Bir takım şeyler görürsünüz ve "Niye?" diye sorarsınız. Ben ise bir takım şeyler düşlerim ve "Niye olmasın?" diye sorarım. -George Bernard Shaw |
|
||||||||||
|
Korkuları vardı. Eğer hapishaneye girerse yaşayacağını çok iyi bildiği olaylar vicdan muhasebesinin üstünde geliyordu. Bu güzel hayatı, güneşi, rüzgârı, yağmuru, özgürce dolaşmayı bırakıp hapishaneye girmek istemiyordu. Ama diğer taraftan da vicdanı ağır basıyor. En azından kocasını öldürdüğü bu kadından af dilemek, onun için bir şeyler yapmak istiyordu. Leyla… Leyla, iki ay öncesine kadar güler yüzlü, mutlu bir kadındı. Ona bağlı, ona deli gibi âşık bir kocası vardı. Sıcacık yuvalarında çok mutluydular. Ama o kaza hayatlarını mahvetmişti. O akşam el ele yemekten dönerlerken plakasız bir motosiklet hızla gelip Selim’e çarpmıştı ve Selim orada başını vurup ölmüştü. Leyla inanamamıştı. Olamazdı. Selim onu bırakıp gidemezdi. O anda Leyla aklını yitirmiş gibiydi. Ne Selim’in hastaneye götürülüşünden, ne cenazesinden hiçbirinden haberi olmadı. İki aydır da kendini evine kapattı. Hiç kimseyle görüşmedi. Sadece temel ihtiyaçlarını karşılamak için sokağa çıkıyor. Hiçbir dostuyla görüşmüyordu. Leyla kendi içinde Selim’i öldürmemiş sanki hala Selim’le aynı evde yaşıyordu. Evin içinde onunla konuşuyor, sohbet ediyor, bazen odalardan şen kahkahaları yükseliyordu. Her sabah bir hayale kahvaltı hazırlıyor. Onunla neşeli, neşeli kahvaltı ediyor. Sonra o hayali her sabah işe geçiriyor, gün içinde defalarca telefonla konuşuyor. Akşamda binbir özenle kıyafetini giyiyor, makyajını yapıyor ve o hayali karşılıyordu kapı önünde. Leyla’nın bu tavrı ilk önce çok tuhaf gelmişti herkese çok acıyorlardı Leyla’ya. Ama zaman her durum gibi bu durumuma da alıştırmıştı onları. Murat hala arada bina kapısının önünde geziniyor fakat hala cesaret edemiyordu gidip Leyla ile konuşmaya. Bir cesaretini toplayabilse ondan af dileyebilse ayaklarına kapanıp “Hayatınız mahvettim. Beni affedin yalvarırım” diyebilse. Belki o zaman vicdanı birazcık daha az sızlayacaktı. O gün gezinirken Leyla geçti yanından. Kendi kendine konuşuyor, gülümsüyordu. Sanki yanında biri varmış gibi sıcaklıkla bakıyordu yanındaki boşluğa. Mutlu görünüyordu. Neşeliydi, hayat doluydu. Uzun, uzun baktı Murat Leyla’ya. Böyle bir kadın olsaydı keşke hayatımda diye geçirdi içinden, Güzel, alımlı, sıcacık, sevgi dolu. Belki böylesine bir kadın olsaydı benimle, her şey çok daha farklı, çok daha güzel olurdu diye düşündü. Sonra karar verdi. Ne olursa olsun gidip konuşacaktı Leyla ile. “Gülümseyebiliyordu demek ki bir şeyler düzelmişti hayatında. Affetmesi daha kolay olur.” dedi. Akşam saatlerinde kapıyı çaldı. Kapıyı açan kadının güzelliği karşında dili tutuldu. Söyleyeceklerinin hepsini unuttu. Sadece bakakaldı Leyla’nın güzelliğine, dişiliğine. Leyla gülümsedi. Murat’ı içeri çekti. “Hoş geldin Hayatım” dedi, sımsıkı sarıldı ve öptü Murat’ı. Leyla’nın bu tavrı Murat’ı daha da şaşırtmıştı. Çok uzun zamandan sonra bedenine bir kadın bedeninin değmesi, dudaklarını böyle güzel bir kadının öpmesi içinin kıpırdamasına neden olmuştu. İşi devam ettirmek kadını yatak odasına sürüklemek istedi. Bu güzel kadının, bu harika bedenin kokusunu, tadını daha yakından duymak istedi. Ama vicdanı aynı anda “Hayır” sinyalleri vermeye başladı. “Sen bu kadının kocasını öldürdün. Bir kazada olsa onu öldürdün ve daha ileriye gidip bu kadına sahip olmazsın” Bu sırada Leyla mutfağa gitmiş. Sofrayı hazırlamaya başlamıştı. Mutfaktan seslendi. “Selim. Hayatım bana yardım eder misin.” İşte o anda anladı Murat tüm bunların nedenini. Genç kadın Selim’in öldüğüne inanmak istemediği için kendisini kocasının yerine koymuştu. Belki bir oyun oynuyordu. Sonra vicdanının sesini bastırarak, sonucunu düşünmeden bu oyuna dâhil olmaya karar verdi. “Selim ya da Murat ne fark eder. Böyle bir yuvaya böyle bir kadına sahip olmak için rahatlıkla ismimi de, kişiliğimi de değiştiririm” diye düşündü ve gülümseyen bir yüzle mutfağa yöneldi. Mutfağa geldiğinde Leyla gülümseyerek baktı. Neşeli, neşeli konuşuyor. Murat’a sürekli Selim’ciğim diye hitap ediyordu. Yemeklerini yediler. Leyla Selim’le sohbet ediyordu. Murat’ta Selim’miş gibi davranıyordu. Yemekten sonra birlikte mutfağı toparladılar. Kahvelerini alıp oturma odasına geldiklerinde Leyla Murat’ın göğsüne başını koydu. Derin bir iç çekti. “Biliyor musun hayatım. Herkes senin öldüğünü artık yaşamadığını, beni bırakıp gittiğini söylüyor. Ama buradasın işte. Yanımdasın. O kazada ölmedin ki sen. Ölemezsin ki. Beni bırakıp gidemezsin ki.” dedi. Sonra kalkıp gözlerinin içine baktı. “Sadece bakışların değişik bu gece” dedi. Sonra Murat’ın göğsünde uykuya daldı. Murat çok şaşırmıştı. Hayal görüyordu Leyla. Kendisini kocası sanmış. Öyle görmek istediği için öyle görmüştü. Sıcak, ılık bir şeyler aktı içine. Saçlarını okşadı Leyla’nın Selim’in ne kadar şanslı bir adam olduğunu düşündü. Leyla’nın ne kadar güzel, ne kadar sıcak bir kadın olduğunu düşündü. Tüm bunlar Murat’ın yıllardır tatmadığı duygulardı. Uzun, uzun seyretti Leyla’yı. Uyuyuşunu, masunluğunu. Sonra usulca kucağına alıp yatağına yatırdı. İlk önce yanına sokulup, onunla sevişmek istedi ama yapamadı. Kıyamadı bu güzel kadının masumiyetine. Günler geçiyordu. Murat bu oyuna kendine dâhil etmiş. Kendini Selim’in yerine koymuş. Leyla öyle gördüğü için, Murat Leyla’yı istediği için hiç itiraz etmemişti Selim olmaya. Murat günler geçtikçe Leyla’ya bağlandığını, âşık olduğunu hissediyor. İçin, için kıskanıyordu Selim’i ama artık fark etmiyordu. Selim bir ölüydü ve O Selim’di artık. Leyla her geçen gün daha da şaşırtıyordu Murat’ı Bir gün Leyla camdan dışarı el sallıyordu. Murat merakla yanına gelip kime el salladığını sorduğunda Leyla dışarıda oynayan çocuklara el salladığını söyledi. “Baksana Hayatım. Ne kadar sevimli çocuklar. Ne kadar da güzel oynuyorlar görsen. Az önce bana el salladılar, bende onlara” dedi. Murat sokağa baktığında ise çocuk falan göremedi. Bomboştu sokak, kendi hainde gezinen iki sokak kesinden başka hiçbir şey yoktu sokakta. Başka bir gün odaya girdiğinde hararetli, hararetli telefonda konuşuyordu Leyla. Kimle konuştuğunu sorduğunda arkadaşıyla konuştuğunu söyledi. Murat telefonu Leyla’nın elinden aldı ve baktı. Telefon kapalıydı. Değil birileriyle konuşmak telefon açılmamıştı bile. Şaşkınlıkla baktı Leyla’nın yüzüne. O gün öğleden sonra Murat duştan çıktığında Leyla ine kendi kendine konuşuyordu. Karşısındaki boş koltukta sanki birisi varmış gibi. Boş koltuğa Selim’i kazayı ama Selim’in ölmediğini anlatıyordu. Murat’ı görünce gülümsedi. “Gel bak Selim’cim Hülya geldi ama evde hiç kimse yoktu. Murat artık ne yapacağını bilmiyordu. Öylesine şaşkındı ki. Aklını kaçırmış bir kadınla aynı evde yaşıyordu. Ve bu kadının aklını kaçırmasının, bu duruma gelmesinin sorunlusu kendisiydi. Bir şeyler yapmalıyım diye düşünüyordu ama ne yapacağını da bilmiyordu. Leyla’nın bu tavırlarına çok üzülüyordu ama onun iyileşmesini de için, için istemiyordu. Leyla’ya âşık olmuştu. Onun yanındayken iyi ve mutlu hissediyordu kendisini. İyileştikten sonra onu kaybetmek istemiyordu ama bu duruma da çok üzülüyordu. Besbelliydi, hastaydı Leyla. Son yaşadığı olaydan sonra ne olursa olsun sonucunda Leyla’yı kaybetmekte olsa, hapishaneye girmekte olsa sonunda bu oyuna bir son vermeliyim diye düşündü. Çünkü Leyla kendisine değil. Ölmüş olan kocasına âşıktı hala ve Murat’ta onu görüyordu. O gün birlikte eski fotoğraflara bakıyorlardı. Fotoğrafın birinde Leyla başını kaldırdı ve Murat’ın gözlerine baktı. “Biliyor musun hiç değişmedin hayatım. Ben senin derin yemyeşil gözlerine, bembeyaz yüzüne yakışan tatlı sakallarını hep sevdim.” dedi ve gülümsedi. Oysa Murat ne beyaz tenli, ne yeşil gözlü nede sakallıydı. Esmer karagözlü bir adamdı kendisi. Leyla’nın ellerini tuttu. “Sen hastasın Leyla. Senin doktora gitmen tedavi olman lazım.” dedi. Leyla şaşkınlıkla baktı yüzüne. “Ne diyorsun Selim sen. Ben hasta falan değilim. Başım bile ağrımıyor” dedi. Murat iyice çileden çıkmıştı. Ölmüş olan bir adamı deli gibi kıskanıyordu. Be eve gelirken olayların böyle gelişeceğini hiç düşünmemişti ama kaza ile öldürdüğü adamın karısına deli gibi âşık olmuştu. Ama kadın kendisini hala kocası zannediyordu. Kocasına âşıktı hala. “Yeter bana Selim deyip durma. Ben Selim değilim. Anlıyor musun ben Selim değilim. Selim yok. O öldü. O’nu ben öldürdüm. O gün motosikletle gelip kocana çarpan onu öldüren benim. Böyle olmasını istemezdim ama bir kazaydı, oldu işte. Sonra senden af dilemek için dolandım günlerce etrafında. Bu eve geldiğimde sen bende kocanı gördün ama ben kocan değilim. Sana âşık oldum ama Selim olarak değil Murat olarak. Selim değilim ben Murat’ım anlıyor musun Murat.” dedi ve cüzdanından kimliğini çıkartıp Leyla’nın önüne attı. Leyla kimliğe baktı ve ağlamaya başladı. Konuşmuyordu. Sürekli ağlıyordu. Sinir krizine girmişti. Bağıra, bağıra hıçkıra, hıçkıra ağlıyordu. Murat Leyla’yı hastaneye getirdi. O’na bakacak olan doktora olayı tüm ayrıntılarıyla anlattı ve gidip polise teslim oldu. Aradan dokuz ay geçti. Murat’ın mahkemesi olmuş ve olayda bir kasıt olmadığından Murat beraat etmişti. Hapishaneden çıktıktan sonra ilk gittiği yer Leyla’nın evi olmuştu. Ama evde hiçbir hayat belirtisi yoktu. Binaya giren genç bir çocuğa “Leyla Hanım evde mi acaba?” diye sordu. Çocuk “Leyla hastanede bir yıl olacak neredeyse. Ruh ve siniri hastalıkları hastanesinde yatıyor. İyileşemedi daha.” dedi. Murat hemen Leyla’nın olduğu hastaneye gitti. Doktordan zorda olsa Leyla’nın olduğu hastaneye gitti. Doktordan zorda olsa Leyla’yı görebilmek için izin aldı. Leyla bahçede oturmuş yine kendi kendine konuşuyordu. Ben her şeyin farkındaydım Murat. Selim’in öldüğünün, O’nun artık olmadığının farkındaydım. Ama O sen ol istedim. Sende bana onun gibi sahip çık istedim. Adını bilmiyordum Selim dedim sana. Beni sev istedim. Ben seni Selim kadar olmasa bile sevdim be Murat. Ama Sen, Sen benim kocamın, hayallerimin, diriltmeye çalıştığım umutlarımın, geleceğimin katili oldun. En son olarak da içimde büyütmeye çalıştığım sevgimi öldürdün.” diyordu. Murat’ı fark etmemişti. Murat bir süre seyretti Leyla’yı. Kendi kendine konuşmasını, kendisiyle hesaplaşmasını seyretti. Sonra gözlerinde yaşlarla hiç kendini göstermeden sessizce geldiği gibi çıkıp gitti hastaneden. Yüreğinde taş gibi bir ağırlık, içinde ciğerini yakan bir vicdan muhasebesi ve kalbini yakan derin bir AŞKLA
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © SABRİYE NİŞANCI, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |