Bu kitap çok gerekli bir açığı dolduruyor. -Moses Hadas |
|
||||||||||
|
“Alo Bahar???!!!” “Merhaba Tarık.” “???!!!” “Alo orda mısın, duyuyor musun beni?” “Evet, evet duyuyorum, aramana şaşırdım sadece.” “Nasılsın Tarık?” “İyi sayılırım, ya sen?” “Keşke bende iyiyim diyebilseydim.” “Oysa şu aralar çok mutlu olman gerekir. Ne de olsa yakında sevdiğinle evleniyorsun. Üstelik köyün en zengin ailesine gelin gidiyorsun.” “İnan bana hiçbir şey zannettiğin gibi değil.” “Öyle mi? Nasılmış peki?” “Seninle acilen konuşmamız gerek, çok önemli.” “İyi konuşalım o zaman.” “Telefonda olmaz yüz yüze görüşmeliyiz.” “Fakat köy yerinde evlenmek üzere olan genç bir kızın başka bir erkekle buluşması pek uygun olmaz.” “Biliyorum fakat telefonda konuşulacak bir mesele değil bu.” “Hem artık aramızda konuşacak ne kaldı ki?” “Lütfen Tarık, çok önemli olmasa bunu istemem senden.” “Tamam, o zaman, fakat bir gören olursa senin için pekiyi olmaz.” “Merak etme sen, hiç kimsenin haberi olmayacak.” “O halde yerini ve zamanını söyle.” “Annenle baban tarladaki evde kalıyorlar değil mi hala?” “Evet?” “Öyleyse yarın gece yarısından sonra sizin evde.” “Benim için bir sakıncası yok.” “Anlaştık o halde yarın gece görüşürüz. İyi geceler.” “İyi geceler.” * * * Elimde telefon bir süre öylece kalakalmıştım. Sonrasında ise tereddüt hâsıl olmuştu zihnimde; Böyle bir görüşme olmuş muydu gerçekten, yoksa hepsi bir rüya mıydı? Belki de hayalle gerçeği karıştırıyordum yine. Fakat bu olasılıklar pek de mantıklı görünmüyordu. Bahar gerçekten beni aramış olamazdı. O bir başkasıyla nişanlıydı ve çok yakında da evlenecekti. Tam düğün arifesinde araması için hiçbir neden olamazdı, olmamalıydı da. Fakat rüya görmüş de olamazdım. Zira henüz yatmamıştım bile, üstümü değiştiriyordum o sırada. Hem rüyalarda yüz yüze yaşanırdı daha çok sahneler. Böyle telefonla iletişim kurulmazdı pek. Evet, zamanında çok fazla hayal kurmuştum. Hatta bazen bunları gerçek zannettiğim anlarda olmuştu. Fakat o nişanlandıktan sonra kapatmıştım hayallerimin perdesini bir daha açılmamak üzere. Kaldı ki benim hayallerim böyle tek sahnelik olmazdı. Başı sonu belli uzun metrajlı bir sinema filmini andırırdı adeta… Sonra bir anda hala kulak hizasında tuttuğum telefonu hissettim elimde. Bunu nasıl da daha önce düşünememiştim ki? Gerçeği ortaya çıkartacak tek delil onun hafızasında saklıydı. Arama kayıtlarına baktım hemen. Bahar, 00.15, 18 Temmuz, yazıyordu telefonda. O halde böyle bir konuşma olmuştu ve Bahar gerçekten de benimle buluşup, konuşmak istiyordu. Peki, ama neden? Neden görüşüp konuşmak istiyordu ki bu kız benimle? Ne söyleyecek, ne isteyecekti? Oysa o bensizliği seçmiş, bir başkasıyla nişanlanmıştı. Benim payıma ise zorunlu olarak onsuz bir hayat düşmüştü. Peki, şimdi değişen neydi ki yeniden görüşmek istiyordu benimle, üstelik neredeyse düğün hazırlıkları bile başlamışken. Bu halde görüşülüp, konuşacak ne olabilirdi ki artık? Hem zaten ben de kendi yolumu çizmiş, onsuz bir hayatın tüm planlarını yapmıştım; Uzaklara gidip yeni bir hayata başlayacak, bir de böyle deneyecektim içimdeki sevdayı söküp atmayı. Bundan başka bir çarem de kalmamıştı zaten. Denediğim hiçbir yöntem fayda etmemişti çünkü. Bir süre alkolden medet ummuştum böyle durumlarda akla gelen ilk yöntem olarak. Fakat sonuç umduğum gibi olmamış, baş ağrısından başka bir işe yaramamıştı. Yüreğimin kapılarını yeni sevdalara açmayı denemiştim daha sonra. Fakat yüreğim Bahar’ın aşkıyla öyle doluydu ki, diğerlerinin hiç şansı olmamıştı. Bir süre de kendimi Allah yoluna adayıp, dünyanın geçici zevklerinden arınmaya çalışarak denemiştim şansımı. Fakat arzu ettiğim sonuca ulaşmam yine mümkün olmamıştı. İçimdeki aşk biraz küllense de en küçük bir kıvılcımda dahi yeniden ve daha güçlü alevlenmişti duygularım. En sonunda anlamıştım ki onu gözümden ırak tutmadıkça yüreğimden de atamayacaktım. Bu yüzden aldığım karar gereği köyden ayrılıp, İstanbul’a gidecektim. Fakat tercihimin İstanbul olması Türk Filmlerindeki gibi öyle derin anlamlar taşımıyordu. Yani benim İstanbul ile kavgaya girişmek, büyük adam olarak köye dönüp birilerinden intikam almak gibi bir amacım yoktu kesinlikle. İstanbul tercihimin tek nedeni, başlayacağım yeni hayatta bana her türlü yardımda bulunmayı vaat eden asker arkadaşım Emre’nin orada yaşıyor olmasıydı. Emre ile vatani görevimize başladığımız ilk gün tanışmış çok iyi dost olmuştuk. Samimiyeti, mütevazılığı ve efendi kişiliği ile dizilerde, filmlerde sunulmaya çalışılan züppe zengin çocuğu imajından çok farklıydı. Belki tesadüf sonucu, belki de zengin ve itibar sahibi babasının tanıdıklarını araya sokması sayesinde, on beş ayı aynı bölükte, ranza arkadaşı olarak tamamlamıştık. Dostluğumuz terhis olduktan sonra da aynı samimiyetiyle devam ediyordu. Sık sık telefonla görüşür, zaman zamanda karşılıklı ziyaretlerde bulunurduk. Emre her defasında istikbalim için İstanbul’a yerleşmem konusunda ısrarcı olurdu. Fakat o zamanlar bu teklif bana pek cazip görünmezdi. Çünkü beni buraya bağlayan çok ama çok önemli bir nedenim vardı; Bahar. Ayrıca benim hayattan öyle büyük beklentilerim de yoktu zaten. Tek arzum onunla bir yuva kurup, mutlu bir yaşam sürmekten ibaretti. Fakat onun Osman ile nişanlanmasından sonra Emre’nin teklifini kabul etmek zorunda kalmıştım. Bunu memnuniyetle karşılayan Emre hem iş, hem de kalacak yer sorununu halletmişti bile. Hatta aldığım kararın gereği olarak iki yıldır çalıştığım fabrikadan da tüm sosyal haklarımdan feragat ederek ayrılmıştım. Kısa bir süre sonra; Bahar’ın düğününün hemen ardından yola çıkacaktım. Böylelikle onun evlendiğini bizzat görecek, artık bu işin tamamen bittiğine yüreğimi inandırabilecektim. Çünkü yüreğim son ana kadar arzularını karşılayacak sürpriz bir beklenti içerisindeydi hala. İşte bu yüzden onun görüşme isteği beni fazlasıyla heyecanlandırmıştı. Fakat öte yandan duygularıma kapılıp yeni bir hayal kırıklığı yaşamak da istemediğimden heyecanımı dizginlemeye çalışıyordum. Fakat pek de başarılı olduğum söylenemezdi. “Neden görüşmek istiyor benimle? Neden? Neden?” Beynimdeki tüm hücreler hararetle bu sorunun cevabına muhtaçtı ve sanki cevapsız geçen her saniye yüzlercesi kendini imha ediyordu. Arada bir gecenin saatine aldırmayıp, cep telefonumla bu sorunun cevabını verebilecek tek kişiyi, onu arıyordum. Fakat karşıma çıkan telefon operatörünün bant kaydı oluyordu; “Aradığınız kişiye şu anda ulaşılamıyor. Lütfen daha sonra tekrar arayın.” Bende anonsta söylenen tavsiyeye uyuyordum fakat sonuç bir öncekinden farklı olmuyordu. Bazen durumu abarttığımı, onun görüşme isteğinin basit bir nedene dayanabileceğini düşünerek bu konuyu aklımın gündeminden düşürmeye çalışıyordum. Fakat yüreğimin aksi görüşteki ısrarcı tutumu buna izin vermiyordu. Evet, evet hissediyordum, bir şeyler değişmişti ya da değişmek üzereydi. Bu gece, o telefon hayatımda güzel şeylerin başlayacağına dair bir işaretti. Yaşadığım çelişki yerini büyük bir sevince, umutlu bir bekleyişe bırakmıştı bir anda. Her nasılsa kendimi ona hiç olmadığım kadar yakın hissediyor, birlikte mutlu bir geleceği her zamankinden daha mümkün görüyordum. Fakat bir anda yüreğimin en güçlü muhalifi olan mantığım devreye girerek duruma el koyuyor, olumlu tüm hislerime telafisi zor darbeler indiriyordu. Yüreğimin görmezden geldiği gerçekleri o en yalın haliyle haykırmakta tereddüt etmiyordu; “Kendine gel,” diyordu. “Bu iş bitti artık. O yakında bir başkasıyla evlenecek, sende buralardan uzakta kendine yeni bir hayat kuracaksın. Onunla bir geleceğin olamaz, olmayacak. Boş yere kendini kandırma, sonra her zamanki gibi hayal kırıklığına uğrayacak, yıkılacaksın. Gerçekleri gör artık.” Aldığı darbelerle yıpranan yüreğim yine de direnmeye çalışıyordu; “Ama” diyordu güvensiz bir seslenişle; “Söyleyeceklerinin önemli olduğunu söyledi.” “Eee bundan ne çıkar yani?” diye derhal karşı duruyordu mantığım, uzlaşmaya yanaşmayan tavrıyla. “Kız milleti işte her şeyi abartmaya bayılırlar.” “Fakat” diyor yüreğim son bir çırpınışla. “Evlenmek üzere olan bir kız için fazla üzgündü.” Yanıt gecikmeden geliyordu; “Olabilir, belki istediği gibi bir gelinlik bulamamıştır, belki de zengin kayın pederi takı konusunda cimri davranmıştır.” En nihayetinde yüreğim susmak zorunda kalmıştı. Fakat o pes etmiş değildi henüz. Her şeye rağmen umudunu korumaya çalışıyordu hala. İKİ Ne kadar direnmeye çalışsa da geçmeye mahkûm olan zaman biraz ilerlemişti. O telefondan sonra yüreğim ve mantığım arasında yaşanan ve halen sürmekte olan çetin savaş beni oldukça yıpratmıştı. Genelde mantığım üstünlük sağlasa da yüreğim pes etmiyordu. Evdeki bütün sigara stoklarını tüketmiştim. İçerideki dumandan odadaki görüş mesafesi neredeyse sıfıra inmişti. Dışarıdan gören biri kesinlikle evde yangın çıktığını zannedebilirdi. Artık nefes almakta dahi zorlanıyordum. Pencereler açık olmasına rağmen odadaki bütün oksijen tükenmişti sanki. Öksürükler içinde, adeta bir yangından kaçarcasına can havliyle kendimi dışarı attım. Ciğerlerimle buluşan temiz havanın etkisiyle biraz rahatlamıştım. Fakat bu kadarı yeterli değildi. Çünkü sıkıntımın asıl nedeni, kafamdaki bulanıklığın yüreğime verdiği ızdıraptı. Bir süre evin önünde amaçsızca turladıktan sonra, birileriyle konuşmanın, duygularımı paylaşmanın yararlı olabileceğini düşündüm. O anda aklıma ilk gelen isim doğal olarak Kemal olmuştu. O, hem benim köydeki en iyi dostum, hem de bütün hikâyemi bilen tek kişiydi. Ayrıca bu saatte uyanık bulabileceğim birkaç isimden biriydi. Dahası onu nerede bulacağımı da çok iyi biliyordum. Şu anda köy kahvehanesinde olmalıydı. Kahvehane sahibinin oğlu, babasından ve kanunlardan gizli, gece yarısından sonra köyün gençlerine kumar oynatır, içki satardı. Kemal de onun daimi müşterilerinden biriydi. Daha önceleri bir süre bende takılmıştım oraya. Fakat benim amacım, ne içki merakı, ne de kazanma hırsıydı. Sadece aklımı farklı şeylerle meşgul edip, O’nu daha kolay unutabilme çabasından ibaretti. Evin kapısını kilitleyip yola koyuldum. Kahvehaneye giden daha kısa yollar olmasına rağmen yüreğim ve ayaklarım işbirliği edip beni O’nun evinin önünden geçen yola yöneltmişlerdi. Zaten genellikle böyle yaparlardı; bir an dahi olsa onu görebilme imkânı tanımak için. Gecenin bu saatinde böyle bir ihtimal bulunmamasına rağmen, evine yaklaştıkça her zamanki gibi kalbimde tatlı bir telaş başlamıştı yine. Sanki Bahar orada beni bekliyordu. Buna kendimi inandırmış olmalıyım ki evlerinin önüne geldiğimde kısa süreli bir hayal kırıklığı yaşadım. Fakat daha sonra bunu anlamsız bulup, kendimi garipsedim. Olması gerektiği gibi evin bütün ışıkları kapalıydı. Kim bilir o şimdi kaçıncı uykusunda, ne rüyalar görüyordu. O rüyaların içinde benim de bir rolüm var mıydı acaba? Oysa benimkilerin hepsinde o baş roldeydi. Orada kalıp zihnimin penceresine yerleştirdiği hayalini seyrettim bir süre. Gülümsüyordu. O zümrüt yeşili gözleri sokak lambasından daha çok aydınlatıyordu sanki gecenin karanlığını. Başak tarlasını anımsatan sarı saçları tek bir yaprağın kımıldamadığı bu temmuz sıcağında bile ustalıkla icra edebiliyordu dansını. Sihirli bir güç tarafından ona doğru çekilmeye başlamıştım sanki daha sonra. Zihnimdeki bütün çatışmalar sona ermişti bir anda. Bedenden kurtulmuş bir ruh gibi hafiflemiş hissediyordum kendimi. Tam ona kavuşmak üzereydim ki yaklaşmakta olan ayak sesleri bütün sihri bozmuş, ortam bir anda eski haline dönüşüvermişti. Tedirgin bir halde hızlı adımlarla derhal oradan uzaklaştım. Gece yarısından sonra jandarma baskınına karşı tedbir olarak kullanılan kahvehanenin arka demir kapısına, parolasına uymaksızın vurdum. Bir anda başlayan içerideki panik havası fısıltılı konuşmalardan ve masa sandalye seslerinden anlaşılıyordu. “Kim O?” diye korku ile titreyen bir ses geldi içeriden. Bu kahvehane sahibinin oğlu Ali’ydi. Kendimi tanıtmama rağmen yine de kapı tereddütle açılmıştı. Başta Ali olmak üzere bir anda bütün memnuniyetsiz bakışların hedefi olmuştum. Bazıları sadece bu bakışlarla yetinmeyip, hakarete varan sözlerle protestolarını açıkça ortaya koymuşlardı. Hiç birini umursamadan kapıdan gözlerimle içeriyi taradım. Yanılmamıştım. O bakışlardan biri de Kemal’e aitti. Fakat diğerlerinin aksine merak ve kaygı ile bakıyordu onunkiler. Ona elimle gelmesini işaret ettim. Belki de kazanmak üzere olduğu kumar masasından kalkmakta anlık bir tereddüt yaşasa da bunca yıllık dostluğumuzun hatırına kalkıp geldi yanıma. “Hayırdır, ne oldu bu saatte?” “Seninle konuşmak istiyorum.” “Sabah konuşsak?” “Sabah konuşmak isteseydim sabah gelirdim yanına.” Kemal durumun ciddiyeti kavramıştı o anda. “Peki, peki kızma.” dedi. “Bekle biraz.” Kemal geri dönüp masa arkadaşlarına oyuna devam edemeyeceğini söylediğinde bir kez daha öfkeli bakışların muhatabı olmuştum. Kapıdan uzaklaşıp, görüş alanlarından çıkarak ancak kurtulabildim o bakışlardan. Kemal içinde bira şişeleri olduğu anlaşılan elindeki siyah naylon poşet ile tekrar yanıma geldi. “Anladığım kadarıyla bunlara ihtiyacımız olacak.” Dedi elindekileri işaret ederek. Birlikte yıllar önce yapılmış, ancak seçim zamanları yama yapılan sözde asfalt yolda yürüyerek özel sohbetlerimizin mekânı olan dere kenarındaki yerimize ulaşmıştık. Kış aylarında engel tanımaksızın büyük bir coşku ve meydan okumayla çağlayan dere, aşırı sıcaklar karşısında mağlup olmanın verdiği utançla sessizce akıp gitmekteydi. Yıllardır sırlarımızın en yakın ve en güvenilir tanığı olan, yaşlı fakat heybetini hala koruyan meşe ağacının altına oturduk. Kuş ve börtü böcek korosuna belli belirsiz eşlik eden derenin sesi ortamın fon müziğini oluşturuyordu. Yol boyunca hiç konuşmamıştık. Ben Bahar’ın görüşme isteğinin ardındaki gizemi düşünüyordum, Kemal ise muhtemelen kumarda kazanmak üzere olduğu paraları. Kemal iki bira şişesinin kapaklarını her zaman yanında taşıdığı denizci çakısı ile açarak birini bana uzattı. “Eee,” dedi daha sonra. “Anlat bakalım.” “O aradı.” dedim. “O kim?” “Bahar.” “Hangi Bahar?” Anladığım kadarıyla Kemal biraz sarhoştu. Belki de aklı yarım bıraktığı kumar masasındaydı hala. Onun bu ilgisiz tavrı beni sinirlendirmişti. Oturduğum yerden sert bir tekme attım ayağına. Kemal’in yüzünde acı dolu bir ifade belirmişti. Fakat ne o buna dair bir sitemde bulundu, ne de ben ondan özür dileme gereği duydum. “Sahi mi söylüyorsun?” dedi aymazlıktan sıyrılarak, “Niye aramış, ne istiyormuş.” “Benimle buluşup, konuşmak istediğini söyledi. Çok önemliymiş.” Şaşkınlık ve merakıma Kemal de ortak olmuştu. “Allah, Allah,” dedi, “Ne söyleyecek acaba, hem de düğüne bu kadar az bir zaman kalmışken.” “Bilmiyorum.” dedim. Isınmaya başlayan biralarımızdan birer yudum daha alıp konu ile ilgili yorumlarımızı sürdürdük; “Ne istiyormuş, sorsaydın ya.” “Sordum fakat telefonda olmaz, dedi.” “Allah Allah telefonda söylenmeyecek kadar önemli ne olabilir ki?” “Hiçbir fikrim yok.” Bir süreliğine sessizlik ortamın hâkimi olmuştu. Bu konuda ayrı ayrı kafa yorup mantıklı bir yorum getirmeye çalışıyorduk. “Bence abartmıştır.” dedi Kemal sessizliğin ardından. “Ne de olsa kız milleti işte.” Kemal’in mantığımla aynı düşünceyi paylaşması aslında pek şaşırtmamıştı beni. Zira Kemal, benim gibi duygularıyla değil, genellikle mantığıyla hayatına yön veren birisiydi. O anda Kemal’in konuşmak için pek de doğru kişi olmadığını düşünmüştüm. Çünkü onun yüreğime destek olması pek olası değildi. Fakat duygularımı paylaşacağım başka bir dostum da yoktu köyde. “Öyle olsa gerek” diye karşılık verdim yüreğimin muhalif sesine rağmen. Kemal sözlerimi değil, bu muhalif sesi duymuştu sanki. Şaşkın ve birazda öfkeli bir bakış attı söyleyeceklerinin habercisi olan. “Yoksa” dedi. “Yoksa sen hala onunla aranızda bir şeylerin olabileceğini mi düşünüyorsun?” İnkâr etmeye çalıştım fakat Kemal sözlerime itibar etmiyordu artık. Artan bir öfke ve yükselen ses tonuyla çıkıştı; “Oğlum,” dedi, “Hani sen o defteri kapatmıştın, hani gidecektin buralardan, hani yeni bir hayata başlayacaktın. Bir telefon etti diye her şeyin değişeceğini mi zannediyorsun. Vazgeç oğlum bu sevdadan. Bitti bu iş, kabul et artık.” Bu kez inkârdan vazgeçip, düşüncelerimi açıkça söyledim ona: “İyi de,” dedim. “Önemli bir şey olmasa neden benimle buluşmak istesin ki, hem de düğüne bu kadar az bir zaman kalmışken?” “Bilmiyorum,” diye karşılık verdi devam eden öfkesiyle. “Belki senden özür dileyecektir. Ne bileyim işte belki de seni özel olarak davet edecektir düğününe, bilmiyorum işte bilmiyorum.” Duraksadı. Belliydi, o bile inandırıcı bulmamıştı savunduğu görüşleri. Tereddütle yüzüme baktı bir an ve sonra umutlarımı darmadağın eden o son darbeyi indirdi acımasızca. “Hayal kurmaktan vazgeç artık Tarık. O kız seni hiçbir zaman sevmedi. Sevseydi gidip Osman ile nişanlanmazdı. Aşkının karşılığı yok. Bu gerçeği kabullen artık.” Hiçbir cevap veremedim. Kemal’in sözleri yeniden kurmaya başladığım pembe düşlerime gecenin karanlığı gibi simsiyah bir perde çekivermişti bir anda. “Bak Tarık,” diye devam etti Kemal daha sonra. Fakat bu defa şefkatli bir tonlama vardı sesinde. “Bilirsin seni çok severim ve asla üzülmeni istemem. Fakat bariz olan gerçekler var. Sende artık bunları kabullenmelisin. Yani bu saatten sonra sen neyin değişmesini bekliyorsun ki? Kız nişanlanmış, düğününe de şunun şurasında iki hafta kalmış. Şimdi durum böyleyken Bahar’ın gelip sana ne söylemesini bekliyorsun ki? Bence sen ara onu, artık her şeyin bittiğini, buluşmanızın doğru olmayacağını söyle. Sonra da bir an evvel İstanbul’a git ve yeni bir hayata başla orada. Yoksa bu kız yine senin aklını karıştıracak, hoş olmayan durumlar çıkacak ortaya.” Kemal’in ağzını elimle kapatıp susmasını istedim. Gerçekleri bu kadar yalın haliyle duymak hoşuma gitmemişti. Fakat bunun için de ona kızamıyordum. Çünkü ne yazık ki söylediklerinde haklıydı. Kalan biralara ve Kemal’in gömleğinin cebindeki sigara paketine el koyup eve gitmek için ayağa kalktım. Kemal eve kadar bana eşlik etmeyi önerdi. Ona, yalnız yürüme isteğimi belirttiğimde içinde beliren endişe gözlerine yansımıştı. “İstersen gel bu gece bizde kal.” diye başka bir öneride bulundu bu kez. “Geyik muhabbeti yaparız, zihnin dağılır biraz.” “Merak etme,” dedim. “Endişelenmene hiç gerek yok. İntihar edecek değilim.” Aklından geçirdiği fakat dillendiremediği o eylemi benden duymak endişelerinin artmasına neden olmuştu. “Sakın ha,” dedi paniklemiş bir halde. “Bunu aklından dahi geçirme. Hiç bir şey için ölmeye değmez. Hele bir kız için asla. Eğer böyle bir şey yaparsan kendimi asla affetmem. Biliyorum söylediklerim seni üzdü ama niyetim sadece senin gerçekleri görmeni sağlamaktı.” Onun rahatlatmasını sağlayacağını düşündüğüm bir tebessüm eşliğinde esprili fakat gerçeklik payı da bulunan bir karşılık verdim; “Sen rahat ol,” dedim. “Öyle bir şeyi düşünsem bile sırf seni üzmemek için bile vazgeçerim bu işten.” Kemal’in endişeleri biraz azalmış gibiydi. “Hadi,” dedim. “Git evine yat, uyu. Merak etme, ben iyiyim.” “Tamam, o zaman.” Dedi. “Fakat ne zaman canın sıkılırsa, konuşmak dertleşmek istersen, ya da herhangi bir şeye ihtiyacın olursa gece gündüz istediğin zaman beni arayabilirsin, anında yanında olurum.” “Tamam ararım.” “Söz mü?” “Tamam, söz.” Bir sigara yakıp, tüttürerek eve doğru yürümeye başladım. Biraz ilerledikten sonra geriye dönüp baktığımda Kemal’in hala orada beklediğini gördüm. Ona; her şeyin yolunda olduğunu, endişelenecek bir durumun bulunmadığını elimle yaptığım hareketlerle bir kez daha anlatmaya çalıştım. Sonra yoluma devam ettim. Fakat biliyordum ki ben gözden kaybolana dek orada bekleyecek, sabahta erkenden nasıl olduğumu öğrenmek için telefonla arayacaktı. * * * Şimdilik pek zararı olmayan kumar ve alkol gibi zaafları bulunmasına rağmen iyi çocuktu Kemal. Gerçekten çok severdim onu. O benim ilk ve ebedi dostumdu. Yeni evlerine taşınmadan önce kapı komşusuyduk. Aynı gün gelmiştik dünyaya. Kardeş gibi büyümüştük. Aklımız erene kadar da gerçekten kardeş zannetmiştik birbirimizi. Ailelerimizde kardeş gibi ikimizi bir tutmuşlardı. İki annemiz, iki babamız vardı bizim. İlköğretime birlikte başlamıştık. Meslek lisesini de yine birlikte aynı bölümde okumuştuk. Aynı mesleği seçmiş, elektrik teknisyeni olmuştuk. Ve birkaç gün öncesine kadar da aynı fabrikada çalışıyorduk. Her şeyimiz ortaktı bizim; benim olan her şey onundu aynı zamanda, onunkiler de benim. Aramızda, gizli, saklı, sır, utanma, çekinme gibi kavramlar olmamıştı hiçbir zaman. Kemal genelevdeki ilk cinsel deneyiminde başarısız olduğunu dahi anlatabilmişti örneğin. Sonra da bu başarısızlığı bana yüklemeye kalkmıştı; “Sen de benimle gelseydin heyecanlanmazdım.” demişti. Bunu gerçekten inanarak söylemişti. Fakat benim bu konuda artık toplumun çoğunluğu tarafından çağdışı olarak görülen farklı düşüncelerim vardı. Ben bu deneyimi sevdiğim kızla evlendiğim gece yaşamak istiyordum ilk olarak. Fakat yeri geldiğinde bu düşüncemi paylaştığım hiç kimseden destek bulamamıştım. Hatta Kemal bile; “Yoksa sen ibne misin oğlum.” Demişti ilk tepkisinde. Zaten burada yaşamama rağmen köy kalıplarına sığmayan, çoğunlukla da yadırganan düşünce ve davranışlarım vardı benim; Örneğin genç, yaşlı köyün bütün erkekleri boş zamanlarını saatlerce kahvehanede pişti, batak, okey gibi oyunlar oynayarak geçirirken, ben genellikle evde kitap okur, televizyonda ya da VCD de film izlerdim. Özellikle de eski Türk Filmlerine bayılır, tekrar tekrar bıkmadan aynı keyifle izlerdim. O filmlerde yaşanan aşklara gıpta ile bakar, kendimi Ediz Hun’un, Kadir İnanır’ın, Tarık Akan’ın yerine koyarak hayaller kurardım. Köyde Kemal dışında öyle oturup sohbet etmekten zevk alabileceğim samimi bir arkadaşım yoktu. Nişan, düğün, sünnet gibi toplumsal etkinliklere de pek katılmazdım. Efendi biri oluşumdan başka övülen bir yönüm yoktu. Fakat kimsenin herhangi bir sebepten dolayı şikâyeti de yoktu benden. Bir tek köyü ve köylüleri beğenmeyip, onlardan uzak durduğum, şehirli özentisi içinde olup, onlar gibi konuşup, davranmaya çalıştığım, gibi ithamlarla karşılaşırdım zaman zaman. Fakat gerçekte iddia edildiği gibi bir durum söz konusu değildi. Ben yalnızca arzu ettiğim hayatı yaşamaya çalışıyordum mümkün olduğu kadar. (DEVAM EDECEK) NOT: Değerli okuyucu; Öncelikle bu eserime ilgi gösterip okuduğunuz için teşekkür ederim. Lütfen yorumlarınızı benden esirgemeyiniz. Unutmayınız ki sizin yorumlarınız benim için çok değerli ve bu yorumlarınız sizlere daha güzel eserler vermemde büyük katkı sağlayacaktır. Her türlü eleştiri, görüş ve yorumlarınızı nedimargan@gmail.com E posta adresine gönderebilirsiniz. Şimdiden teşekkürler…
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © NEDİM ARGAN, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |