Edebiyat yaşamın öncüsüdür, onu öykünmez, ona istediği biçimi verir. -Oscar Wilde |
|
||||||||||
|
Belli ki görülmemiş bir hesabı vardı gökyüzünün. Bir su damlasının çapı, bir okyanusun ıslaklığı kadar bir adam, evine giden karanlık yolu adımlıyordu. Elleri cebinde yürürken düşünceleri; ayağı mazgalın boşluklarına takılır gibi takılırdı üst bilinci ile alt bilinci arasındaki o ince zara. Zarı yırtarcasına geçerdi üst bilincine anlam veremediği ama sinirlendirdiğinden emin olduğu toz parçacıkları. Dayanamazdı toza. Hapşırtmaya başlardı toz O’nu. Burnunu, boğazını kaşındırır, haykırırdı içindeki bütün nefesi. Uzun sürerdi onun hapşırığı, bir giriş-gelişme ve sonucu vardı. Sonunda da iç geçirerek, gözlerinden yaşlar gelir bir iki damla, silerdi gömleğinin koluyla. Ay, bu gece yolunu aydınlatmıyordu. Elleri ile arıyordu evini. İki uzun el, on uzun, ince parmakla dünyaya dokunuyor tutamıyordu dünyayı. Kayıyordu ellerinden dünya. Kayarken avucunu yalıyor, dünyanın her yerine dokunduğunu düşünüyor ama daha hissedemeden düşüyordu başka ellere. Tek eliyle tutuyordu, diğer eli güneşe dokunuyordu. Düşerken tutamıyordu diğer eliyle dünyayı. Sağ eli, güneşe değen eli yanıyordu, daha sıkı tutuyordu, öldürebileceğini sanıyordu sıkınca, yanılıyordu, yanıyordu. Ay olduğunu düşünüyordu ama evine giden yolunu aydınlatamıyordu. Sokaklar ne kadar da birbirine benziyordu bu gece. Sanki her köşe başında, sokak ortasında evi vardı. Ama sanki hiç evi olmamıştı. Ne kadar özgürdü, tüm sokaklar onun tüm evler onun eviydi sanki. Yürüyor, hiçbirinin önünde durmuyor, hiçbir evinin anahtarı onda bulunmuyordu. Elini cebine atıyor, karıştırıyor, sadece ellerine bozuk paralar geliyordu. Kağıt paralardan bozdurulmuş bozuk paralar. Onlar da metaldi, anahtar da, soğuktular ama aynı şey değillerdi. Islak bir adamın yüzü ne kadar da buruşuktu. Ne kadar da dik yokuşlar vardı hiç yağmur girmemiş ormanlar gibiydi. Hiç nemlenmemiş hiç yüzünü yıkamamıştı sanki. Su damlaları ardı ardına değiyordu yeryüzüne. İsyan ediyordu gökyüzü bu kuruluğa. Adamın yüzüne değmiyordu damlalar, dallarına, yapraklarına değiyor yeryüzüne kavuşuyordu. Adam, yüzünü gökyüzüne çeviriyor, gözlerini kısıyor sanki gözlerine değeceklermiş gibi damlalar. Kuruyordu gözleri, kapanıyordu. Bir iki damla bile değse bir süre daha görebilirdi belki sokakları ama değmiyordu işte. Gözlerini kısarak yola çeviriyor mücadele veriyordu görebilmek için birbirinin aynısı olan yolları. Yollar, iki noktayı birbirine bağlamak için mi varlardı? Sonsuz noktayı birbirine bağlayan yollar vardı. Hangi noktaya varacaktı ki? Bilemiyordu. Yürüyordu. Damlalar bile yalnız yaşayamıyordu. Bir araya gelince bir yerleri oluyordu yeryüzünde. Su birikintisi oluyorlar, insanların üzerinde uzun süre iz bırakabiliyorlardı. Adam ise yalnızdı. Sokak yalnızdı. Evler, sokak lambaları. Herkes, her şey yalnızdı. Bir tek damlalar yalnız değildi. Birbirlerinin içine giriyor, akıyorlardı yokuş boyunca. Gökyüzü kabarmıştı. Yeryüzü onun nefesini hissediyordu üzerinde. Soğuk nefesini. Yoldaki tek canlı adamdı. Sokak köpekleri bile bulmuşlardı başlarını sokacak bir yer. Ama adam aramıyordu bile. Yürümenin anlamsız geldiğini düşünerek bir köşe başında durdu. Kaldırıma dikti gözlerini. Köşe başındaki kaldırım taşı kırılmıştı, yanlarındaki iki tanesi de artık yoktu. Bir slogan sesi geldi kulaklarına. Elleriyle kapattı kulaklarını. Bu da nereden çıkmıştı şimdi etrafına bakındı. Sevinmelimiydi üzülmelimiydi bilemedi. Hissedemedi. Sonra unuttu duyduklarını. Gözlerini tekrar yere çevirdi. Bulduğu ilk kaldırım taşının üzerine oturmaya karar verdi. Öyle de yaptı. Adam kendisine bakmaktan vazgeçtikçe gökyüzü yeryüzüne daha çok yaklaşıyordu. Gözlerini yerden hiç kaldırmıyordu adam. İşte tam o sırada büyük bir su birikintisi geçti ayaklarının arasından. İlk kez görüyordu böyle bir şeyi. Bütün akşam yürümüştü, ne kadar da yol kat etmişti ama su birikintilerinin aktıkları yol gibi yolu olmamıştı hiç. Daha hızlı akabiliyorlar böylece diye düşündü. Kendi ayaklarına baktı. Sinirlendi. Ne hızlı yol alabiliyorlardı, ne de tarifli yollardan geçiyorlardı. Evine götürmüyordu bu ayaklar onu. Zihninde bir şimşek çaktığını hissetti ama yine yanılmıştı gökyüzü artık isyanına sesini de katıyordu. İncecik kolunu bir kılıç gibi indirdi adamın üzerine. Aynı anda adamın bacaklarına bir serinlik indi. Gözlerini yere çevirdi, ayakları eski yerlerinde değildi artık. Ama gövdesi nasıl duruyordu öyleyse, bilemedi. Derin bir nefes almaya çalıştı, başaramadı. Gövdesini doğrulttu. Gökyüzü bu sefer eline gelen camsı taşları atmaya başladı adamın üzerine.. Gözleri… Onları kırpmadan yaşayabilirdi. Gözlerini kırptığında kuruluğundan açamıyordu onları o da kırpmadan yaşamaya başlamıştı. Ama şimdi göremiyordu göz bebeğinin önünde damlalar buza dönüyordu. Kirpikleri, göz bebekleri donuyordu. Derin bir nefes almaya çalıştı. Bu sefer gövdesi şişti, ciğerleri taşlaştı. Bir patlama oldu gövdesinde. Karşısındaki sokak lambasının bacaklarının 50 cm ayaklarını iki kere gördü. Adamın kafası yokuş aşağıya yuvarlanmaya başladı. Zıplayarak yol alıyordu kafası. Keşke yokuş olmasaydı diye düşündü. Çok hızlı yol aldığından göremiyordu yolları. Kafası çukur bir yerden ilerlemeye başladı. Aynı anda gözleri ıslanmaya başladı. Damlaları bu sefer çok yakından görüyordu, gözlerinin içine giriyordu damlalar. Ağzının sağına bir gülücüktür oturdu. Gülücük kahkahaya dönüştü, ağzının içine damlalar giriyordu. Aniden bir şeye çarptı. Acımıştı canı. Görüyordu. Karşısında iki uzun el, on ince parmak gördü. Bu eller onundu. Kafasını gittiği yoldan durdurmuşlardı. Ama neden yapmışlardı bunu. Elleri hareket etmeye başladı bu sefer de… Yaklaştılar, yaklaştılar. Gözlerini kısıyordu adam. Kendisine ne yapacaklardı? Şimdi de yükselmeye başlamıştı. Elleri, kafasını taşıyordu. Yokuş aşağıya adımlıyorlardı. Köşe başında durdu eller. Karanlık iki yolu bağlıyordu bu köşe. Sokak lambaları yoktu bu yolların. Adam karanlıktan korkardı. Eller, adamın kafasını iki kaldırım taşı arasındaki ince boşluğa yerleştirdi. Eller, önünden geçti. Her şeyi görebiliyordu gözleri. Yumuyordu, göz kapakları ile bastırıyordu açtığında yine görüyordu. Görmemelimiydi? Bilemedi. Eller, yolun karşısındaki köşe başında durdu. Avucunun içini adama doğru açtı. Sallanıyorlardı; bir sağa bir sola. Geri döndü ve yokuş aşağıya inmeye devam etti. Adam yokuşun sonuna doğru baktı. Bir sandal gördü. Güneş, ufuk çizgisinden kafasını çıkartıyordu. Gökyüzü açılmıştı. Yağmur ne zaman durmuştu, hatırlamadı.
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © hande tunca, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |