En güzel özgürlük düşü, hapishanede görülür. -Schiller |
|
||||||||||
|
Saat sabahın 5 i...Şehirde karaltılar hareketlendi. Kadın ve erkekler sokağa düşmüşler. Çocukken büyüklerimizin anlattığı ecinnileri hatırlatıyor gölgeler. Küçükken dev gibi gelenlerin yerine geçmişler şimdi. Gece/Gündüz, peşimizden kovalıyor ya nereye götürüyor bizi...Bilinmeyen bir telaş vukuu buluyor bedenimizde..Zihnimizin oyunları olsa gerek gündüz ve gece. Gözümüzde gördüğümüz dünyayı ruhumuza hapis, kullağımıza gelenleri zincir yaparak ve dünyayı istediğimiz gibi anlayarak. Sanatkarın parmakları harpın ucundan indiriyor notaları. Bıraksın aksın gitsin zaman. Olmak istediğim yerdeyim, tarifi mümkün değil. Sakinleşiyorum zihnimden akan düşüncelerimin düzensizliğiyle. Ona baktım olduğu yerde dikiliyordu. Birazdan yatağına uzanmaya geçti ama onuda uyku tutmadığını biliyordum. Üzerime hışımla atıldığı zamanlar çok nadirdi. Ama bir defasında beni aldığı gibi bir ormanın en kuytu yerine götürmüştü korkmuştum ama sesimi çıkarmadım. Karanlığın içinde bir yere bıraktı beni sonra sırtını dönüp gitmişti. Karanlıkta çiçek bile açsa çok korkutucu oluyordu. Dağın eteklerine kadar yürüdüm. Kuru dalların çıtırtısı ayağımın altında, yürürken ayaklarıma dolanan elimi çizen çalılar akıyordu etrafımdan. Sessizlikte sadece adımlarımın sesini ve arada öten baykuşun sesi duyuluyordu ve galiba hızla çarpan kalbim (ya da bana öyle gelmiş olabilir). Sonunda dağın eteklerine vardım. Amacım vahşi hayvanlar gibi çıkabildiğim en yüksek tepeye çıkarak kendimi güvene alabilmekti. Yukarıya tırmanmadan önce arkama bakmak istemiştim. Geriye döndüğümde parlayan bir çift göz görmüştüm. Derin bir nefes alarak yürümeye başladım. Dar bir patikadan ilerledim önce ağaçlar giderek seyrekleşti. Bir müddet sonra ağaçlar bitti ve dağın üzerine beyaz bir kefen gibi sarılmış karın üzerinde olduğumu hissetmiştim. Ayaklarım bata çıka yürümüştüm çıkabildiğim kadar yukarıya çıkmak istiyordum. Bir müdde sonra buzun üzerine geldiğimi hissettim. Kaymamak için bazen emekler vaziyette yukarı doğru ilerliyordum. Nihayet ne kadar sürdü bilmiyorum ama en tepeye vardığımda ilginç bir netice olarak orada onu gördüm tekrar. Yüzünde beni sorgular gibi bir hal vardı. Kalbim yanmış, içim çekilmişti. Elimden tuttu ve boşluğa doğru bir adım attık sadece ve bir boşluğun içine düşmüştük ikimiz birden. Geriye nasıl döndüğümüzü ben hatılamıyorum. O da bana anlatmaz ve çok fazla konuşmaz zaten benimle, bende sormaya çekinirdim. Nadir zamanlarda bana bir soru sorar ve benden bir cevap duymayı beklemeksizin sırtını döner giderdi. Bir müddet sonra nefesi dışarı çıkarken etrafta yükselen hırıltısını duydum. Bana öyle bir bakış fırlattı ki hemen başımı çevirerek bu bakıştan kaçtım. Sonra bana sırtını dönerek uzanmaya devam etti. Bu bakışı, bu hareketi bana yabancı değildi. Bir defasında yine beni elimden tutup bir kayığa bindirmişti. Bana uzun gelen bir süre boyunca yol aldık. Hatta öyle yol aldık ki başımı geriye çevirip baktığımda karayı göremedim sanki bir okyanustu burası kayığın yan tarafına doğru eğilip derinliğine bakmak istemiştim. Su berraktı hatta öyle ki neredeyse yüzen balıkları görüp tanıyabilecek kadar. Ben suya bakarken kayığın ön tarafı kum üzerinde biraz ilerledi ve durdu. Bana dönüp öyle bir bakmıştı, belli kayıktan inmemi istiyordu. Bende bakışlarımı ondan kaçırarak suyun içine attım kendimi ve suyun içinde biraz yürüdükten sonra adanın toprağına ulaştım. Sonra bana sırtı dönecek şekilde kayıkla geri döndü. Ada bakire gibi önüme uzanmıştı. İlerlemeyi düşündüm sonra geriye dönerek baktım, kayık yoktu, kaşla göz arasında bir anda kaybolmuştu. Bende adayı keşfe başladım. Sahilden iç kısımlara doğru yürümeye başladım. Yemyeşil bir yerdi burası ve alabildiğine huzur veriyordu içime. Onun yanında bazen kendimi esir gibi hissediyordum. Biraz uzaklaşmam iyi bile geldi. Bir tepeciği aştıktan sonra kulağıma akarsu sesi geldi. O tarafa yöneldim tatlı su pınarıydı. Eğildim kana kana içtim. Başımı kaldırdığımda sudaki aksimin yanında bir akis daha gördüm. Öyle bir güzellikti gözlerimi alamadım. İçlerinden hayat, enerji, neşe fırlayacakmış gibi pırıl pırıl gözler. Dip diri canlı bir mizaç. Bu nasıl bir güzelliktir aklım almadı bir süre. Sonra yansımanın aslına bakmak için başımı çevirdim, o benden uzaklaşmaya başlamıştı bile. Koşarak peşinden gittim. Yakalayabildim sonunda. Tutup kendime doğru çevirdim. Böyle hızlı davranırken birden benden korkmasından çekindim ama yine de çevirdim. Sudaki yansımadan daha güzeldi. Elini tuttum. Sonra adayı dolaştırmaya başladı ve yanında bu ada tam huzur, mutluluk adeta cennetten bir köşe gibi gelmişti. Bana gözlerimi kapamamı söyledi ve seslenesiye kadar açmamamı istedi. Ben de ona uydum. Elini elimden çektiğini hissettim. Boşlukta sağa sola elimi uzattım onu arar gibi. Sonra sesini duydum. Gözlerimi açabileceğimi söyledi. Gözlerimi açtım sahildeydim ve o tam karşımda dikilmiş beni sorgular gibi yüzüme bakıyordu. Kayığa aldı beni. Geri dönüş yolu boyunca o sesi ve onu içimden geçirip duruyordum. “biz ikiz olmalıyız” diye düşündüm ve hissettim. Birden geldiğimiz yeri gördüm içimde inanılmaz derecede geri dönme arzusu vardı. Ama dönemiyordum. Bu yarayı göğüsümde şimdiye kadar taşıdım ve taşıyorum. Biraz sesli mi düşünmüştüm. Başını bana çevirdi ve gözlerime bakıyor bu sefer anlayamadığım bir şekilde bana şevkat mi duyuyor anlayamadım ama bana bakışı değişti. Bu sefer bende gözlerimi kaçırmadan ona doğru bakabildim. Bu kafeste ikimizden başka kimse kalmamıştı artık. Birden kafes üzerime kapandı sanki kayboldum, galiba boğuldum. ... ... ... .... ... . . . Güneş çekildi, ay göründü. Ay çekildi, yıldızlar göründü. Sular çekildi, toprak göründü. Toprak kurudu, mevsim yaşlandı. Zaman çekildi, ruh göründü. Kalp yandı, ruh çekildi. Uzun uzun gönlündeki fotografa baktı. Sonra dışarıya.. Ay öyle parlıyordu ki gökyüzünde hiçbir yıldız görünmüyordu. Hatta öyle geldi ki şehrin karanlığını bile aydınlığa çevirecekti sanki. Pencereden bakınca görülen, evin karşısındaki boş arazide inilti duyuldu. Bedenimiz ne kadar ruhumuza kale gibi gerilsede o da biliyordu ki içindeki aydınlığı ne kadar yoketmeye çalışasa da herzaman içimizdeki aydınlık dışımızdaki karanlıktan fazla.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Guvercin, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |