Doğallık sahip olunan değil, kazanılması gereken bir erdemdir.
-Cervantes |
|
||||||||||
|
Çay bahçesindeki güneşliğin altında oturmuşlardı. Garson hemen geldi ve "ne istersiniz?" der gibi baktı. "Ben çay içeceğim. Sen?" Onaylar gibi başını salladı. "İki çay " dedi. Siparişi alan garson içeri yöneldi. Uzun süre sessiz beklediler. Çayları geldi, şekerleri katıp karıştırıp ilk yudumlarını aldılar çevrelerine bakarak. Sessizliği genç adam bozdu. "Yoruldun mu?" "Yooo" "Bugün epey dolaştık. Bir aşağı bir yukarı...Ancak halloldu işler" "Öyle. Elden uğraşmazsan uzuyor işler...Malum bir sürü evrak" Yine uzun bir sessizlik oldu. Bu sefer yaşlı adam bozdu sessizliği. "Artık eskisi kadar aramıyorsun?" "Malum iş trafiği bir türlü boş vakit bulamıyorum" Normalde başka biri böyle bir sitem yapsa çok sıkılırdı. Ama konuştuğu babasıydı...Yani gerçek babası olmasada...Gayri meşruydu. Soğuk bir günün sabahında kapının önünde bulmuşlardı. Sarılıp sarmalanmıştı. Yanında ne bir mektup ne de başka bir not vardı. Bu durum uzun yıllar uğraşıpta çocuğu olmayan bu aile için sanki Tanrı'nın duayı duyup cevap vermesi gibiydi. Hayatta böyle süprizler oluyor. Hiç beklemediğin bir anda...Çok geçmedi başka bir şehire tayinleri çıktı. Annesi geldiyse bile tekrar, bulamamıştı. Gerçeği başta saklamayı düşünmüşler fakat anlayabileceği yaşa geldiğinde açıklamışlardı gerçeği. Doğal olarak doğduğu şehire gitmişti. Ama sokaklar değişmiş, insanlar kaybolmuştu ve tekrar geri dönmüştü. İlk günler herşey zorlaşmıştı. Bildiklerini bilmiyormuş, anladıları aslında gerçek değilmiş gibi gelmişti. Fakat sonra zamanla kabullenmişti. Huysuz değil uysal, uyumsuz değil uyumlu bir yapısı vardı. Tabii herşey eskisi gibi değildi ama daha farklı olmuştu. Zamanla herşeye alıştı. Hayat, her zaman ki bildiği ama her zaman birşeyler öğrenebileceği oyundu. Evet...Hayat bir oyundu... Çaydan bir yudum daha aldıktan sonra yaşlı adam: "Ben artık yaşlandım. Havadaki buluttan nem kapar oldum. Ama eşinle aranızda bir problem mi var?" "Yooo hayır...Belki evet...Bilmiyorum...Sanki eski heyecandan uzaklaştık ikimizde. Eve gelmek, aynı evde dolaşmak ve hatta konuşmalarımız bile rutinleşti. Bilmiyorum" "Niye? Evliliği bir görev olarak mı düşünüyorsun?" "Yok...Ama...Sanki o fethetmeye çalıştığım bir şehirdi...Çok güzel bir şehir...Belki benim cennetim. Ulaştım. Gerçi elinden gelen fedakarlığı gösteriyor...Ama ben onu karşılayamıyorum. Ondan uzaklaşmakta istemiyorum, kaybetmekte..." "Evlilik, beraberlik hatta flört devresinde bile bir taraf fedakarlık ediyorsa diğer tarafta fedakarlık etmeli. Sadece evede bedenen dolaşman yetmez. Sevginide göstermelisin. Seni daraltan neyse paylaşmalısın. Belki tatile çıkmalısınız. Gerçi onunda iş temposu yoğun. Ona destek olmalısın. Seni ruhende yanında hissetmeli. Bence bu her kız erkek ilişkisinde olmalı. Kaldı ki sen hala onu seviyorsun." Genç erkeğin düşünceleri çay bardağında boğuldu. "Seviyorsun madem." diye kaldığı yerden devam etti babası "Tekrar kendine aşık etmeye çalış. İnce jestler yap. Onuda dinle ve anlamaya çalış" Yine uzun bir sessizlik oldu. Çaylar bitti. Gelen garsona hesabı ödediler. Gün ikindi vaktine doğru ilerliyordu. Akşam otobüsüne bilet almıştı. "Biraz daha kalsaydın" "Ben gideyim. Bir daha ki sefere annenle geliriz o zaman daha fazla kalırız." Tam o anda önünden geçtikleri dükkanın önünde dikili kaldı babası. Dükkanın önüne çıkarılmış çeşit çeşit bastonlar vardı. Meraklı bir tavırla yanaştı. Genç adam babasının ilerleyişini durdurmak için inanılmaz bir istek duydu. Dükkan sahibi çıktı hemen... "Buyrun beyamca?" "Fiyatlarını öğrenecektim bastonların..." Satıcı sırayla göstererek "Bunlar onbeş, bunlar yirmi milyon" diye gösterdi. Genç adam bir an "Hadi gidelim" dedi. Satıcı arkadan ünledi "Sizin için uygun birşeyler yaparız beyamca!" O an satıcının suratına okkalı bir yumruk atmamak için zor tuttu kendini.Babası geri döndü. Sıkı bir pazarlıktan sonra iki tarafın söylediği ortak bir rakamda anlaşıldı. Yolda yürürken genç adamın gözleri babasının dayandığı bastona kayıyordu. Sanki baston pis pis sırıtıyordu ve bu da çok fena gıcık etmişti. Alıp kırmamak için zor tuttu kendini. "Yaşlandım artık yolda yürürken dayanırım dinlenirim. Nasıl?" "Bence o kadar yaşlı değilsin. Hem yorulduğunda bir yere oturup dinlenirsin. Hem bu baston da hiç güzel değil..."Bir an sinirden mi bilinmez kızardı. Yürürken dikkat ettide babası sanki biraz kamburlaşmış gibi sanki biraz yaşlanmış gibi yürüyordu. Ama bütün gün dolaşırken böyle gelmemişti. Sanki baston daha da yaşlandırmıştı. "Normal yürüyebiliyorken niye aldın ki bastonu?" "Efendim?" "Yani yürümen için bastona ihtiyacın yok ki senin." "Evet haklısın ama hoşuma gitti işte aldım." "Ama yürümen için ona ihtiyacın yok" Uzun bir sessizlik oldu tekrar ve o şekilde evlerine yaklaştılar. Evin yakınlarındaki bir sokağın köşesini dönmüşlerdi ki kaldırımda zar zor yürüyen belli ki ortalık serinlemeye başlamışken kendini bir an önce eve atmaya çalışan bir ihtiyar gördüler. Yanından geçerlerken babası yavaşladı ve durdu. Ve elindeki bastonu o ihtiyara verdi. Ve gülümseyerek "Sizin olsun" dedi. "Yaşlılık zor. Zamanın nasıl geçtiğini yaşlandığı zaman insan daha zor anlıyor. Sağolun" dedi ihtiyar adam. Epey uzaklaştıktan sonra genç adam babasına: "Zaten çok şükür senin ihtiyacın yoktu" dedi "Biliyorum. Zaman hızlıda geçse insan kendini koyvermemeli. Haklıydın" "Kaç yaşındasın sahi?" "Erik çiçek açtığında yedi buçuk yaşıma gireceğim" dedi, gülümseyerek. Gülüştüler. Eve iyice yaklaşmışlardı ve babası bir çiçekçinin önünde durdu. Genç adam anlamsız anlamsız baktı. Sonra anladı. Çiçekçiye girdi ve elinde kır çiçeklerinin arasına yerleştirilmiş bir gonce gülle çıktı. Eve geldiler zili çaldılar. Eşi gülümseyerek açtı kapıyı. "Hoşgeldiniz" "Hoşbulduk kızım" "Hoşbulduk" İçeri girdiler "Ben biraz istirahat edeyim otobüsün hareket saatine kadar" dedi. "Peki" dediler. Oturma odasındaki kanapeye uzandı babası. Genç adam eşinin dudağına bir öpücük kondurdu ve o zaman kadar elindeki eşinin farketmediği çiçekleri uzatırken "Seni seviyorum hem de çok"dedi. Çiçekleri verirken sanki ilk defa aşkını itiraf ettiği zaman gibi kalbinin atışı hızlandı...
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Guvercin, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |