"Küle değil, ateşe üflemelidir." -Divanü Lügat-it Türk, Savlar |
|
||||||||||
|
Bardan içeriye girdiklerinde, her zamanki umursamaz görüntüsüyle önden o gidiyordu…içkilerini ısmarladılar…votka limon ve viski…bu barı seviyorlardı, çalınan müzikler inanılmaz onlara hitap ediyordu…”burada çalınan parçaları” demişti bir gün dostuna “kulağımla değil, hücrelerimle dinleyebiliyorum”…ilk yudumlarını içtiler…birde ışık sistemini çok beğenmişlerdi…hiç direk ışık yoktu…belli ki bu konuda çok özen gösterilmişti…karşısındaki duvar boydan boya aynayla kaplanmıştı…aynanın önünde içki rafları…aynada kendini gördü…bir süre seyretti görüntüsünü…”evet ışık sistemi harika” dedi içinden, “insanı daha bir güzel gösteriyor, neredeyse tüm ciltler pürüzsüz bu ışık altında”…aynanın önündeki içki şişelerine daldı bakışları…çeşit çeşit içki şişelerine bakarken “kadın” diyordu içinden, “ne kadar çok kadın bedenine benziyorlar”…şişelerin bu dizaynının bilinçli yapılıp yapılmadığını düşünmeye çalıştı…son zamanlarlardakiler olmasa da ilk keşfedilişinin içgüdüsel olduğuna karar verdi…içki ve kadın arasında örtüşen ortak yanları düşündü…emin bir şekilde “keyif” dedi…ikisi de keyif vericiydi…daha da konsantre oldu…şişeler artık birer kadındı onun için…ruh vermeye başladı onlara…yüzleri oldu hepsinin…yüzlerinden kişiliklerini anlamaya çalıştı sonra…en başta ki işveli biri…çok masum yanındaki…dişiliği çok belirgin en üsttekinin…şehvetli bir diğeri…acımasız onun yanındaki…dikkatli bakılınca, yüzlerin ne kadar çok şey anlattığını düşündü…müzik değişti…pink floyd’dan “shine on u crazy dimond” çalmaya başladı…tekrar şişelere yoğunlaştı…bu kez daha net görebiliyordu yüzleri ve o yüzlerdeki ifadeleri…kadınları seviyordu, daha doğrusu kadın olgusunu seviyordu fakat hiç aşık olamamıştı, hatta elinden tutarak yürüyeceği bir sevgilisi bile olmamıştı…birçok kadın tanımış, ilişki yaşamış ama hiç birinin elinden tutup yürümemişti, nedense bu ona çok özel bir şeymiş gibi geliyordu…raflardaki minyatür kadınlar ona bakıyorlardı…”kadın var bakılır” diye düşündü, masum bir güzelliği olana bakarken…”kadın var eğlenilir”…”kadın var sevişilir”…”kadın var evlenilir”…”kadın var sahip olmak istenir”…”kadın var aid olmak istenir”…”kadın var …”…durdu…söylemek istediği şeyin kelime karşılığını bulamadı…”kadın var …”…şaşırdı, bulamıyordu bir türlü…zorladı beynini…bulamadı ve canı sıkıldı bu duruma…müziğe bıraktı kendini…bilinci bulandı, artık beyni devre dışı kalmıştı…daha doğrusu bilinçli yönlendirme dışıydı algıları…”kadın var varlığını bilmek yeter”…tekrarladı son cümlesini…yineledi…bir kez daha…özümsemeye başladı son cümlenin içerdiği anlamı…gözlerini kapattı…başı hafifçe dönemeye başladı…”kadın var varlığını bilmek yeter”…başı dönemeye devam ediyordu…ayak parmakları karıncalaştı…göğüs kafesinden yukarıya doğru bir basınç hissetti…bu, sanki uçaktayken olan hava boşluğu etkisinin aynısıydı …ılık ve hafif yoğun bir sıvı akmaya başladı gırtlağından göğüs kafesi boşluğuna doğru…”kadın var varlığını bilmek yeter”…”ne büyülü bir cümle” dedi…cümlenin anlamını tam olarak özümsedi ve huzur dolmaya başladı yüreğine ve bedenine…dünyanın en büyük keşfini yapmışçasına sevindirmişti bu cümle onu…böyle bir kadının görüntüsünü şekillendirmeye çalıştı hayalinde…çok geniş bir hayal gücü vardı…hayallerini gerçekmiş gibi yaşardı adeta bilinçli yönlendirilen rüya gibiydi onun hayalleri…başaramadı…hayal edemedi o kadını…siluetini bile oluşturamadı… Gelen koku,” kadın var varlığını bilmek yeter” cümlesini hakim kıldı bilincine…bir anda o cümlenin anlamı kuşattı varlığını…parfüm kokusu değildi…onca parfüm kokusu, gelen ten kokusunu maskeleyememişti…gelen, kadın teni kokusuydu…yoğunlaştı kokuya…kokunun kaynağına ulaşmak için arkasına döndü…bir çiftti gelen…yakınından geçerlerken göz göze geldi kadınla…koku zihnine çakıldı…bilinçaltı kokunun içerdiği bilgileri hızlıca tahlil etmeye başlamıştı bile…ve gözleri…odaklandı onlara…hiçbir kadın ruhu bu kadar ortada, bu kadar net görünmemişti ona…”kadın var varlığını bilmek yeter” diye tekrarladı içinden…kadın hakkında hiçbir şey bilmiyordu…bildiği tek şey, bu kadın o kadındı, onun kadınıydı…kadınını bulma coşkusu bedenini sarmaya fırsat bulamadan, o’nu- öyle bir kadını- henüz hak etmediğine kadar vermişti bile…bu kararını kabullendi…tekrar yüzünü bara doğru döndü…kadın, ayak parmaklarından, başının tepesine kadar hissettiği ürpertinin sebebini araştırmadı…evet, birçok, güzel bakan mavi göz görmüştü…insanı alıp, derinlere götüren mavi gözler…fakat az öncekiler, bakanın ayağını adeta yerden kesen, yükseliyormuş duygusunu yaşatan bir maviydiler…bir kez daha ve bu sefer daha yoğun ürperdi tüm bedeni…hiçbir şey anlamamış sadece yaşadığı anın hafifliği ile yanındaki adama daha fazla yaklaştı ve ilerlediler. Az önce olanların kabullenmişliğinin hüznünü hissetti, kendi içkisi yerine dostunun sert içkisini içti…o ana kadar müziğe yoğunlaşmış olan dostu, dostunun bu tercihinin anlamını biliyordu…ne olduğunu bilmiyordu…ama sıra dışı bir şeyler olmuştu, besbelliydi…anlamaya çalışmadı bu sıra dışılığı…bundan vazgeçeli uzunca bir zaman olmuştu…bir gün dostuna şöyle demişti…”yıllarca seni anlamaya çalıştım, davranışlarını, yaptıklarını, yapmadıklarını, sonra fark etmeye başladım ki, seni anlamaya çalıştıkça, senden uzaklaşıyorum…hatta bir ara sana kızmaya başlamıştım…sonra iyice anladım ki, seni anlama çabalarım sürecek olursa, senden nefret etme ihtimalim vardı…o anda bundan vazgeçtim…seni anlamaya çalışmaktan vazgeçtim, sadece seni yaşamaya devam ettim…ve seni yaşamaya devam ettikçe, kendimden fazla sevmeye başladım”. Dostunun meraklı bakışları ona bu sözleri hatırlattı ve hüznünü, tebessüm ettiren sevince dönüştürdü…barmene iki viski sipariş etti…bu esnada müziğin sesini bastıran birkaç ses duydu…umursamadı…sesler fazlalaşınca, seslerin geldiği yöne baktılar…az önce yanlarından geçen kadına, dört beş sarhoş sarkıntılık ediyordu…kadının yanındaki adam, korkak olmadığını belli etmiş, tacizcilere anında karşılık vererek ikisini yere sermişti…”bu adam, bu kadını hak ediyor “ diye düşündü içinden…kalktı ve kargaşanın olduğu yöne doğru gitmeye başladı…”gitme” dedi dostu, bu kelimenin seslendiği adamda etki yapmayacağını bile bile…o da kalktı, “ bu herif manyağın teki” diye düşünüyordu…”kendisine yapılan haksızlıkları kolayca kabulleniyor, bir başkasına yapılırsa asla görmemezlik etmiyor”…”bu herif kesinlikle manyağın teki”, bu cümleyi tekrarlarken içinden, böyle bir adamla dost olmanın hazzı tüm hücrelerini sarıyordu…bu hazla oluşan keyif, yüzünde hoş bir ifade meydana getirmişti. Kargaşanın olduğu yere vardıklarında farkında olmadan kadına yakın bir yerde durdu…adam cesurca karşılık vermeye devam ediyordu…terlemiş aynı zamanda dudağı kanıyordu…akan kan, bembeyaz gömleğinin rengini değiştirmişti…tamda kalbinin üzerinde kırmızı damlalar bedeninin sıcaklığı ile kurumaya başlamıştı…bir kez daha baktı adama, bu haliyle daha da çekici biri olduğunu gördü…erkeksi bir yüz, cesur bir yürek…bu esnada kadına doğru hamle yapan tacizcinin birine engel oldu…cesur adamla baş etmekte zorlanan grup iyice çileden çıkmış ne yaptıklarını bilmez hale gelmişlerdi…bir çoğunun dudakları patlamış, birkaç dişi eksilmişti...ama yinede vazgeçmiyorlardı…iyice cinnet hali yaşamaya başladılar…kısa boylu, çelimsiz olan bıçağını çektiğinde kimse fark etmedi…o sırada dostunu hengamenin içinden çekiştirerek uzaklaştırmaya çalışıyordu, keyfi yüzüne yansımış vaziyette…karın boşluğunda bir yanma hissetti…sert bir darbe aldığını zannetti, umursamadı…bar korumaları kavgaya müdahale ettiler…öncelikle sonradan gelenleri uzaklaştırıp, barın dışına çıkardılar. İkisi de konuşmadı, birbirlerine bakmadılar bile…caddenin karşısındaki limana doğru yürümeye başladılar…limana varınca, ışığın olmadığı, denize yakın bir konteynerin yanına oturdular…tütününü çıkardı ve itinasız sardı…yaktı…derin bir nefes çekti…bir kez daha çekti…yüzünü çevirmeden dostuna uzattı. Sarma sigaradan nefesler çekerken hissettiği huzursuzluğun nedenini anlamaya çalışıyordu…zihninde birkaç tahmin oluşmuştu ama onları cümle haline getirmek istemiyordu…acaba dostu kızmışmıydı ona…onu ingiltereye çağırırken ikna etmek için öne sürdüğü nedenlerle, dostu geldikten sonra yaşadıkları arasında dağlar kadar fark vardı…ve tüm bunların sebebi, daima, onun sıradışı tercihlerinin neticeleri olmuştu….bazen” neden bu kadar sorumsuzum” diye düşünüyordu…ama asla ikna edici bir neden bulamıyordu…sigarada kalan son nefesi çekmedi, dostuna uzattı. Ay ışığı yoktu, buna rağmen denizle karanlığın birleştiği yeri görebiliyordu…o yere odaklandı bakışları…zihnindeki tüm düşünceler uçup gitti…ayak parmaklarının ucundan başladı ilk hareketlenme…kanı çekiliyormuş gibi hissediyordu…ve kanın çekildiği yerleri artık hissetmiyordu…yukarıya doğru devam etti hareket…beline kadar geldi…nedense hep belinde sanki bir engel oluşuyordu ve hareketi durduruyordu…kontrolsüz kıvranmalar başladı belinde…sanki dans figürleri yapıyordu…uzun sürmedi…daha da yukarılara doğru kaydı hareket…çok kısa bir süre sonra bedenini hissetmiyordu artık…bu hali çok seviyordu…karanlıkla denizin birleştiği noktaya ulaştı bilinci…artık sadece “bilinçti” varlığı…karanlığa daldı…karanlığın içinde ilerlemeye başladı…dostu yanındaydı…bunu biliyordu…nasıl bildiği umurunda değildi…biliyordu işte…kontrol etmek istemedi bu bilgiyi…ne arkasına baktı ne de yanlarına…karanlıkta ilerlediler…hissettiği yukarılara doğru yükseldiğiydi…uzaklardan ışık sızıyordu…ışığa doğru yükselmeye başladı…ilk ışık huzmesini geçti…bulutları görüyordu artık…gri bulutlar…onların arasından geçti…daha yoğun ışık kümeleri gördü…o yöne doğru yükselmeye başladı…o ışığın içinden geçti…artık bulutlar yoktu, bembeyaz bulutlar arkasında kaldılar…uzaklaştıkça yerden, bilinci kuvvetleniyordu…dünya gerilerde kalmıştı artık…samanyolunu da geçti…daha uzaklara…artık madde olabilecek bir şey göremiyordu…ilerlemeye devam etti…parlaklığından hayrete düştüğü ışığı gördü…bu derece parlak bir ışığa bakıyor olabilmek hayretini katlıyordu…yaklaştıkça hayreti kayboldu ve o ışığın içine girdiğinde tüm sorularının cevaplarıyla karşılaşacağını hissetti…aynı zamanda bir karar vermek zorunda olduğunu da hissediyordu…daha da ilerisi var…gitmek istiyormuydu acaba…evet istiyordu…ışığa girmek üzereyken, ne kadar uzaklarda olduğunu fark etti…dünya çok gerilerde kalmıştı…dünyayı düşündüğünde,” kadın var varlığını bilmek yeter” cümlesinin muhatabı kadınla yaşadığı an da olan şey oldu, hazır olmadığını hissetti ve aniden geri dönmeye başladı. Önce başını hissetmeye başladı…sonra boynunu…göğsünü…belini…artık tüm bedenini hissediyordu…hava aydınlanmaya başlamıştı…güneşin doğacağı yöne baktı…pembeleşmişti ufuk…bu rengi sevmiyordu aslında…neden sevmediğini bilmiyordu…pespembe bulutlar çok hoştu…anı paylaşmak istedi…dostunun başı omzuna yaslanmıştı…omzunu hafifçe oynattı…tepki vermedi dostu…bir kez daha…bir kez daha…o ana kadar dostuna bakmamıştı hiç…döndü eliyle yüzüne dokundu…buz gibi soğuktu dostunun yüzü…sarstı…yine tepki vermedi…o esnada dostunun karın bölgesinin kanlar içinde olduğunu gördü…iki eliyle dostunun yüzünü avuçladı…bunları çok yavaş hareketlerle yapıyordu…dostunun yüzündeki soğukluğu hücrelerine kadar hissetti…yavaşça dostunun başını kendi omzuna yasladı…panik hissetmiyordu…endişe de yoktu…üzüntü de…sadece derin bir nefes aldı…ve tebessüm etti…tütün çıkardı ve sigara sardı…yaktı yavaşça…ilk nefesi çok derin çekti…sonra sigarayı dudaklarında bıraktı…dostunun elini ellerinin arasına aldı…ısıtmak istercesine sıkıca sarmaladı iki eliyle…ve başını demir konteynere vurmaya başladı…zihni bomboştu yine…hiçbir şey düşünemiyordu…ve hissetmiyordu…vurmaya devam etti başını…sırtını ıslatan kanlar, hafifçe esen rüzgarın etkisi ile sırtında serinlik hissi yaşattı…hafifçe bir ürperti…vurmaya devam etti…son vuruşunu yaptı…yarısı yanmış sigara dudaklarından düştü…başı, dostunun başının üzerine yığıldı…hala bomboştu zihni…gözleri, önünden geçmesin umduğu film şeridini beklemeye başladı…henüz bir şey geçmemişti…zihni hala bomboştu…hiçbir şey düşünemiyor, hiçbir şey hissedemiyordu…bilinci kaymaya başladı…o ise hala film şeridinin geçmesini bekliyordu…siren seslerini duyduğunda, beklediği film şeridi hala geçmemişti gözlerinin önünden…”yoksa” dedi…”ben gerçekten hiç yaşamadım mı”…güneşin doğduğu yönde ufuk kızarmıştı bütün bunlar olurken.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © arif huseyin, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |