Roman yazmanın üç kuralı vardır. Ne yazık kimse bu kuralların neler olduğunu bilmiyor. -Somerset Maugham |
|
||||||||||
|
“Nerede o eski Ramazanlar” Ramazan ayı geldiğinde neredeyse herkesin hayıflanarak söylediği bir sözdür bu. Kimisi genel olarak nostalji yaparak anar eski ramazanları kimisi de ise kaybetmekte olduğumuz değerlere hayıflanır. Artık klişeleşmiş olan bu lafı her kuşak kullanacak mı acaba? Çünkü babam ve annem kendi çocukluklarını hep bu şekilde anardı. Şimdi ben büyüdüm. Ben de o eski ramazanları özlüyorum. Acaba eski günler gerçekten bugüne göre daha mı iyiydi, yoksa biz çocuktuk da her çocuğa o günler özel mi geliyordu? Buna karar vermek gerçekten güç. İftardan sonrası tam bir karnaval alanına dönerdi Yeşil Cami’nin dibi (Şimdiki Selgah Camii). İftarını açan soluğu dışarıda alırdı. Avlu kapılarının önü üç-beş ailenin büyükleri ile dolar hoş sohbetler yaşanırdı. Tam bir merkezdi caminin dibi. Hele bir de sohu taşı (Dibek Taşı) vardı ki caminin önünde onun kenarına mahallenin gençleri doluşur, şen şakrak gülüşmelerle, itişip kakışmalarla teravih namazı beklenirdi. Teravih namazına küçüklü büyüklü tüm mahalleli giderdi. Birkaç yaş büyüğümüz olanlar ön saflardaki ihtiyarları gıdıklama pozisyonu aldığında arka saflardan irili ufaklı gülme patlamaları başlardı. Bir keresinde şu an hayatta olmayan Edişler’den bir yaşlı amca secdeye vardığında ayağı gıdıklanınca namazı bırakarak bağıra çağıra gıdıklayan genci cami dışına kadar kovaladığını gün gibi hatırlıyorum. Teravih çıkışı caminin önündeki sofu taşı mahallenin gençlerini ağırlamaya devam ederdi. İşte bu saatlerde Laz Kadir davulunu kaptığı gibi soluğu sofu taşının dibinde alır, oradaki gençlere davul resitali verir, sahurda çalacağı nağmelerin provasını yapardı. Bunu gören Damatların Yılmaz durur mu, o da davulunu kaptığı gibi cami dibine gelir Laz Kadir ile adeta düet yapardı. Yılmaz ağabeyin çaldığı “Gesi Bağları” na hala hastayım… Saat gecenin 1’i 2’si olduğunda Laz Kadir ile Yılmaz ağabey yavaş yavaş mahalle aralarına dağılarak sahura kaldırmak için metre metre dolaşırlardı bütün şehri. Sahur vakti öyle çabuk geçerdi ki, ha şunu da yiyeyim, ha bunu da yiyeyim diyene kadar ezanlar başlardı. Ezan deyince şimdi rahmetli Tahsin Amca’yı (Altıntaş) hatırlıyorum. Tahsin Amca evimizin tam karşısında otururdu. Ezan okunmadan hemen önce bir çok kişi onun evinin önündeki çeşmede elini ağzını yıkar ve oruca niyetlenirdi. Ezan okunmaya başlar başlamaz Tahsin Amca son bir sigara yakar ve “Ezan bitene kadar içelim şu son mereti…” derdi. Eski Ramazanlar Uzun Çarşı’da da bir ayrı yaşanırdı. Uzun Çarşı’nın hemen bitiminde Ramazan Yılmaz’ın manav dükkanının karşısında bir yerde ayakkabıcı (adını ne yazık ki hatırlayamadığım için Mehmet Amca diyeceğim) Mehmet Amca’nın oruçlu oruçlu öğle namazı için ibrikle kaldırım kenarında abdest alırken yaptığı hareketler vardı ki bütün çarşıyı gülmekten kırar geçirirdi. Hele Kadir emmimiz… Çeşmenin karşısında ikindi sıraları oruç keyfi oturuyor Kadir emmi. Şeker gibi adam. Tatlı dilli, oldukça kibar bir adam. Amma oruçlu oruçlu da bir başka. Adeta patlayacak bir bomba. Çatmış kaşlarını, süzülmüş gözlerle etrafı seyre dalmış. İşte tam o sırada önünden geçen bir adam selam verir Kadir emmiye: “Selamünaleyküm Kadir Ağa” Duymaz Kadir Ağa verilen selamı. Bir hayli ileriye giden adam geri döner: “Selamımı niye alman Kadir ağa.” “Duymadım hay arkadaş dalgınlık işte.” “Yahu dibinden geçtim nasıl duymazsın.” Dişi ile dili arasında ya sabır çekmekte olan Kadir emmi, oruç beynine vurmuştur gayri durduramaz kendini, kükrer: “Almıyom lan selamını, vermeseydin lan. Başıma mı çıkarcam, omzuma mı oturtcam. Almıyom lan, almıyooom, sana selam ver diyen mi oldu… Eğer hayatta ise anlattığım büyüklerimin ellerinden öpüyor, nice uzun ömürler diliyorum. Yok eğer ayrılmışlarsa aramızdan rahmetle anıyorum. İşte benim Ramazan’ımdan birkaç kesit. Hiç birinde riya yok, haset yok. Hepsi saf ve tertemiz. Amma velhasıl bu güne bir bakın. Yine hummalı bir koşuşturmadır başlar.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Ramazan Karalar, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |