Yüz kişinin içinde aşık, gökte yıldızlar arasında parıldayan ay gibi belli olur. -Mevlana |
|
||||||||||
|
Arayışlar genel olarak iki ana grupta toplanırken; çoğunluk bir inancın ardından gider, sonsuz yaşam için… Sürüp giden yaşamın sonsuzluğunu aramaktan, ölüm sonrası sonsuz yaşama uzamıştır çoğunluğun düşünceleri. Sonunda hepsi ölmüştür. Tüm canlıların kaçınılmaz sonunu anlatır, o keyifsiz, bilinen ama gerekmedikçe dillendirilmeyen sözcük… Ölmek, ama yok olmamak düşüncesi ilginçtir. Somut kanıtları olmadığını düşünenlere katılmayan insanlar, bu düşünceden uzak duramaz… Durmaları da beklenemez, ödülü büyüleyicidir… Somut kanıtları olduğunu düşündükleri yerlere inananlardan farklı biçimlerde, ölümsüzlüğü arayanlar da olmuştur, oluyor ve olacaktır, insanlar yaşadıkça… Bir kez yaşama merhaba diyen insan; iyi yaşamak, güzel ve mutlu bir ömür sürmek ister. Bir gün sona ereceğini bilerek, hiç sona ermesin ister yaşamı. Yok olup gitmek istemeyenler anımsanmak ister, ölümü sonrası ölümsüzleşmek isterken. İstekler tutkuya dönüşürken yolları aranır, kendince… Ölümsüz olabilmeyi, önlenemez biçimde geride bırakacağı yaşamı sonrası kendisini anımsatacaklarda ararken; arayış, iz ve izler bırakmak gereğiyle, gerçeğine götürür arayanları. Bırakılacak izler aranırken, yöntemler ve bırakılabileceklere yönelir arayışlar. Adım adım iz sürülmeye başlanır çağlar boyu. Doğanın sundukları ve biraz çabayla ekledikleriyle yaşamaya çalıştığı uzak geçmişten günümüze, bir insanlık yolculuğu başlar. Düşünüp, sorar. Sorularına yanıtlar ararken; uyguladıklarıyla yavaş yavaş çevreye uyan değil, kendisine uyduran olmaya, egemen olmaya başlar. Doğrudan sunulanlar ve bulduklarıyla da yetinmez. Az çabayla eklediklerine; giderek karmaşıklaşan yöntemlerle yeni eklemeler yapar sürekli. Yaşamıyla birlikte yaşadığı çevre de değişmeye, insana hizmet etmeye başlar. Yaşam olanaklarını sunan efendinin, efendisi olmaya başlar. Yaşam özelliklerinin ilişkilerini keşfeder. Sonuçlar çıkarırken taklit etmekten yenilikler üretmeye uzanır, egemen olmaya başladığı çağlar gelip geçerken. Artık hazır mağara ve barınak seçmekten uzaktır. Kendi yaşam alanlarını oluşturur, gerekli gördüğü yerlerde. İstediğini üretirken, istemediklerini yaşamından uzak tutar. Bir kez yaşamını yönlendirmenin yolunu bulmuşken; kendisine daha çok güvenir. Yeni arayışlar yaşamla iç içe, sürüp gider. Klasik tarihe göre, kırk-elli bin yıl önce başlamıştır insanın öyküsü. Arada uzun bir on bin yıl dikkatimizi çeker, önce. Ancak o on bin yıl öncesinden, biraz farkla sonrasından, çok da farklı değildir… Sonra büyük evi gezegenini, dünyasını tanımayı sürdürür; her an geliştirip uyguladıklarına yenilerini eklerken. Artık karalarda daha egemen, sularda daha güvenli, havada daha etkindir, önceleri taklit etmekle başladığı benzerlerinden. Çevresine egemen olurken daha iyi beslenip, hastalıklar ve olumsuz çevre etkilerinden daha özenli korunarak, yaşamını otuz beş-kırk yıldan, altmış beş-yetmiş ve daha sonraki yıllara uzatmayı başarmıştır. Nüfus artmış, sekiz bir yanına dağıldığı dünyaya egemen olmaya başlamıştır. Hâlâ sorunları ve anlayamadıkları vardır elbette. Olacaktır da yaşam sürdükçe. İnsan beyninin kötümser olduğu düşünülenlere göre yüzde onu, iyimserlere göre yüzde yirmi beşi etkindir. Hangi oranı ölçü alırsak alalım, geride büyük bir oran vardır ve yapabileceklerini beklemektedir. Yapabileceklerini düşünmek, düşünürken bile baş döndürücüdür. Küçük oran insanlığı yaşadığımız günlere, içinde yaşadığı gezegenin dışına çıkarak tablo benzeri izleyebildiği yerlere ulaştırıyorsa; bütününün insanlığı ulaştırabileceği yerleri anlamak bir yana, düşünmekte bile zorlanıyoruz şimdilik… Bir köşesinde yaşadığımız evrenin geleceğinde, henüz bilip-anlayamadığımız biçimlerde, ya da kendi kendisinin sonuna neden olmadıkça; insanlığın önünde uzun bir yaşam olduğu düşünülebilir. İnsanlık adına genel olarak bu özellikler söylenebilir. Ancak, dünya anlamında insanlığın ortak değerlerinin her geçen gün azalmasına benzer, iz sürmek konusunda da farklı yaklaşımlar vardır. İnsanlık mağaralarda yaşadığı o uzak çağlardan bugünlere ulaşırken, birden çok nedenle ayrılarak, üzerinde yaşayabildiği tek gezegeni paylaşmaktan uzaklaşmıştır. Gücü bir kez elde edenler, diğer insanların da kendilerinin izini sürüp, kayıtsız kabullenmelerini istemiş, isteklerini kabul ettirmeye çalışmıştır. Yeterli olmayınca dayatmış ve zora başvurmuştur. Çağlar akıp giderken el değiştirip farklılaşan güç kavramıyla, değişen yalnız roller olmuştur. Dayatanlar dayatılan, dayatılanlar dayatan olabilmiştir. Yaşananlar sonu gelmez kin gütmelerden, savaşlara uzamıştır. İnsanın ortak özellikleri unutulmuş, unutulmuş görünmüştür, sunuşlara ortak olma istekleri unutulmazken… İz sürmeyi amaçlayan insanlar, mağaralarda yaşadığı günlerden bugünlere sorup, arayıp, bularak ulaştıklarının bilincindedir. Benzer biçimde, biyolojik yaşamlarının kaçınılmaz olarak bir gün sonlanacağının da farkındadır, sürekli gerçekleri arayan insanlar. Elektrikten-uçağa, bilgisayardan, uzayda dolaşmaya uzanabilen bilimin ve gerçeklerinin farkındaki insanlardır onlar. Gerçekçi davranışlarla, arayış ve uygulamaların ardından giderler bu nedenle. O insanların iz bırakmak, bırakabilmek istekleri de farklıdır, gerçeklerin aydınlığında. Onlar, izlerini bizlere bırakan insanlar benzeri; bizlerden sonra yaşayacak insanlar için iz bırakma çabalarını sürdürürler, durmaksızın… Düşünceleri benzeri, çabalarının ömürleri aşacağının da farkındadırlar. Bu nedenle arayış ve çabalarını iz, geleceğe miras bırakabilmek; insanlık adına yaşamı sürdürmek olarak adlandırmak yanlış olmaz. Bütün bunlar, bizi iz sürmek adına nelerin yapılabileceği düşüncesine götürür. Düşünce, arayışlara uzanırken yalnız yaşamlarını sürdürmekle yetinenlerle, yetinmeyip yarınlarını planlayanlara rastlarız. Yetinenler kendi dünyalarında mutluyken; yetinmeyenler yeni adlar altında ve kaçınılmaz olarak kişisel dünyaları da kapsayarak, dünyaya egemen olurlar. Çevrenin sunduklarıyla yaşamını sürdüren insanlık, çevresinden başlayarak dünyayı biçimlendirirken; ortak özelliklerini unutan, unutmuş görünen insanlar gerilere düşmeye başlamıştır. Kendi yaşamlarının gerçekleriyle uğraşırken, yaşamın hemen her alanında… Gelinen noktada, düşünerek araştırıp üretenlerle, onların sunduklarıyla yaşamlarını sürdürenler vardır dünya genelinde ve genel olarak. Tek bir insan anımsanmak isteyip, iz bırakmak adına iz sürmenin gereğinin farkındayken; o insanları da barındıran toplum ve ülkeler sürülmesi gereken izlerden uzaklaştıkça, yaşamdan da uzaklaşır. Gelecekte var olabileceklerin arasında olabileceklerini söylemek de zorlaşır… Yapılanlar uzun bir listede sıralanabilir. Ya da çok uzağa gitmeyip, örneğin elektrikten başlayarak, günlük yaşamlardaki vazgeçilmezlerimizi düşünebiliriz. Vazgeçilmezlere katkımız olup olmadığını düşünebiliriz. Bu satırları ulaştırabilme ve ulaşabilme nedenlerini veya o an aklımıza gelenleri düşünebiliriz, örneğin. Sonra yarınlara güvenle bakabileceğimizi, düşünebilir miyiz? Yarınlar ve sonrasında, insanlık kavramı arasında, kendimize özgü özelliklerimizle yer alabileceğimizi, hatta “bir zamanlar yaşadılar” diye mutlu gülümsemeler eşliğinde anımsanmamızı bekleyebilir miyiz? Uzak geleceğe ulaşabilen insanlık arasında yerimiz olacak, olabilecek midir? Toplum olarak, uzak gelecekte de olsa unutulmuşlar arasında yer almak ister miyiz? İstemiyorsak, bireyden başlayarak toplum olarak yapmamız gerekenler yok mudur? Gerekenlere gereken önemi verip, yeterince ilgileniyor muyuz? Geleceğin, kaçınılmaz olarak bir gün geleceğini bilmiyor muyuz? Geriye gelmeyen tek değer zaman… Çok istesek de bir saniye öncesine dönemeyiz. Evet, zamanın dönüşümleri vardır. Ancak günümüzde teorik bilimsel gerçekler, bilimkurgu öykü-roman ve filmlerinin hoşlukları olarak karşımıza çıkarlar. Zamanı değerlendirmek, uzak gelecekte yer alma isteklerinin ilk adımıdır, bir anlamda. O uzak gelecekte yer alabilmenin nedenleri çoktur. Ama her çokluğun, bir de temeli vardır. Bu temel, adım adım bugünlere ulaşan insanlığın izlediği yoldur. O yola çıkıp yolcusu olabilmek için, yaşamı aydınlatan iz ve izlerin izinin sürülmesi gerekir.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © E. Asım Öztürk, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |