Dünyaya geldiğinden, dünyada bulunduğundan, dünyadan gideceğinden hoşnut olan bir kimse görmedim. -Namık Kemal |
|
||||||||||
|
Halbuki biz bu çağı terk ederken dahi bu çağın bize bıraktığı kültürel miraslar üzerinden kendimizi ifade ediyorduk. Neyse bu konuya zaten değinilecek, ama belirlenmesi gereken bir mesele var ki, taraftar ruhla alkışladığımız MODERNLİK VE MODERNİTE neyin nesi ve kimin fesi,…? Bize hep ortaçağın karanlık ve iptidai olduğu aşılandı yıllarca ve biz karanlıktan aydınlığa doğru ilerleme fikri doldurulan modern bireylerdik. Modernitenin ötekileştirici kabiliyeti daha henüz bir başkasına gerek duymaksızın maziyi ötekileştirmişti ki, mazi, hal ve ati içerisinde yalnızlanmış ve yalnızlaştırılmış bireyler topluluğu olarak ancak toplumu var edecektik. Peki bu mesele nerede nasıl ve ne zaman başladı? Esasen bu mesele tam da ortaçağın ortalarında başladı. Yani modernleşme ülküsünün aydınlığa ve bilgiye yol alma serüveni tam da ortaçağın en parlak zamanlarının bir ürünüydü. Bir yandan haçlı seferleri ile doğu ile batı arasındaki etkileşim en üst aşamaya ulaştı. Diğer yandan batıdaki benedikten, dominiken manastırlarında bilimsel bilgiyi dinsel bilgiden ayıracak faaliyetler artmış ve Endülüs ispanyasının kültürel mirası Avrupa’yı gelişime zorunlu olarak ittiriyordu. Eski dönemden gelen bilgiler çeviri faaliyetleri sayesinde Avrupa entelajasiyasına kazandırılıyor ve bilginin birikimli ilerlemesinin önlenemez yükselişi Avrupa’da yepyeni bir ideoloji ve isyan tanzim ediyordu. İşte bu isyan kendisini, her türlü otoriteye karşı çıkma eğilimi ile gösrerdi ve bilinen en büyük otorite ise Tanrı ile onun yeryüzündeki Monarklarıydı. Yeryüzündeki monarkların bireysel hayatı ihlal ettiği düşüncesi o dönemlerden bu dönemlere artan bir katsayı ile taşındı. Böylece günümüz insanı, artık, bireysel çeperlerinin tek özgürlük olduğu düşüncesinden hareket ediyor. Hatta bireysel çeperlerimiz dışında gelişecek her toplumsal olay bile sırf birey olma hakkından dolayı bizi rahatsız ediyor. Kısacası atomize bireyler topluluğu olarak ancak toplum adını alıyoruz. Ve bireyselleşmiş dünyamızın referansı ya gelecek ya hal kavramı oluyor ki, geçmişle köprüleri koparmayı ilericilik veya gelişmecilik olarak algılıyoruz. Halbuki, hala kullandığımız lisan tarihin derinliklerinden süzülerek gelen lisan ve aidiyet iddiası modern dünyanın, hala ortaçağ rasyonalitesinin sınırları içerisinde….. Bir düşünün modern dünya temel ve kadim toplumsal ilkelerin temeline hukuk’u yerleştirirken, bunun olgu olduğu için ve tek gerçeklik olduğu için böyle olması gerektiğini ifade ediyor, diğer yandan metafizik olarak tanımladığı ahlak ilkelerini ise tanımsız bırakırken onun sergilediği sabır ve incelik duruşunu sergileyemiyor. Mesela benim çocuğum neden görme özürlü veya benim bacaklarım neden yok sorusuna ahlak ve ahlakın taşıyıcısı felsefi dinsel sistemler cevap vermeye çalışırken, hukukun halden hareket eden olgusal tavrı bu soru ve sorunlar karşısında sabırsız ve tahammülsüz olmaktan öteye gidemiyor. Acaba ahlaki ortaçağ mı, hukuki Modernite mi dersiniz tercihlerinizde… Mehmet Fatih Doğrucan
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Mehmet Fatih Doğrucan, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |