor musunuz? Özellikle de bir robot, yani robotip olarak?

- İnsani özelliklerimiz sandığımızdan fazla sanırım Bayan Elithien. Haklısınız, ilk bakışta çelişkili görülen söylediklerim, aslında umutsuz bir girişimi anlatıyor.
- Umutsuz olduğunu bile bile denediniz. Öyle mi?
- Evet. Evet, ama yine bir insani deyim aklıma geliyor.
- İnsanları fazla benimsemeye başlamışsınız!
- İnsanlar, “yaşam sürdükçe ümit vardır” diye düşünürler.
- Siz de mi öyle düşündünüz?
- Sanırım düşündük.

Araya Vathien girdi.
- İnsanları buradan nasıl götürecektiniz? Bütün bir gezegenle savaşmayı mı düşünüyordunuz?
Diamore buruk gülümsedi.
- Hayır Bay Vathien. Bir konuda çelişkili davranmamız, gerçekleri bütünüyle unuttuğumuz anlamına gelmiyor. Crezonlar yakalıyor, siz sergiliyorsunuz. Bu bizim için zor bir durum.

Bu kez, Vathien biraz kızmış görünüyordu.
- Bu parktan habersiz, yere düşmüş bir ekoya yaprağını bile götüremezsiniz, kimse götüremez. Ayrıca, düşmanca davranırsanız koca gezegeni, üstelik tüm gücüyle karşınızda bulursunuz.
- Düşmanca davranmıyor, çözüm arıyoruz ve gücümüzün sınırlarının da farkındayız.
- Crezonları sonraya bırakalım. Hâlâ yaşadığınıza ve yaratıcılarınız da yaşadıklarına göre, neyi ümit ediyorsunuz?
- Çok zor da olsa, belki anlaşabiliriz diye düşünmüştük!
- Bir anlaşma mı? Bu konu bizleri de aşar. Ama söyleyeceklerinizi duymak isterim doğrusu.
- Parkta Econia Gezegeni’nden hiç örnek sergileniyor mu Bay Vathien?

Kimse bu soruyu beklemiyordu. Birimde uzun bir sessizlik oldu. Sessizliği, yine kızacağı düşünülen Vathien bozdu. Kızgın değildi ve gülümsüyordu.
- Gezegenin her yanı onlarla dolu.
- Peki, siz başka bir parkta sergilenmek ister miydiniz?
- Elbette hayır. Ancak konuya biraz tek yanlı bakıyorsunuz bence!
- Nasıl?

Vathien’in kahkahası biz kez daha birimde çınladı. Sonra sakinleşti. “Bu çok komik,” dedi.
- Neden?
- İşte tam da burası komik. Soru sorarken, soru sorulan olmak!
- Sanırım konuşmalar bu duruma neden oldu. Kızdınız mı?
- Kızmadım, yine de komik buluyorum. Neyse, tek yanlı bakıyorsunuz demiştim.
- Evet, öyle demiştiniz.
- Bu konuda Crezonlarla bir anlaşmamız yok. Daha çok isteksiz, geçici ve zorunlu bir işbirliği denilebilir

Diamore sessiz kalınca, Vathien sözlerini sürdürdü.
- Bu park planlandıktan sonra Crezonlar yaşam biçimleri avına çıkmadı. Onlar var olduklarından bugüne, yaşamları avlamak için yaşarlar! Bunu biliyor muydunuz?
- Hayır, ilk kez duyuyorum.
- Avlarını kendi sistemlerinde, ölünceye dek çalıştırırlar.
- Galaktik köleciler demek!
- Öyle de denebilir. Tüm galaksilerde olmasa da, ulaşabildikleri her yerde yıkımlara neden oluyorlar.
- Çok mu güçlüler?
- Çoğu yaşam biçimleri için korkutucular! Güçlü de sayılırlar, ama herkesten değil.
Örneğin, Ekolane Sistemi’ne girmeleri yasaktır. Buna cesaret de edemezler. Daha önce denediklerinde, başlarına gelenleri hâlâ unutmamışlardır. Yaşadıkları Karanlık Kuşak’a sürülmüşlerdi.
- Hâlâ dünyaları yakıp-yıkıp, yaşamları esir ediyorlar.
- Karanlık Kuşak çok geniştir. Karanlıklara hizmet etmeyi amaçlayan başkaları da var. Ekolane Sistemi’de geniştir. Hepsiyle, özellikle de tek başına uğraşamayız. Sistemimizi korumak çok zamanımızı alıyor.

Sessizliği yine Vathien bozdu.
Anlaşma derken tam olarak neden söz ettiğinizi bile tam olarak konuşamadık, artık Econia için akşam oluyor. Sanıyorum bu konuşmalarımızı bir süre daha sürdüreceğiz Bay Diamore. Bugünlük yeterli bence.
- Konuşmaları sürdürmek bizim de hoşumuza gidecek Bay Vathien.
- Biz diyorsunuz, ama yalnız siz konuştunuz.
- Bunun özel bir nedeni yok. Ben de sizin gibi, bir anlamda küçük grubumuzun sözcüsü sayılırım.
Arzu ederseniz Nivyera ve Ohen’de sorularınızı yanıtlayacaktır.
- Konuşmak için çok zamanımız olacak. Sorgudan çok, ilginç bir sohbetti Bay Diamore, teşekkürler. Bir süre daha konuğumuzsunuz, Scanik sizlerle ilgilenecek. İsteklerinizi ona bildirebilirsiniz.
- Teşekkürler Bay Vathien.
- Başka sorusu olan var mı?
- Nasıl olsa bir süre daha buradayız. Sonraya bırakalım.
- Öyleyse hepimiz adına, iyi bir Econia akşamı diliyorum robotipler.
Robotipler koro halinde yanıtladılar Vathien’i: “Sizlere de iyi bir akşam diliyoruz. Bize iyi davrandığınız için de teşekkürler.”

Megazer kalkan yeniden iki grubu ayırırken, Vathien arkadaşlarına döndü: “İlginç bir gündü. Sizleri bilemem, ama beni umutlandırdı doğrusu!”

Salondaki sessizlik onaylama anlamına geliyordu.

Scanik konuklarla ilgilenmek üzere konukevini aradı. Grup başkanı Vathien sorgu raporunu bir üst gruba iletip, toplantının sona erdiğini bildirdi ve akşamı karşılamak için birimden ayrıldılar.

İki Econia günü sonra, Denetim ve Karar Kurulu hiçbir koşul ileri sürmeden, robotiplerin insanların yaşam birimlerini ziyaretine izin verdi.

2401 yılında, çift güneşin aydınlattığı Econia Gezegeni’ndeki Bilinen Yaşam Biçimleri Parkı’nda insanların bulunduğu birimin önü: Dünya’daki klasik hayvanat bahçelerinde primatların bulunduğu, her zaman en kalabalık kafeslerin önünü andırıyordu...

Park yönetim üyeleri başta olmak üzere, görevli-görevsiz hemen herkes oradaydı. Robotipler her adımda transparan enerji perdesinin sınırlarını belirlediği birime yaklaşırken, izleyenlerin kendince heyecanları doruklardaydı.

Robotipler kalabalığa aldırmadan el ele tutuşup enerji perdesine yaklaşırken; perdenin ardındaki insanlar da karışık duygularının yüzlerine yansımış şaşkın ifadeleriyle, her adımda robotiplere yaklaşıyordu.
En önde 158 yaşındaki Mendelion, 156 yaşındaki Iroha ve 154 yaşındaki Neodim’i izleyen insanlar içeriden, robotipler dışarıdan son birer adım atıp durdular.

Diamore, Nivyera ve onları taklit eden küçük Ohen ağzını açtı ama konuşamadılar. Boğazlarına bir şeyler düğümlendi. Diamore, perdenin diğer yanından duyulmayacağını bile bile konuşmak istedi. Tutamadığı, tutmak istemediği gözyaşları arasında düşünceleri kelimelere dönüşemedi. Ama kelimeler düşüncelere dönüştü: “Beni yaratan insan, nasıl oldu da bu hale geldi?”

Sürecek

Ocak 2007, İstanbul
Ertuğrul Asım Öztürk



Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.


 


İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.

Yazarın bilim kurgu kümesinde bulunan diğer yazıları...
Elsa…

Yazarın öykü ana kümesinde bulunan diğer yazıları...
Neanlar (1)
Neanlar (2)

Yazarın diğer ana kümelerde yazmış olduğu yazılar...
İz Bırakmak… [Deneme]
İz Bırakmamak… [Deneme]
İz Sürmek… [Deneme]
Dönüm Noktaları… [Deneme]
Merhaba Yeni Yıl [Deneme]
Kentler… [Eleştiri]
Yaşasın, Eyvah Yağmur Yağıyor… [Eleştiri]
Farklı Bir Gün… [Eleştiri]


E. Asım Öztürk kimdir?

Dünya benim için dönmüyor. Güneş benim için doğmuyor. Dünya, dönmesi gerektiği için dönüyor. Güneş, doğması gerektiği için doğuyor.

Etkilendiği Yazarlar:
Edebiyattan müziğe, resimden karikatüre, sayıları çok fazla.


yazardan son gelenler

 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2025 | © E. Asım Öztürk, 2025
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.